8 Mayıs’ta saatler 14.00’ü gösterdiğinde, tüm dünyada 34 ülkede 150 binden fazla insan, aynı anda koşmaya başlayacak. Biz geçen sene olduğu gibi Kelebek yazarları olarak, köşe komşum Yonca Tokbaş ile orada hazır bulunacağız...
Yapacağınız iş çok basit: Kayıt için bugün son gün, hızla www.wingsforlifeworldrun.com adresine giriyor ve 50 TL karşılığı kayıt yaptırıyorsunuz, bir sonraki adım ise bu pazar saat 14’te koşunun başlayacağı İzmir-Gündoğdu Meydanı’nda olmak! İşte bu kadar basit...
Ben ilk defa bu yarışa geçen sene katıldım. Böyle ulvi bir sebep için binlerce insanın bir arada koşması, o birlik ve beraberlik hissi insanı öyle güzel hislerle dolduruyor ki... Bir yanda iyilik dolu bir enerji var o koşuda, öte yandan bu iyiliği, enerjiyi yaratan katılımcılar sayesinde büyük bağışlar toplanıyor. Omurilik felci araştırmalarına fon yaratmak için ilk defa 2013’te yapılan World Run, bugüne kadar 7 Milyon Euro’dan fazla bağış topladı...
World Run’ın benim için ayrı bir yeri de var.
3 yıldır koşuyorum, sıfırdan başlayarak yavaş yavaş bir uzun mesafe koşucusuna dönüşme hikayemin önemli bir parçası haline geldi bu yarış... Esasında “yarış” demek istemem, bu bir yarış değil zira. Finish çizgisi yok, rakip yok, rakibiniz kendinizsiniz.
Geçen sene ilk 10 kilometremi bu yarışta koştum. Şimdi ise hayatımın ilk yarı maratonunu koşacağım bu pazar...
Yonca ile birlikte zaman zaman bu sayfalara taşıdığımız koşu hikayelerimizin okurlarımızı koşmaya teşvik ettiğini, hatta bu satırları okuyup da koşuya başlayan dostların olduğunu öğreniyoruz. Bu beni nasıl mutlu ediyor, size anlatamam!
Belki normalde vakitten kazanmak için “ufak” kısayollara başvuruyorsunuzdur.
Mesela, varacağınız yere çabuk erişmek için kaza yapma pahasına önünüzdeki araca yapışıyor, kimseye yol vermiyor olabilirsiniz.
Veya yaya geçidinde birini gördüğünüzde ona yol vermek yerine gaza basıyor, yayayı kedinin fareyi kovaladığı gibi kovalıyor olabilirsiniz.
Yeşil ışıkta son geçen insan olduğunuzda, kendinizi Milli Piyango’dan büyük ikramiyeyi kazanmışçasına sevinçli, bir o kadar da kazançlı hissediyor olabilirsiniz. (Kavşağı tıkayıp, kendiniz dahil kimsenin hiçbir yere gidememesini sağlıyor olsanız da...)
Bakın ne diyeceğim...
Bu hafta sonu bir değişiklik yapın ve araçlara, insanlara güler yüzle yol vermeyi tercih edin.
Yeşilde geçen son insan olmak yerine sarıda duran ilk insan olmayı deneyin...
Genç yaştaki pek çok yetenek, spordan vazgeçiyor. Neden vazgeçtiğini biliyorsunuz: Sınavlar ve okul yarışı. Çok eski bir “altın bilezik” lafı vardır hani... Her evde anne baba ile bu cümleyi içeren bir diyalog illa geçmiştir.
Çocuk müzikle uğraşmak ister ama ona “altın bilezik” getirecek olan, sınavları kazanması halinde gideceği üniversitedir.
Becerikli olduğu spor dalını ilerletmek ister ama spor “boş zaman oyalamacası” görülür, esas derslerini çalışmalıdır.
Elinde kaç tane yetenek varsa hepsini örselemek, unutmak zorundadır yurdum gençleri ve çocukları.
Çünkü önce sınavları kazanmalıdırlar.
Tüm hayattaki başarı, sınavlarda yüksek not almayla doğru orantılı olarak ölçülür daha küçücük yaştan.
Kaderimizdir bizim, yetenekli olduğumuz alanları öğrenciyken değil, koca adamlara dönüştüğümüzde keşfedebiliriz ancak. Kendi kararlarımızı kendimiz verebildiğimiz zamanlar yani...
“Kazadan beri her gün aynı rüyayı görüyorum. Her sabah aynı acıyla uyanıyorum. Rüyamda İsmet Bey, ailesine kavuşuyor. Geçmişi değiştirmem mümkün değil. Tek isteğim ailesinin beni affetmesi. (...) Cezaevinde anladım ki bir insan için en acı şey sevdiklerinden ayrı kalmakmış. Bir insanın sevdiklerinden ayır kalmasına sebep olduğum için çok üzgünüm.”
Çetin’in yaşadığı ve daha da önemlisi yaşattığı çok büyük bir acı.
Sözlerinin gerçekliğine inanıyorum.
Bir insanın cezaevinde, işlediği bir suçtan ötürü kalması ve kendiyle hesaplaşma yaşamaması herhalde mümkün değil.
Çetin’in sorumlu bir sürücü olduğunu söyleyemeyiz.
Daha önceki trafik siciline şöyle bir göz atmak bile, bunu söylemek için yeterli.
Son kazasında, bu sorumsuzluğun tepe noktasına çıktığı bir anda, büyük bir bedel ödedi.
Bugüne kadar izleyici önüne çıkmış Disney animasyonları arasında en üst sıralarda yer alan 1994 yapımı Aslan Kral, yeni bir Disney animasyonuna ilham oldu. “Aslan Koruyucuları: Kükreme Geri Dönüyor”, yarın saat 17.00’de 44 dakikalık bir özel bölümle ilk defa izleyici karşısına çıkacak.
Yapım, Aslan Kral’dan hatırlayacağınız ana karakterler Simba ve Nala’nın ikinci çocuğu Kion’un etrafında şekilleniyor.
Kion, Aslan Kayalığı’nı korumak ve “Yaşam Döngüsü”nün devamlılığını sağlamak üzere bayrağı büyüklerinden devralarak birbirinden farklı hayvan dostlarıyla bir ekip oluşturuyor.
Aslan Kayalığı’nı koruyacak ekibi genç aslanlardan oluşturmak yerine, daha başarılı olacaklarını düşündüğü arkadaşlarını, yani en cesur porsuk Bunga’yı, en hızlı çita Fuli’yi, en güçlü hipopotam Besthe’yi ve en iyi görüşe sahip balıkçıl Ono’yu yanına alıyor...
Doğa-insan dengesinin tamamen bozulduğu bir dönemde, EXPO’nun doğaya dönüş ve sürdürülebilirlik kavramları üzerine kurulması, önemli bir mesaj veriyor.
EXPO 2016 Antalya’nın sergi alanının önemli misafirlerinden biri İtalya. 1100 metrekarelik alanda, bir İtalyan bahçesi ile yer alacaklar. Proje İtalya’nın ünlü peyzaj mimarlarından Giuseppe Lunardini tarafından hazırlanmış, bahçenin tasarımı ise Mimar Marco Servalli’ye ait.
İtalya, tarih ve doğasından gelen önemli değerlerini, yok etmeden ekonomik güce dönüştürebilmiş ülkelerden biri. İtalya’nın yumuşak iklimi, pek çok farklı bitkinin yetişebilmesine elveriyor, ülkenin geneli insanın başını döndürecek güzellikte doğa koşullarına sahip.
İtalyanlar, ekonomik gelişme adına doğayı katletmek yerine bu elverişli doğa koşullarını yüceltmiş ve kendilerini süs bitkileri ve fidancılık alanında uzman ülkelerden birine dönüştürmüşler.
Fidancılığın İtalya’da ilk yeşermeye başladığı dönemler, Rönesans bahçeleri geleneğine dayanıyor. Rönesans döneminde, görkemli bahçeler yaptırmak, politik mesaj vermenin, gücün göstergesi sayılırmış. Mediciler gibi İtalyanların tarihinde önemli yere sahip güçlü aileler, İtalya’nın çeşitli yerlerine yayılmış görkemli evlerini baş döndürücü bahçelerle süslemişler.
Rönesans sonrası Fransa ve İngiltere dahil tüm Avrupa ülkelerinin peyzaj tasarımlarına ilham veren bu bahçeleri süslemek, bugün başlı başına bir sektör olan fidancılığın başlangıç noktası kabul ediliyor.
Fidancılık, yüzyıllardan beri var olan bir iş kolu olsa da esas ivmelendiği dönem; yani bugün tüm dünyaya üretim yapan ağaç ve süs bitkisi fabrikalarına dönüşmüş büyük aile şirketlerinin tohumlarının atıldığı dönem, 20. yüzyıl başları ve ortaları. Şehirleri güzelleştirecek cadde ve parklara ağaç ve süs bitkileri sağlama ihtiyacı, fidancılık sektörünün hızlandığı dönemler sayılıyor.
“Basit bir kuralı öğrenirsen herkesle daha iyi geçinirsin. Bir insanı, sorunu onun yönünden düşünmeye alışmadıkça anlaman olanaksızdır. Yani, derisinin içine gireceksin...”
Hani bir kitap okurken karşınıza bir cümle çıkar, tekrar okur, duraksarsınız...
Sonra yüzünüze bir “Hayır işi yapmış sosyetik hanım” gülümsemesi yayılır, bir süre uzaklara bakarak durmak, o cümleyi düşünmek istersiniz...
İşte bu da onlardan biri.
Scientology’den ünlü tenisçi kardeşler Venus ve Serena Williams’a, son yılların konuşulan olay ve isimlerinin hikayelerini araştıran Amerikalı belgeselci Alex Gibney’nin son işlerinden...
Steve Jobs ve Apple’ın hikayesini çok okuduk, çok izledik...
Fakat bu sefer Jobs’un karakterinin derinliklerine giden bir yapım var karşımızda...
Evlatlık verilmiş bir çocuk olan Steve Jobs, bir gün bir arkadaşlarıyla oynarken, aralarından birisi “Ne yani, gerçek ailen seni istememiş mi?” diye sorunca dünyası başına yıkılıyor...
Onu evlatlık alan anne ve babasına koşuyor, onlardan ise “Biz seni özel olarak seçtik” yanıtını alıyor...
İnsanların olaylara vereceği tepkiler, o ilk kodlar çocukken yazılır ya...
İşte, yetişkinlik yıllarında hem “istenmeyen” hem de “özellikle seçilmiş” olma hali arasında gidip gelen bir adama dönüşüyor Steve Jobs...