Kendimi zorla lavaboya atıp, yüzümü yıkayıp zorlukla nefes almaya çalışarak…
İstifra…
Nasıl giyindim, hastaneye nasıl gittim bilmiyorum.
Acil’e…
Onunlayken her saniyenin tadını çıkararak hayatı bayram havasında yaşıyorsunuz, Bulutları bile ayaklarınızın altında hissediyorsunuz.
Peki ya onsuzken?
Gün ağarırken, gözlerinizi bir kez bile yummamışsanız, tek başınıza oturuyorsanız... Yorgun ve yalnızsanız… Onun hasretine kapıldıysanız ve gözünüzde tütüyorsa buram buram…
Fotoğrafına bakınca ya da anıları canlanınca gözleriniz doluyorsa…
Her şeye bir hızla yetişme derdindeyiz.
Durup düşündünüz mü hiç?
Nereye koşuyoruz her gün aynı telaşla…
Sevgiyi, incelikleri fark etmeyecek kadar gözümüzün maratonundaki tüm bu koşturmalarımız, yaşamımızda her şeyin ‘En’ine, ‘En iyisine’ ulaşmak için.
Her şeyin en iyisi, en hızlısı, en küçüğü…
Her şeyin ‘En’ine ulaşalım derken, hayatımızı, kendimizi, kalbimizi daraltışımız.
İşte belki de bu yüzden duygularımız da yük olmaya başladı bizlere.
Sevgiyi yaşamayışımız, incelikleri kavrayamayışımız…
Hani kelimeleriniz bittiğinde…
Ruhunuzun kanatları kırıldığında…
İçinizdeki coşku ovaları kurak çöllere döndüğünde…
Ağzınızı bıçak açmadığında…
Orhan Veli’nin ‘Her şey birdenbire oldu. Birdenbire vurdu gün ışığı yere. Gökyüzü birdenbire oldu. Mavi birdenbire… Her şey birdenbire oldu. Kız birdenbire, oğlan birdenbire… Aşk birdenbire oldu, sevinç birdenbire.’ dediği gibi.
Aynen öyle oldu.
Her şey birdenbire…
Birdenbire gerçekleşen olayın ne olduğunu anlatmadan önce, bu konu daha hiç ortada yokken birkaç gazeteci arkadaşımın ve birçok okurun bana dedikleriyle başlamak istiyorum.
M.Ö. 3000 yılının ilk yarısından günümüze kadar süregelen çini sanatının inceliklerine kimbilir kaç kez gözlerimiz değmiştir; turkuaz, lacivert, kobalt, yeşil ve mor renklerin kullanıldığı geometrik desenli çini ve çini mozaiklerin iç mekanlarda tercih edildiği, dışta da sırlı veya sırsız tuğlaların kullanıldığı pek çok camii, medrese, türbe ve saray duvarlarında. Ve aynı zamanda süsleme amacıyla kullanılan fayans, porselen tabak, seramik gibi eşyalarda da…
Yüzyıllar geçse de değerinden hiçbir şey kaybetmeyen çini sanatı, bugünlerde Sıtkı Olçar’ın eserlerinde hayat bulan çalışmalarının oluşturduğu sergide siz sanatseverleri bekliyor.
Kütahya’da doğan, yöresel tavırlarından ödün vermeden yer edinen, seramiği sanat eseri statüsüne taşıyan, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz dünyaca ünlü çini sanatçısı, Sıtkı Olçar’ın vefatından sonraki ilk sergisi Çiniden Çeşmeler ve Panolar, hayattayken başladığı ve sonrasında kızı Nida Olçar tarafından tamamlanan çini çeşmeler ve panolardan…
Antik desen ve formları uyguladığı çinicilik çalışmalarında İznik ve Kütahya örneklerini ele alarak yeni biçim ve öz arayışına yönelen, 1980 yılından itibaren özellikle İznik çinileri üzerine çalışan ve kaybolup gitmekte olduğu sanılan Kütahya çiniciliğine yeni bir boyut ve dinamizm getiren Sıtkı Olçar’ın sergisi 26 Temmuz 2011’e kadar haftanın her günü ve saati ücretsiz olarak Çırağan Sarayı’nın Sanat Galerisi’nde gezebilirsiniz.
‘Ama yazıya bu kadar kaptırma, yaşa, nefes al’ diyenler de olacaktır.
Ben yaşıyorum zaten.
Hayattaki iyi – kötü, acı – tatlı her şeyi.
Hem de nasıl…
Tutkuyla…
Peki, nasıl mı yaşıyorum?
Yazdığım köşe yazılarımda, deşifre ettiğim röportajlarda, kalbimi kalem yaparak yazdığım şiirlerde, cümlelerde, kelimelerde hatta hecelerde…
Yazmak eylemi değil benimki.
Ne anlatılmazdır bilirim.
Anlatılmayan, anlaşılmayan ve insanı karmakarışık yapan…
İçinizi alaboraya çeviren…
Deviren…