Paylaş
Ailesi 2013 yılında kayıp başvurusunda bulunmuş. IŞİD’e katılmak için Suriye’ye geçtiği biliniyor.
2015 yılında Suriye’den Türkiye’ye tekrar dönmüş. Sonra İstanbul’a gelmiş, bir gece otelde kalmış ve ertesi gün canavarca eylemini gerçekleştirmek için İstiklal Caddesi’ne çıkmış.
Tıpkı kendisinden önce meydanları kana bulayan IŞİD’ci teröristlerin öyküsü gibi.
Bundan öncekiler için de kayıp başvuruları yapılmıştı. Suriye’ye gidip IŞİD’e katıldıkları biliniyordu.
Sonra kolayca geri dönmüşlerdi. Hatta bir tanesi eylemden önce polisin eline de geçmiş ama bırakılmıştı.
İşledikleri cinayetlerden sonra kimliklerinin kolayca tespit edilebiliyor olması da bir başka önemli not.
Yani bu kişilerin kim oldukları, neleri yapabilecekleri biliniyordu.
Buna rağmen saldırılarını gerçekleştirmeleri engellenemedi.
Deyim yerindeyse saldırılarını gerçekleştirdikten sonra “kimlikleri yakalandı” ama kendileri yakalanamadı.
Bu açık bir istihbarat zafiyetinden başka bir şeye işaret etmiyor.
Sınırdan kolayca girip çıkabiliyorlar. Türkiye içinde otobüslerle, taksilerle kolayca seyahat edebiliyorlar. Otellerde kalabiliyorlar ve bütün bu süre içinde kimse onların farkına varamıyor!
Kusura bakmayın ama bunca istihbarat görevlisi ne işe yarıyor diye sormak gerekiyor.
İçişleri Bakanı, Ankara’daki saldırının ardından müfettişleri görevlendirdi ve saldırının neden önlenemediğini araştırtıyor.
İhmal mi var, beceriksizlik mi var, o durumu anlamak için!
Peki bu işin siyasi sorumlusu kim?
İşini düzgün yapacak emniyet müdürlerini, valileri atayacak olan kim?
Belli ki İçişleri Bakanı, bugüne kadar birlikte çalışacağı kişileri doğru seçememiş.
Atamalarda liyakat yerine “Bizdendir, bizden değildir” ölçüsü kullanılınca böyle oluyor işte.
Merak ediyorum, İçişleri Bakanı, bunca beceriksizlikten sonra istifa etmeyi hiç aklından geçirdi mi?
Hayaller başka gerçekler bambaşka
TÜRKİYE ile AB arasında mültecilerle ilgili anlaşma imzalandı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, bunu bir diplomatik zafer olarak sunuyor ama gerçekler ile hayaller bir kez daha örtüşmüyor.
Başbakan’ın “zafer” diye tanımladığı “kazanımlardan” biri, bir süredir açılmayan fasılların açılması ve AB’ye tam üyelik yolunda ilerleyecek olmamız.
Bu nasıl olacak, insan gerçekten merak ediyor?
Şu anda açık olan fasıllardan biri “çevre” ile ilgili.
Mesela bu fasıl nasıl kapatılacak?
AB üyelerinde olduğu gibi çevrenin, akarsuların, ormanların, göllerin korunması kesin hükümlere bağlanabilecek mi?
Eğer Türkiye bunu yapabilecekse, çevreciler neden her gün polis gazına, jandarma dipçiğine muhatap oluyor?
Gerekli koşullar yerine getirilirse AB üyelerinin (Schengen bölgesi ile sınırlı elbette) Türk vatandaşlarına uyguladığı vize kaldırılacak.
Söz konusu 72 koşuldan biri şu:
“Güvenlik güçlerinin olası insan hakları ihlallerini denetleyecek bir bağımsız komisyon kurulması.”
Bugüne kadar neden yapılmadı acaba?
72 koşuldan bir diğeri, terörizm ile ilgili yasal düzenlemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatları ve AB üyelerindeki uygulamalara göre yeniden yapılmasını gerektiriyor.
Cumhurbaşkanı, kanunlarda “Türk tipi terörizm tarifi” yapılmasını ister ve “kalemini kullanan silahsız teröristlerden” söz ederken, bu nasıl yapılacak?
Olacak olan şu:
-AB’nin vaat ettiği 3 milyar Euro+3 milyar Euro’nun nasıl geleceği belli değil. Projeler yapılacak, onlar bu projeleri beğenirlerse parayı verecekler.
Yani AB diyor ki “Senin bu parayı doğru harcayacağına inanmıyorum, her aşamada denetleyeceğim, uymazsan vermeyeceğim.”
Bir devlet için bundan gurur kırıcı bir durum olabilir mi?
-Türkiye, vizenin kaldırılması için gerekli 72 kriteri sağlayamayacağı için vize de zaten kalkmayacak.
-Başbakan, Türkiye’deki mülteci sayısının artmayacağını söylüyor. Suriye’de ateşkes bozulur ve rejim Halep’e doğru hareketlenirse yeni göç dalgası nasıl önlenecek?
Yapılan anlaşma bir diplomatik zafer değil, Türkiye’ye sınır bekçiliği görevi biçilmesidir.
Savcılar bu suçu örtecek mi?
İSTİKLAL Caddesi’ndeki terör saldırısının ardından “Beter olsun İsrail vatandaşları. Keşke yaralanmayıp hepsi ölseydi” diye tweet atan AKP Eyüp Kadın Kolları’nın birim yöneticisi İrem Aktaş, görevinden istifa ettirildi.
Yakında parti üyeliğinden de ihraç edilecek.
Aktaş’ın boşboğazlığının kurbanı olduğunu söyleyebiliriz.
Böyle ırkçı nefret ile dolu olan çok sayıda parti üyesi ve vatandaşımız olduğunu biliyoruz.
İnsanları kutuplaştırmanın doğal sonuçlarından biri ve gördüğünüz gibi gencecik bir kadın bile vahşi bir eylem karşısında adeta zevkten dört köşe olabiliyor.
Bu durum ile mücadele edecek kanunlarımız var oysa.
Irkçı nefret suçunun yanı sıra suç olan bir eylemi övmek, teröre alkış tutmak gibi suçlar da birlikte işlenmiş durumda.
Ve İrem Hanım, partisinden atılarak bu suçtan yakasını kurtarabilecek, öyle mi?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, çok açık bu suçları kovuşturmayacak ve görmezden mi gelecek?
Paylaş