Paylaş
Savcılık böyle iddia ediyor.
Doğan Grubu’nda çalıştığım için eş-dost da haliyle bana soruyor: “Bu işin sonu nereye varır.”
Şöyle yanıtlıyorum: “Türkiye’de hâlâ hukuk varsa, kanunlar varsa hiçbir şey olmaz.”
Ceza hukukunda önemli bir kavram var. Evrensel ve Roma kadar eski bir kavram bu.
Latincesi daha havalı, önce onu yazayım ki savcı bey de belki bir kenara not eder: Nullum crimen nulla poena sine lege. Türkçesi de şu: Kanunsuz, suç ve ceza olmaz.
Savcı, Petrol Ofisi ile ilgili davada “olmayan bir vergiyi kaçırmak için evrakta sahtecilik yapmak üzere organize suç örgütü kuran” insanlardan söz ediyor.
İşin gerçeği de şu ki Türkiye’de petrol ithalatında menşeine bakılmaksızın vergi muafiyeti var.
KDV’yi de hepimizin bildiği gibi arabasına benzini en son dolduran kimse, o ödüyor.
Ödemeyecekleri, zaten olmayan bir vergiyi kaçırmak için evrakta sahtecilik yapmak üzere organize suç örgütü kurdularsa, bu kişilerin yeri gerçekten mahkeme değil, akıl hastanesi olmalı.
Savcının bunu bilmiyor olması mümkün mü? Hiç sanmıyorum, böyle bir şey söz konusu olamaz.
İddianameyi kabul eden mahkeme yargıçlarının bu durumu bilmiyor olmaları söz konusu olabilir mi? Hayır, bu da mümkün değil.
Peki nasıl oluyor da böyle bir dava açılabiliyor?
Açılabiliyor, çünkü asıl amaç Aydın Doğan’ı yıldırıp gazetelerini bırakmasını ya da bizleri işten atmasını sağlamak.
Bütün medyayı ele geçirmeleri yetmiyor, gözlerini Doğan Grubu’nun gazetelerine dikiyorlar.
Çünkü farklı seslere tahammülleri yok.
Onun için de böyle uyduruk davalarla baskı kurmak, taciz etmek, itibarsızlaştırmak istiyorlar.
Birileri emir veriyor, diğerleri yerine getiriyor. Diyorum ya, organize işler bunlar!
'SEÇİLMİŞ KRAL' ANAYASASI İSTİYORLAR
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, yeni anayasada yargının tümüyle yeniden tanımlanacağını söyledi.
“Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı, millet egemenliğini kullanmak değildir. Mahkemelerin yaptığı, işlevsel olarak adaleti ihdas etmektir. Egemenliği ise millet kendi seçtiği temsilciler üzerinden kullanır. Başka kimse milli iradeden bağımsız egemenlik tasavvur edemez” dedi.
“Egemenlik” kavramının neyi içerdiğini Başbakan gibi okumuş, profesör bile olmuş bir insanın bilmemesi düşünülmez.
Bu her şeyden önce kanun yapma ve kanunları uygulama yetkisini içeriyor. Eskiden bunu krallar tek başlarına yaparlardı. Kuralları koyan da, o kurallara uymayanı cezalandıran da aynı kişiydi.
Magna Carta’dan beri, yani 1215 yılından sonra durum değişti.
İngiltere’de, kralın yetkilerini kısıtlayıp halk adına özgürlüklerin alanını genişleten bu belgede şöyle bir madde var: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”
Bugünkü anayasal demokrasi kavramına ulaşmamızı sağlayan hüküm bu.
Egemenliğin, halk adına farklı organlar tarafından kullanılması böyle gelişti.
Şimdi öyle görünüyor ki her şeyi “Türk tipi başkan”a bağlama sevdası, Başbakan’a tarihi geriye doğru yürütme fikri de veriyor.
Yapabilirler mi? Kuşkusuz ki yapabilirler, yeterli çoğunluğa ulaştıklarında bunu anayasaya yazabilirler.
Başbakan sadece şunu düşünmeli: Bugün Recep Tayyip Erdoğan’a göre biçilip dikilecek bir anayasa, yarın başka ellerde de olabilir.
İnsanoğlu ölümlü ve hiçbir siyasetçi hayatının sonuna kadar da seçim kazanamıyor.
AKP’de aklı başında hukukçu hâlâ kaldıysa, bunun olası sonuçlarını Başbakan’a da izah etmeli.
SİYASİ KOMİSER FARKLI DÜŞÜNÜYOR
CUMHURBAŞKANLIĞI Sözcüsü’nden sonra bizzat Cumhurbaşkanı da Reza Zarrab meselesinin “ülkemizi ilgilendirmediğini” söyledi.
Gerekçeleri tam olarak bilmeden, bir değerlendirme yapmayı doğru bulmadığını açıkladı.
Fakat işin ilginç tarafı, yandaş medya, bir blok halinde bu işin Türkiye ile ilgili olduğunu düşünüyor.
Fethullahçıların, Amerika eliyle, hükümete yeni bir komplo düzenlediğinden söz eden mi ararsınız, bunun bir Amerikan darbesi olduğunu iddia edenini mi?
Hepsi var.
Tabii bu durum kafa karıştırıyor.
Çünkü biliyoruz ki bu tayfa, bir yerlerden işaret almadan, şuradan şuraya gidemiyor.
Talimatla yazıyorlar, yazma denileni yazmıyorlar, yüklenin denilenin de cıvığını çıkaracak kadar yükleniyorlar.
Nitekim dünkü gazetelerinin hiçbirinde Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, akademisyenlerin tutuksuz yargılanmaları ile ilgili görüşlerini yayınlamadılar.
Belli ki “siyasi komiser” her kimse, bir işaret çakmış, Başbakan’ı bile sansürleyebiliyorlar.
Şimdi böyle bir ekibin, Zarrab konusundaki yayınlarının “siyasi komiser” emriyle yapılmadığını iddia edebilir miyiz?
Kuşkusuz ki hayır, o gazetelerde onun haberi olmadan kuş uçmuyor çünkü.
Öyle görünüyor ki o siyasi komiser artık her kim ise, Zarrab olayının günün birinde Türkiye’de de ayaklarına dolaşacağını tahmin ediyor.
Onun için Cumhurbaşkanı ne derse desin, bildiğini okuyor, tedbirini alıyor.
Paylaş