Böylece başından beri yanlış giden Suriye politikamızın, başımıza büyük dertler açacağı şimdiden belli politik maliyetlerinin yanında 25 milyar dolara da mal olduğunu en yetkili ağızdan öğrenmiş olduk.
Cumhurbaşkanı bu konuşmayı yaparken TBMM’de de mülteci hakları alt komisyonunda bilgi veren AKP’li Atay Uslu, Türkiye’de her yıl 70 bin Suriyeli çocuğun dünyaya geldiğini açıklıyordu.
Suriyeli göçmenlerin çok büyük çoğunluğunun 20-25 yıldan önce geri dönemeyeceği, bir bölümünün ise hiç dönmeyeceği de daha önce yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştu.
Bu da şu anlama geliyor ki daha uzun yıllar, hatalı politikanın maddi bedelini ödemeye devam edeceğiz.
Artık 100 milyar doları mı bulur, onu da geçer mi, bilemiyoruz.
Ve Cumhurbaşkanı, bu tabloda “bazı çareler bulmamız gerektiğinden” söz ediyor.
Kendisi bir muhalefet lideri değil.
Uzun yıllardır bu ülkeyi yönetiyor.
Bu bir-iki saniye sürdü tabii.Sonra kendime sordum: “Bu yazıyı yazman gerekmeseydi, bu maçı izler miydin?”
5-6 yaşından beri önce babamla, büyüdükten sonra da arkadaşlarımla Fenerbahçe maçlarına gitmek en büyük zevkimdi.
Anneanneme ördürdüğümüz çubuklu sarı lacivert kazakları giyerek başladığımız, neresinden baksanız yarım yüzyıl süren bir serüven.
Ama şimdi tıpkı benim gibi olan on binlerce insan bu takımın maçlarını izlemiyor, izlemek istemiyor.
Dere, parkta yürüdüğü sırada yaya-bisiklet yolunda hafriyat kamyonu tarafından ezilmişti.
Kamyon sürücüsünün, daha cenaze toprağa verilmeden salıverildiğini de hatırlayalım.
Savcılık bununla ilgili bir soruşturma başlatmıştı.
Olayda kusuru ya da ihmali olduğunu düşündüğü 7 kişiden memur olanlar hakkında, İstanbul Valiliği’nden soruşturma izni talep edilmişti.
Çünkü darbe girişiminin iki kilit ismi kendilerine gönderilen yazılı sorulara yanıt vermeye tenezzül etmiyorlar.
Normal olarak Meclis’e gelip milletvekillerinin sorularını yanıtlamaları gerekirdi.
Ama AKP’li üyeler, bu iki bürokrata kıyamadılar, soruları yazılı gönderdiler ama onlar bunu bile yapmıyorlar.
Umut Erdem’in Hürriyet’teki haberine göre beylere ikinci çağrı yazısı gönderilecek ve on günlük bir süre tanınacakmış.
Yine yanıt vermezlerse de komisyonun taslak raporu, bu beylerin ifadeleri alınmadan yazılacakmış.
Kimler olduklarını biliyorsunuz, bu köşede daha önce de çok sormuştum.
Birisi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, diğeri MİT Müsteşarı Hakan Fidan.
Bu ikilinin, 15 Temmuz öğlen saatlerinden itibaren bir darbe girişimi olacağı ihbarını aldıkları halde baş başa verdikleri ve darbeyi önleyecek adımları atmadıkları öne sürülüyor.
Bu karar, Türkiye’nin, “Rakka operasyonunu biz ÖSO ile yapalım, PYD bu işe girmesin” tezini de zora sokmuş oluyor.
Aslına bakarsanız bu bir sürpriz de değil.
Başından beri ABD’nin bu konudaki kararlılığı belliydi, Türkiye’nin çabaları bu planı değiştirmeye yetmedi.
Sorun, tam da Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önce bu planın açıklanmış olmasında.
Belli ki ABD, Suriye konusunda “Biz kendi yolumuzdan gideceğiz” diye açık bir mesaj veriyor.
Ziyaretten önce Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nün ABD’ye gönderilmesi de böylece bir işe yaramamış oluyor.
Ayrılıkçı PKK saldırılarıyla mücadele eden Türkiye’nin Suriye sınırında PKK yönetiminde bir Kürt özerk bölgesinden neden endişe duyacağı açık.
Bunu bile bile ABD ve Rusya’nın PYD’yi Suriye’de meşru bir güç olarak görmesi, Türkiye açısından bir dış politika başarısızlığı.
Verilen bilgiye göre Türkiye–Katar “tümen taktik karargâhı” Doha’da kurulacak, birliğin komutanı Katarlı bir tümgeneral, yardımcısı da TSK’dan bir tuğgeneral olacak.
Üste 500 ile 600 arasında Türk askeri bulundurulacak.
Anlaşma yapıldığında, bu askeri üssün “ortak düşmanlara karşı” kurulacağı açıklanmıştı, hatırlarsınız.
Katar ile askeri anlaşma yapılmadan önce de Suudi Arabistan ile “çok kapsamlı” bir askeri anlaşma yapılmıştı.
Hükümet bu anlaşmanın askeri boyutunun “danışmanlık-eğitim” ile sınırlı olduğunu açıkladığında Cumhurbaşkanı “hayır” demiş ve “gerekirse” ortak operasyonların da yapılabileceğinin sinyalini vermişti. Bunu da hatırlarsınız.
Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçti, şimdi Katar’daki üssün yakında faaliyete geçeceğini de öğrenmiş olduk.
Geçen hafta Suudi Arabistan Savunma Bakanı ve 2. Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, İran’ın “aşırılık yanlısı ideolojisinin hedefinin Suudi Arabistan” olduğunu söyledi ve “Savaşın Suudi Arabistan’a ulaşmasını beklemeden İran sınırları içerisinde gerçekleşmesi için çalışacağız” dedi.
Dün de İran Savunma Bakanı
Deniz Baykal’ın “Kılıçdaroğlu aday olmayacak ise adayı kurultay belirlesin” çıkışı, ilk kıvılcım gibi görünüyor.
Ama aslına bakarsanız Baykal doğru bir konuya temas etti.
2019’da bir referandum yapmayacağız, başkanlık sisteminin Cumhurbaşkanı’nı seçeceğiz.
Ve bu seçimi yüzde 50.01 oy alan kazanacak, sonraki beş yıl tek başına ülkeyi yönetme yetkisine sahip olacak.
Bu kişi kaçınılmaz olarak politikanın içinden geliyor olmalı ki toplumsal bir karşılığı da olsun.
“Hayır” oyu veren “beş benzemez”i, bir tür “çatı aday” etrafında birleştirebilmek hayal kurarken belki mümkün olabilir, ama politikanın gerçekleri bunu taşımaz.
Hedef de zaten yüzde 49’u korumak değil, yüzde 50.01’i kazanmak olmalıdır.
Önümüzdeki seçimin adaylarından biri Allah sağlık verirse şimdiden belli.
F.Bahçe’nin topu rakibe bırakıp, ceza sahasını kapatarak hızlı hücum arayacağını düşünüyordum, tersi oldu. 10 dakikada F.Bahçe’nin kurduğu baskının pozisyon ya da golle neticelenmemiş olmasının nedeni, Fırat Aydınus’un atak kesmeye yönelik erken kasti faulleri cezalandırmamak konusunda kararlı olmasıydı.
Tolgay’ın 1. dakika biterken Josef’e, Atınç’ın 7. dakikada Lens’e faulleri ve cezasız kalması Fenerbahçe’nin direncini kırdı, topun sahibi Beşiktaş’ın olmasını sağladı. Bundan sonraki 35 dakika, F.Bahçe’nin eksikliklerini hissettiği bir oyun olarak gelişti. Mehmet Topal’ın ve Şener’in yokluğunda forma şansı bulan Neustadter ve İsmail Köybaşı, yokların yerini dolduramadılar.
ADVOCAAT ÇÖZEMEDİ
Nitekim ikinci yarıda ikisi çıktı, Ozan ve Salih oyuna girdi. Beşiktaş’ın Gökhan ve Ricardo ile İsmail’in kapatmaya çalıştığı kanadı otobana çevirmelerinin bir sonucu zaten olmalıydı ve nitekim F.Bahçe atağında Sow’un kullanamadığı topun Tolgay ve Ricardo üzerinden Aboubakar’ı bulması bunu sağladı.
F.Bahçe’nin ilk yarıyı tek gol yiyerek bitirmiş olması aslında çok da haklı bir durum değil. Aboubakar ve Talisca skoru daha önce bulabilir, soyunma odasına iki-üç farklı galip olarak gidebilirdi. Çünkü F.Bahçe, orta sahada topu tutamadı, uzun topları doğru atamadı ve geriden çıkardıkları her top, Beşiktaş atağına dönüştü.
İkinci yarıdaki değişikliklerden sonra da F.Bahçe açısından bir şey değişmedi. Beşiktaş’ın baskısını kıramadılar, topu ileriye taşıyamadılar. F.Bahçe’nin dün sahadaki aczinin nedeni sezon başında doğru kadro planlamasının yapılmamış olmasıydı. Advocaat da bu dengesiz kadroya bir çözüm yaratamadı.
FAULLER LİGİ!
İlk devre