“Anayasa koyucunun, lafzı, anlamı ve amacı bakımından açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmek esasen mahkeme eliyle Anayasa değişikliği yapmak anlamına gelir. Bunun da yargısal aktivizm ve meşruiyet tartışmasına yola açacağı her türlü izahtan varestedir.”
Arslan, bu sözleriyle Anayasa Mahkemesi’nin hangi sınırlar içinde hareket edeceğini tarif ediyor.
Bu sözlerinden şunu anlıyorum ki, YSK’nın mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayması ile tartışmalı hale gelen referandum kararına karşı mahkemeye bir itiraz yapılacak olursa, bunun bir hukuki sonuç doğurması imkânsız.
Zaten Anayasa da gayet açık, “YSK kararları kesindir” diyor.
Öte yandan YSK’nın referandumun kesin sonucunu ilan ettiği kararında da Başkan Sadi Güven’in açıklamasına göre şöyle bir bölüm var:
“Bireye tanınan hakkın güvenli şekilde kullanıldığının tespit edildiği hallerde, hakkın kullanılmasının korunmasına yönelik bir araç olan usul hükümlerinden birine aykırılığın, hakkın özünü ortadan kaldıracak şekilde yorumlanması mümkün değildir. Anayasal hakkını yükümlülüklere uygun olarak kullanan seçmenin oyunun geçerli sayılmamasının, yönetime katılma hakkının özünü ortadan kaldıracak bir sonuç yaratacağı açıktır.”
Büyük Türk hukukçusu Cevdet Paşa’nın “Usul, esastan önce gelir” sözünü yüksek yargıçlara hatırlatacak değilim.
Ancak YSK, bu gerekçeyle kanunun açık hükmüne bir yorum getiriyor ve referandumda kullanılan mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli olduğuna karar veriyor.
Yeni arşivde 30 bin isim bulunduğu bildiriliyor. Bunların 17 bin kadarı halihazırda adli takibata uğramış kişiler, önemli bölümü de tutukluymuş.
Demek ki kendini gizlemeyi başaran yaklaşık 13 bin kişi daha var.
Arşivin ele geçirilmesinin ardından 9 bin polis daha açığa alındı.
Açığa çıkan gizli FETÖ’cüler arasında Cumhurbaşkanı’nın yakın koruma kadrosunda bulunan 19 polis ile TBMM korumalarından 36 polis de var.
Fetullahçı çetenin ne kadar yaygın bir örgütlenme içinde olduğunu görüyor musunuz?
100 binden fazla memur bu gerekçeyle açığa alındı, bir bölümü tutuklandı ama hâlâ yeni listeler çıkıyor.
Ortaya çıkmayan tek şey Fetullahçıların siyasi ayağı.
Ne ByLock’çular arasındaki politikacıları öğrenebildik, ne de “mahrem listelerdeki” politikacıları.
Katil Ogün Samast’ı takip eden jandarma görevlilerinden Yüzbaşı Muharrem Demirkale, cinayetten bir gün önce ve bir gün sonra FETÖ mensubu eski savcı Zekeriya Öz ile 7 kez telefonda konuşmuş.
Cinayet sırasında katili takip eden jandarma görevlileri, fiziki takip kameraları ile Samast’ı ve cinayet öncesinde, cinayet sırasında ve sonrasında kaçarken kaydetmişler.
Savcı iddianamesinde Dink cinayetinin arkasında ulusalcıların bulunduğu algısının yaratılarak, Ergenekon operasyonlarına zemin oluşturulduğu da anlatılıyor.
Dink cinayetinde, Fetullahçı çetenin parmağının olduğu bir sır değildi zaten.
Yemini YouTube’da izledim. Sadece Yozgat’ta değil, başka POMEM’lerde de aynı yeminin ettirildiğinin birçok videosu var.
Yemin “Bismillahirahmanirrahim” diye başlıyor. Ve şöyle devam ediyor:
“Ol deyince olduran, gönülleri iman ile dolduran, Allah’a, Kuran’a, Peygamberlere, bayrağa ve silaha yemin olsun! Şehitlerim rahat uyusun, gazilerim emin olsun. İntikam! İntikam! İntikam daim olsun. Unutursak kanımız kurusun. (3 kez tekrarlanıyor.) Allah Türk’ü korusun. (3 kez tekrarlanıyor.) Amin. (3 kez tekrarlanıyor.)”
Oysa internette bulduğum yönergeyle belirlenmiş resmi yemin metni şöyle:
Politikacıların şakacı ve esprili olması iyi bir şeydir. Ciddi olacağım diye kasım kasım kasılmasındansa etrafa neşe saçması iyidir.
Başbakan da öyle bir politikacı. Kendisini önemsetmek için kasılmıyor, makamların geçici olduğunu biliyor. Bu iyi bir özellik.
Başbakan’ın 23 Nisan nedeniyle oynanan geleneksel “çocuk başbakan piyesi” vesilesiyle de bir espri yaptığını gazetede okudum.
O sırada makam odasında bulunanların buna çok güldüklerini tahmin etmem zor değil ama.
Zaten yüksek makamdaki birisi şaka yapınca, o şaka buzdolabından da çıkmış olsa gülmek “bürokrasinin altın kuralı” sayılır.
Tabii abartmadan güleceksiniz, öyle ellerinizi dizlerinize vura vura kahkahalar atmayacaksınız. Ölçülü bir kahkaha yeterlidir. Ama tebessüm yetmez, sonra sizin makam sahibinin şakasına gülmediğiniz düşünülür ki bu yazılı olmayan sicilinize olumsuz bir puan eklenmesi sonucunu doğurabilir.
Başbakan Yıldırım, Başbakanlık koltuğuna oturan 11 yaşındaki 5. sınıf öğrencisi Yağız Efe Keçe eğitim sistemi ile ilgili çok soru sorunca “Benim bakanlar bile beni bu kadar sıkıştırmıyor” demiş.
Tahmin ediyorum ki makam odasında bulunan bürokratları güldürmüş olmalı.
Bunlar, Kasım 2015 seçiminden sonra 18 yaşını dolduran gruptan olmalı.
Kaçı seçmen listesinde kaydını kontrol etti, kaçı sandığa gidip oy kullandı, bilemiyorum.
Ama bildiğimiz şu var ki CNN Türk’te yayınlanan IPSOS’un araştırmasına göre “gençlerin” (18–24 yaş aralığı) yüzde 54’ü hayır, yüzde 46’sı evet oyu kullanmış.
Çok şaşırtıcı bir durum değil.
Genç işsizliği yüzde 25’i geçmiş bulunuyor. Dört gençten biri işsiz.
TÜİK, “genç işsizliğini”
15–25 yaş aralığından hesaplıyor.
Araya askerlik de girdiği için oran düşüyor.
Bu konuda nasıl gelişmelerin olabileceğini eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen, Hürriyet’e anlattı. Dünkü gazetede bulabilirsiniz.
Mahkemenin hangi şartlar oluşursa bu davaya bakabileceğini açıkladı.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) daha önce Mansur Yavaş’ın başvurusu ile ilgili kararını hatırlatarak, AYM’nin de, AİHM’nin de bu konuda yetkisiz olduğunu söylüyor.
Üst derecede hukuk bilgisini gerektiren bir konu bu ve siyasal tartışmalardaki tutumumuza göre istediğimiz yere çekiştirebileceğimiz bir durum da değil.
İhale şartnamesine göre, üretilecek mühürler, 10’ar binlik paketler halinde ilçelere teslim edilecekti. Hangi ilçeye ne kadar teslim edileceğine ilişkin bir döküm de şartnamede yer alıyordu.
Ama buna rağmen, referandumda birçok yerde üzerinde “Evet” yazılı mühürler de kullanıldı.
Bunun seçmende yaratacağı kafa karışıklığını bir kenara bırakıyorum.
Ama bu tablo bize şunu söylüyor: “Tercih” yazılı mühürlerin bir bölümü, sandık kurullarında değil, başkalarının elindeydi.