Paylaş
Çünkü darbe girişiminin iki kilit ismi kendilerine gönderilen yazılı sorulara yanıt vermeye tenezzül etmiyorlar.
Normal olarak Meclis’e gelip milletvekillerinin sorularını yanıtlamaları gerekirdi.
Ama AKP’li üyeler, bu iki bürokrata kıyamadılar, soruları yazılı gönderdiler ama onlar bunu bile yapmıyorlar.
Umut Erdem’in Hürriyet’teki haberine göre beylere ikinci çağrı yazısı gönderilecek ve on günlük bir süre tanınacakmış.
Yine yanıt vermezlerse de komisyonun taslak raporu, bu beylerin ifadeleri alınmadan yazılacakmış.
Kimler olduklarını biliyorsunuz, bu köşede daha önce de çok sormuştum.
Birisi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, diğeri MİT Müsteşarı Hakan Fidan.
Bu ikilinin, 15 Temmuz öğlen saatlerinden itibaren bir darbe girişimi olacağı ihbarını aldıkları halde baş başa verdikleri ve darbeyi önleyecek adımları atmadıkları öne sürülüyor.
Bu iddiaya göre aldıkları istihbaratı doğru değerlendirmiş olsalardı, Genelkurmay Başkanı, bazı ek emirler ile darbe girişimini daha askerler kışladan çıkmadan bastırılabilirdi.
Bunu ben söylemiyorum.
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, “Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini” söylemişti.
Yani 15 Temmuz’da darbecilerin kurşunlarına kurban gidenler bugün aramızda olabilirlerdi. Sakat kalanlar, yaralananlar da olmayacaktı.
Onun için bu ikilinin ifadelerinin alınması gerekiyor.
Binbaşı H.A., MİT’e gelip MİT Müsteşarı’nın gece evinden “alınacağı” ihbarını yapmıştı.
Bu bir darbe işareti değil miydi? Akar ve Fidan, bu ihbarı ne zannetmişlerdi de gerekli tedbirleri vakit varken almamışlardı?
Neden Cumhurbaşkanı, darbe girişimini eniştesinden öğrenmek zorunda kalmıştı? Neden Başbakan’ın darbe girişimi başladıktan çok sonra haberi oldu?
Biri asker, diğeri sivil iki bürokrat, darbe girişimini neden önleyemediklerinin hesabını vermedikleri gibi, “Yüce Meclis’i” de önemsemiyorlar.
AKP yöneticileri, Başbakan, Cumhurbaşkanı, her fırsatta “Meclis’ten üstün güç yoktur” diyorlar ama belli ki bu ülkede en azından iki kişi var ki, Meclis’in gücü onlara yetmiyor!
‘EYYYYY’ DİYE EFELENMEDEN ÖNCE
REFERANDUM kampanyasında dört düvele savaş açma noktasına gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, referandum sonucundan sonra rahatlayıp yumuşamış görünüyor.
Kampanya sırasında Avrupa’nın ne hasta adamlığı kalmıştı, ne de Nazi yöntemleri kullanması. Artık Avrupa’ya bu kadar sert değil, Türkiye’nin AB üyeliği vizyonunun devam ettiğini söylüyor.
Amerika’nın, Rakka operasyonu için PKK’nın Suriye kolu YPG’ye ağır silahlar vereceği haberini de deyim yerindeyse “teenni” ile karşıladı.
16 Mayıs’taki Trump ile görüşmesine kadar Amerika’nın bu karardan dönmesini “temenni ediyorum” dedi.
Alıştığımız “Eyyy” seslenişine hiç başvurmadı, “endişelerimizi” Başkan Trump’a ileteceğini söylemekle yetindi.
Yanlış anlaşılmasın, bu tutumu nedeniyle kendisini eleştiriyor değilim.
“Amerika ya da Trump, bir ‘eyyy’ hak etmedi mi” diye gaz da vermeyeceğim.
Çünkü diplomatik ilişkilerde doğru olan tavır budur, efelenmek, bağırıp çağırmak hatalıydı. Böyle davranırsanız muhataplarınız sizin ne demek istediğinizi anlamaya çalışırlar.
Bağırıp çağırırsanız tınmazlar, nitekim tınmadılar da.
Konuşmaya ve tartışmaya açık kapı bırakmak, kestirip atmamak diplomaside doğru olan bir yoldur.
Artık kısa vadede meydan mitinglerinde dünyayı azarlamayı gerektirecek bir seçim de olmadığı için, bu tutumun sonuç alana kadar süreceğini ümit edelim.
İDAMA DEĞİL AVRUPA’YA KARAR VERECEKLER
BAŞBAKAN Binali Yıldırım, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “idam cezasının bir an önce gündeme getirilmesi” çağrısını partisinin MYK’sında değerlendirmiş.
Bazı üyeler “İdam cezası getirsek bile bu ne darbecileri ne de Abdullah Öcalan’ı kapsayacak” diye hatırlatınca da “Bu konuyu Cumhurbaşkanımızla değerlendireceğiz” demiş.
Neyi, nasıl değerlendirecekler, anlayamadım.
İdam cezası geri getirilirse, bu Avrupa ile ilişkilerimizin kopması anlamına gelecek.
Ama daha üç gün önce Cumhurbaşkanı değil miydi, AB üyelik vizyonumuzun devam ettiğini ve bizim için çok önemli olduğunu söyleyen?
Cumhurbaşkanı referandum kampanyasında “Önüme getirirlerse imzalarım” dedi, hem de kaç kere!
Ama bu cezanın geri yürüyemeyeceğini, aklı başında AKP’li hukukçular da ilk günden beri söylüyor.
Bunu mu değerlendirecekler?
“Makabline şamil” (önceyi kapsayan) yasa değişikliğini nasıl yapacaklarını mı tartışacaklar?
Böyle bir iş yapmaya kalkarlarsa, Türkiye’nin yerinin Kuzey Kore’nin yanı olacağını mı değerlendirecekler?
Değerlendirecekleri tek konu var aslında: O da idam cezası getirmek değil, bundan sonra yola Avrupa ile devam edip etmeyeceğimize karar vermek.
Soru da basit, yanıtı da: İdam cezası getirirseniz, Avrupa’yı unutun!
Paylaş