Paylaş
Evet, kuşkusuz ki demokrasinin olmazsa olmaz şartı serbest seçimlerdir ve halkın iradesini seçimler yoluyla koyabilmesi önemlidir, o iradeye saygı duyulur.
Ancak bu seçim sonuçlarına bakınca, demokrasimizin geleceği için endişelenmemek de mümkün değil.
Şu anda seçimin galibi olarak görünen iktidar partisine verilen oyların önemli bölümünün Başbakan’ın kişisel karizmasına yönelik olduğunu söylemek mümkün.
Evet, halkın önemli bölümü bu iktidarın yaptığı işlerden memnun olabilir, yolsuzluk iddialarına kulak asmayabilir, muhalefet partilerini yetersiz buluyor olabilir ama bu durum Başbakan’ın kişisel karizması ile de yakından ilgilidir.
Başbakan’ı seviyorlar, kendilerinden buluyorlar ve bu nedenle onun aleyhine olabilecek durumları da kolayca görmezden gelebiliyorlar.
Ve Başbakan bunu başarırken, izlediği politika kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, hatta düşmanlaştırıcı bir politika!
Bu yolla kendisini sevenleri kemikleştirebiliyor, karşıt propagandaların o kitlelere ulaşmasını ve etkili olmasını önleyebiliyor.
Bu kitlelerden aldığı güç ile “tek adam” olmak yolunda da hızla ilerliyor.
Yargı bağımsızlığıyla, özgür medya ile, evrensel demokrasi ilkeleri ve söz söyleme hürriyeti ile barışık değil, bunları önemsemediğini açıktan söyleyebiliyor. Yasama organını bir parmak işaretiyle harekete geçirebiliyor.
İçeride izlediği “düşmanlar yaratıp onlarla savaşma, kavga etme” politikasını dış politikada da sürdürüyor.
Onun her şeyi tek başına yönetmek ve herhangi bir muhalefete tahammül edememek isteğini dengeleyebilecek kurumlar neredeyse ortadan kalkmış gibi.
Bu eksikliği kapatabilecek güçlü bir muhalefet de görünmüyor.
Ana muhalefet partisi ülkenin yarısından çoğunda önemli bir varlık gösteremiyor. Bazı illerde üçüncü parti bile olamıyor.
Ulusalcı mı, milliyetçi mi, sosyal demokrat mı olduğu belirsiz bir çizgi içinde yalpalıyor, en güçlü olduğu sahillerde bile eski gücünden uzak.
Organize bir parti görüntüsü vermiyor, parti için en hayati seçimde bile “sen–ben” kavgası nedeniyle seçime tüm örgütüyle asılamıyor.
Seçmenin önüne gelecek ile ilgili bir vizyon koyamıyor, iktidar partisinin çizdiği gündemin peşinde savruluyor.
Ülkenin güneydoğusundaki tablo da ilginç! Orada etnik politikayı öne çıkaran BDP ile iktidar partisinden başka bir siyasal güç yok gibi.
MHP eskiden CHP’nin güçlü olduğu varsayılan bölgelerde gücünü arttırırken, ülkenin bir bölümünde neredeyse yok gibi ve bu güçlenme hem iktidar partisini, hem ana muhalefeti, özellikle Kürt meselesinin çözümünde sıkıştıracak sonuçlar yaratacak.
Her şey siyasi gerginliğin daha da artacağına, ülke insanlarının daha keskin çizgilerle birbirinden ayrılacağına işaret ediyor.
Böyle bir seçim sonucuna bakarak “Demokrasi kazandı” diyemiyorum, tam tersine demokrasimizin geleceği için endişe ediyorum.
Say say bitmiyor!
OYLARIMIZI verdik, seçimimizi yaptık, sandığa en son atılan oyun üzerinden bu yazının yazıldığı saate kadar yaklaşık 65 saat geçmişti, ama kesin sonuçları hâlâ öğrenebilmiş değiliz.
Bu yazıyı okuduğunuz saatte de kesin sonuçları alamamış olacağız, çünkü itirazlar bir türlü bitmek bilmiyor. Son derece basit bir seçimdi aslında. Muhtarlık seçimini bir kenara bırakalım, üç tane oy pusulası, bir mühür, bir zarf!
Her sandığın başında neresinden baksanız 4–5 görevli ve gözlemci vardı ve her sandıkta ortalama 240 oy kullanıldı, ama doğru dürüst bir sayım yapmayı bile beceremedik.
Sandık görevlileri, gözlemciler sabahın ilk saatlerine kadar sandıkların başındaydılar, ama yine de oyları saymayı, sayılan oyları doğru toplamayı birçok yerde başaramadılar.
Çöplere atılmış, yakılmaya çalışılmış oy pusulaları, yanlış yapılmış toplama işlemleri televizyonlardan gözlerimizin içine sokulmaya devam ediyor.
Dünyanın en büyük projelerinden biri yürütülüyor, ilkokul çocuklarına kadar öğrencilere bedava tablet bilgisayarlar dağıtmaya çalışıyoruz, ama seçim sistemimizi elektronik ortama aktaramadık.
Seçmen listelerinde bile bin türlü garipliği önleyemiyoruz. Kimsenin oturmadığı dairelerde seçmenler kayıtlı.
Böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermiyorum ama sonuçları etkileyecek bir hile döndü mü bilmiyoruz.
Yüksek Seçim Kurulu’nun elinde her türlü olanak var. Bu iş için bütçeden ciddi bir para harcıyoruz.
Şu işi oturup yeniden gözden geçirmek, medeni bir ülkeye yakışır bir oy verme ve sayma düzeni kurmak artık gerekmiyor mu?
‘Badelenmeseydi’ bunlar başına gelmezdi
BURSA’da bir tarikat kurup dergâhına katılanlarla “cennet” vaat ederek cinsel ilişkiye giren, kendi deyişiyle “badelenen” Uğur Korunmaz’a verilen 188 yıllık hapis cezası onaylandı. Tipik bir “dini duyguları istismar etme” durumu. Ve eğer müritleri ile cinsel ilişkiye girmemiş olsaydı, böyle bir ceza almayacaktı.
Mesela müritlerinin dini inançlarını sömürerek, ceplerindeki son kuruşa kadar toplayabilir, “Hayır yapacağız” diye topladığı paralarla kendisine televizyon kurabilir, gemi alabilirdi.
Üstelik bu işi Türkiye’de serbestçe yapabilirdi, kimse de kendisine dokunamazdı. Gözünü Almanya’daki işçilerin parasına dikmiş olsaydı, sırf Almanlara ayıp olmasın diye burada üç yıl hapis cezası alır, o cezası da ertelenirdi. Hatta iyi bir örgütçü olsaydı, kurduğu tarikatla devlet içinde bazı mevkileri ele geçirebilir, ülkeyi yönetenlerin “saflığından” yararlanabilir, iktidarın tekerine çomak sokmadığı sürece de bu işine serbestçe devam edebilirdi. Ama büyük bir hata yaptı, tuttu kadınlarla yattı, “badelenme” uğruna gül gibi düzenini çöpe attı!
İşte bağımsız Türk yargısı bunu asla affedemez!
Şimdi içeride 188 yıl ceza aldı, hapiste kendisi gibi milletin dini inançlarını sömürerek gününü gün edenleri izleyip “Keşke seks tarikatı kuracağıma, yardım toplama derneği kursaydım” diye hayıflanacak.
Paylaş