Paylaş
Benim bu yazıyı yazdığım saate kadar da herhangi bir gelişme olmamıştı.
Olmasına da gerek var mıydı? Hiç zannetmiyorum, böyle bir gereklilik yoktu.
17 Aralık’tan bu yana internette yayınlanan ses kayıtları, görevden alınan savcıların yazdığı fezlekeler normal bir memlekette zaten kolayca rastlanamayacak durumları gözlerimizin önüne sermişti.
Bakanların aldığı rüşvetler ortadaydı.
Birilerini TC vatandaşı yapmak için, karışık işleri olan işadamlarını takip eden polislerin görev yerlerini değiştirmek için alınan paralar!
O paralara hukuki kılıf yaratmak için bakan çocuklarının “danışmanlık ücreti alıyormuş gibi yapmaları”!
Evlerde ayakkabı kutularına, boyum büyüklüğündeki kasalara istiflenmiş paralar.
Çikolata tepsisine, elbise torbalarına doldurulup bakanlara gönderilen paralar.
Hediye saatler, hediye umre gezileri.
Rüşvet listesine yazılmış isimler. Eksik kalan rüşvet parasının peşine düşen bakanlar.
Kucağa oturtulacak işadamları.
Ballı ihaleler verilerek havuza para akıtmaları istenen müteahhitler.
Hediye villalar. “Otuz yıldır oraya tatile giderim” denilen villaların geçen sene bile orada olmaması.
“Evdeki parayı sıfırlayın” talimatları.
Sıfırlana sıfırlana bitirilemeyen paralardan arta kalanlarla alınan altı ev.
Adalet Bakanı’nı arayarak davalarda mahkûmiyet çıkarılmasına çalışmalar.
Medyaya çeki düzen vermeler, işlerinden attırılan gazeteciler, ağlayan gazete patronları.
Normal bir ülkede bunların değil onda biri, yüzde biri bile ortaya çıksa istifa edip, insan içine çıkamayacak duruma gelenlerin, olanca pişkinlikleri ile miting meydanlarında boy göstermeleri.
Hırsızları aşkla alkışlayan yüzbinlerce insan.
Normal bir ülkede yaşayan ortalama bir insanın, hayatı boyunca, belki de iki–üç kuşak boyunca karşılaşamayacağı rezilliklere sadece üç ay içinde tanık olduk.
Söylediğim gibi bu yazıyı yazdığım saate kadar “herkesin heyecanla beklediği” her neyse, o henüz ortaya çıkmamıştı ama çıkmasına da gerek var mıydı?
Çıksaydı ne olacaktı?
Montaj, dublaj, silikon maske vs....
Pişkinlik aynen devam edecekti.
İnsanların çoğu da “Herkes çalıyor, biraz da bunlar çalsın” diye alkışlamaya devam edecekti. Hepsi bu!
Bu gidişin sonu çöküştür
AKP iktidara gelirken seçmenlere Avrupa Birliği üyeliği, hukukun hâkim olacağı adil bir düzen, vatandaşların bireysel haklarını güvence altına alacak demokratik bir anayasa vaat etmişti.
Bugün vardığımız noktada “Batı öyle der, böyle der, takmayacağım, Twitter’ın kökünü kazıyacağım” diyen bir Başbakan var.
Yargıyı kendisine bağlamak için kanunları değiştiren, savcıları oradan buraya süren bir hükümet var.
Seçimden hemen sonra MİT kanununu değiştirerek, bir istihbarat devleti kurma peşinde olan bir hükümet.
Genel seçimde, parti programında söz verdiği ne varsa, tam tersini yapmakta herhangi bir sakınca görmeyen bir parti.
Bunu rahatlıkla yapabiliyor, çünkü kendisine oy veren insanların çoğunluğu için bu kavramların herhangi bir önemi olmadığını düşünüyor.
Üç kuruş parayla zor zahmet geçinen, ümidini dağıtılacak erzak kolilerine, kömürlere bağlamış geniş bir kesim için evet, bu kavramların hiçbir önemi olmayabilir.
Ama bu partiye oy verenler de sadece onlar değil.
Özgür ve demokratik Batı sisteminin bir parçası olmak isteyen, Avrupalı olmak isteyen, demokrasiyi önemseyen, birey olarak devlet karşısında güçsüz olmak istemeyen insanlar da bu partiye oy verdiler.
Oylarını verirken, kendilerine verilen sözlere güvendiler.
Ve şimdi karşılarında “Batı ne derse desin” diyen bir iktidar var.
Bu insanların bunu önemsemiyor olabilmeleri mümkün mü?
Hiç sanmıyorum.
Amma bu seçimde, amma gelecek seçimde kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını, Türkiye’nin bir Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşmekte olduğunu görmüş olarak oylarını kullanacaklar.
AKP, yolsuzluklarını örtmek için pişkince üste çıkmaya çalışan kendi içindeki unsurların cezasını böyle ödeyecek.
Gelecekte, Türkiye’nin siyasal tarihini yazanlar, ileride AKP’nin çöküşünün başlangıç tarihini 17 Aralık olarak kaydedecekler.
Paylaş