Paraya yön veren küresel adreslerin farklı yorumları karşısında finans piyasaları olağanüstü belirsiz günler yaşıyor...
Ve Amerika’da doların başına gelebilecek açık tehlikelere dikkat çekiliyor...
*
Uluslararası Uzlaşma Bankası Başekonomisti Claudio Borio’nun petrol fiyatlandırmalarını Euro üzerinden yapılmasını teklif etmesiyle piyasalar oldukça karıştı...
Bu açık tehlikeye dikkat çekenlerden biri de doların gelecek yıllardaki etkisini kaybedeceğine dair öngörüde bulunan Craig Cohen...
JP Morgan Bankası’nın döviz stratejistlerinden Craig Cohen diyor ki:
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan Doları dominant para birimi haline gelmişti ama gelecekte bu pozisyonunu büyük bir ihtimalle kaybedecek...
*
O günden beri yaşadığımız jeopolitik olayları sıralayınca ne demek istediğini bugün daha iyi anlıyoruz.
Bu durumun Amerika için belki çok sevindirici olduğunu yazan Friedman, bunun dışındaki ülkelerde büyük tehlikelerin yaşanacağına dikkat çekerek demişti ki;
Düzleşen dünyada artık “kendini sürdürebilen” ve sağlanabilir politikalar sergileyen ülkeler ayakta duracak.
Hangi ülkelerin ayakta duracağını kimler merak etti?
Hiç kimse...
*
ABD’nin yeni üstleneceği politikalarının sonucunda daha mı fazla kötü adam üretecek, daha mı az, yoksa bir-iki tane mi üretecek? Sorusunu gündeme getiren Friedman;
Kararı bu sorular üzerine inşa etmeliyiz!
Dengesizliklerin yurduna dönüşüyor hemen her yer.
Uç noktalarda dolaşıyoruz, dolaştırılıyoruz.
Akıl çizgisi sınırsızlaşıyor.
Ve toplum terörize ediliyor sürekli...
*
Öyle tezat dolu günlerden geçiyoruz ki...
Kim doğru kim yalan söylüyor belli değil.
Anlayamıyoruz...
- “Bana bir minibüs dolusu adam verin, ihtilal yapacağım!”
İhtilal derken askeri darbeyi kastetmiyordu elbette...
Fikir adamlarının istikbal peşinde dolaşmalarına karşı duruşun bir ifadesiydi.
Ve isyanı...
*
Rüzgârın estiği her yere yel değirmenlerini kuran piyonistlerin sayısı çoğaldıkça o bir minibüs dolusu adamı öldüğü güne kadar bulamadı Necip Fazıl.
Çünkü hemen herkes uzlaşı hesaplarını yapmaktaydı.
Ve bir minibüs dolusu adam yerine bir minibüs dolusu altının peşindeydiler...
Ve kaç yüzlü olduğunu bilmediğimiz insanların arasında bir yaşam savaşı veriyoruz, anlayamıyoruz ki.
İsyan provalarıyla siyasette yeni bir kaos çıkartmaya çalışanlar, yeni oyunları yazmaya başladı bile.
*
Siyasetin belirsiz adreslerindeki ocaklarda kazanlar kaynatılıyor.
Birileri ateşi yakmak için odun taşıyor...
Ve birileri de suyu...
Kimileri kazanın içine, kimileri de altındaki ateşe...
*
Ve İpek Özbey’e söylediklerinden...
Alatlı, insanları suça itenlerin suç mahallinde olmadıklarını vurgulayarak diyor ki:
Bir kalem darbesiyle lümpen ergenleri sokağa döken yazar, alevler afakı sardığında suç mahallinde değilse, olayları evinden seyrettiğini ispat edebiliyorsa yasal olarak suçsuzdur.
Ama helal değildir yaptığı.
Bu çelişki sadece kalem darbecilerine mahsus bir durum değil.
Yasal olan ama helal olmayan başka darbelerin içinde de parmak izleri hâlâ duran ve bilinmeyen darbeciler için de aynı kural geçerli...
*
Düşünerek, geri dönüşünü hesaplayarak yazan, çizen ve konuşan kaç kişi kaldı?
Dün gibi hatırlayabildiğim günlerden biriydi...
‘İşkenceci’ adlı romanı üzerine röportaj yapmak için Etiler’deki evine gitmiştim...
İki saat süren röportajın ardından gazetenin yolunu tuttuğumda “Cesur bir yazar ama kentin meydanlarında kaç kişi taşlayacak şimdi” diye kendi kendime söylenmiştim...
O günden beri bilen de bilmeyen de taşa tuttu ama yine de suyun gittiği yere doğru gitmedi, ezber bozan bir yazar ve aydın kalabilmeyi başardı...
Yani, Alev Alatlı’ydı.
*
Kalemiyle ayakta durmaya çalışan Alatlı, bir yerlere yaranabilmeyi değil, bir yerleri yaralayabilmek için gerçekleri yazarak haykırmayı seçti.
Yalanların bir nehrin kirli sularında suyılanları gibi akıp gittiği ve gerçeklerin zor kabullenildiği bir asırda “
İslam coğrafyasındaki ülkelerde bayram kutlanıyor, kurbanlar kesiliyor...
Birbirine sarılıyor, ellerini sıkıyor, öpüyor ve kucaklaşıyor milyarlarca Müslüman...
Bağdat’ta, Şam’da ve Halep’te ise çocuklar öldürülüyor.
Alevli ateşlere odun hamallığı yapılıyor bıkıp usanmadan...
Kentleri bombalanmış, yıkık dökük evlerin önünde yapılan bayramlaşmaların, kesilen kurbanların görüntülerini izledikçe “Bu ne yaman çelişki” diyerek gözyaşlarıyla kendimize mırıldanıyoruz...
İçinden nehir geçen kentlerde kurşunlar susmuyor...
Oysa nehirlerin sularından kanlar akıyor hâlâ...
Hayvanların kanıyla değil, kendi insanlarının kanıyla akıp gidiyor zaman...