Ve hazan mevsimi eylülü öyle güzel anlatıyordu ki...
Hüzünleriyle geçip gitti işte.
Bir başka deyişle ayrılıkların,
belaların,
kopuşların,
ihanetlerin,
savaşların,
kavgaların ayı gibidir sanki...
Sallanan sadece İstanbul değil, sorumsuzluklarımızın ortaya çıkmasıyla bizler de sallanıyoruz ama farkında değiliz.
Zaruretin kanunları doğurduğu modern bir çağdayız ama gereğini yerine getirmekte ihmalkâr davranıyoruz. Çünkü yaşamayı keyif çatmaktan ibaret görüyoruz.
Ülke için yaşamayı dert etmek lazım...
Lakin iki gerçeği olanların bu duyguyu anlaması oldukça zor.
Ve boşluğun ihtişamını yaşıyoruz...
*
Aklımıza İsmail Yıldırım’ın yazdığı yaşanmış bir hikâyesi geldi...
1938 yılında Ege’nin ıssız bir köyünde, bir muhtarın halkla el ele vererek bir meseleyi nasıl çözdüğüne dair...
Ve belirsizlikler...
Bilmiyoruz, çünkü 99 depremindeki belirsizliklerin hiçbiri giderilmemiş gibi gözüküyor ya da bu durum iyi anlatılamıyor...
Her şeyi devletin sırtına yükleyip, bir kenara çekilip seyretmekten de bıkıp usanmadıkça bir şeyler düzelmeyecek gibi görünüyor...
*
Unutarak yaşamayı gelenekselleştirmeyi başarabilmişiz...
Halk, deprem toplanma merkezlerinin neresi olduğunu hâlâ bilmiyor...
Ve o toplanma merkezlerine nasıl gidileceğini de...
Gökdelenlerin arasına sıkıştırılmış küçük bir mezarlığı
“Acayipleşti havalar,
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar” diyen Nâzım’ın mısraları aklımıza düşüyor...
Bir dünya şehrinin ortasında milyonlarca insanın çaresizliğini izledikçe anlıyoruz ki
99 depreminden kimse ders çıkarmamış...
Ve o günden bugüne ne tedbirler alındığına dair doğru dürüst bir şey bilmediğimizi de...
Her deprem olduğunda eksik yanlarımızı fark ediyoruz...
Depremin hemen ardından herkes işyerlerini, evini terk edip araçlarına binip yollara düşüyor...
“Küresel güçler bu tehlikeli gidişe ‘dur’ diyebilecekler mi” sorusunu da gündeme getirmiş ve BM’de yapılacak olan İklim Eylem Zirvesi’nde hangi kararların alınacağından bahsetmiştik...
*
Ve zirvede beklenilen gerçekleşiyor gibi...
Dünyanın hemen her ülkesinde yapılan eylemleri, ülkelerin liderlerinin de oldukça ciddiye aldıklarını anlıyoruz...
BM’nin 66 ülkenin iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında karbon salınımını 2050’ye kadar sıfıra indirme taahhüdünde bulunduğunu duyurması da bu ciddiye alınışın ilk somut göstergesi...
ABD Başkanı Donald Trump’ın hiç beklenmediği halde İklim Zirvesi’nin yapıldığı BM Genel Kurulu salonuna gelişi de herkesi şaşırtmaya yetmiş...
Çünkü bugüne kadar ABD bu konuda katı bir tutum izliyor ve ortak kararlara pek katılmak istemiyordu...
Özellikle de
Ve susuzluğun, kuraklığın olası etkilerinden...
Bu krizlerin kapıya dayandığı gün ise günlük yaşantıların arasında kaybolup gidenler nerede ne yiyeceğine, giyeceğine ve dolaşılacağına dair resim bulup da koyamayacak sosyal medya sayfalarına...
Deli bir nehrin kirli suları gibi ucuz heyecanların peşinde akıp gitmeye devam ediyor günlük yaşayanların hayatı...
*
Ve New York’ta Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi bugün yapılıyor...
Yazdığımız önemli başlıkların hepsi zirvede gündeme getirilecek... Zirvenin öncesinde ise 8 ülkede yapılan anket çalışmasının sonuçları oldukça önemliydi...
ABD, Fransa, İtalya, Kanada, Almanya, Brezilya, Polonya ve İngiltere gibi 8 ülkede yapılan anket sonuçlarına göre toplumun büyük çoğunluğu dünyanın tehlikeli bir iklim krizi ile karşı karşıya olduğuna dikkat çekmişler...
*
Ve Ömer Madra’nın “kuyruğunu yiyen yılan” misaline doğru mu gidiliyor sorularına cevaplar aramıştık geçen yazımızda...
İklim değişiklikleri ve artan sıcaklıkların Ortadoğu’yu kavuruyor ve su probleminin gittikçe büyüyor oluşunu büyük bir tehlike gören araştırmalardan söz etmiştik...
Petrol satarak karşılığında su ve gıda ihraç eden ülkelerin gelecekteki durumlarının iyi olmadığını da...
Ne acıdır ki Arap ülkeleri ve liderleri lüks yaşama ve israfa devam ediyor hâlâ...
*
Sahra Orman Projesi Vakfı araştırmalarına göre “su kaynakları bakımından ikinci en yoksul ülke” Ürdün imiş...
2007 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nun Amman’da yani Ölü Deniz’deki toplantılarına katılmıştım...
Ürdün Kralı
Bilimsel araştırmalara göre tatlı su kaynaklarının yüzde 70’inin tarımda kullanıldığına dikkat çeken uzmanlar diyor ki:
Dünyadaki toplam sera gazı üretiminin üçte biri tarım faaliyetlerinden kaynaklanıyor.
Ayrıca biyolojik çeşitliliği olumsuz etkilediği gibi, toprağın bozulmasına da yol açıyor.
Tarım için kullanılabilecek arazi sınırlı olduğundan, daha verimli tarımsal üretim yapmanın yollarını bulmak gerekiyor.
*
Tükettikçe tükeniyoruz, farkında mıyız?
Bilmiyoruz...
Yalnız bildiğimiz bir şey var: Tüketim alışkanlıklarımızı da değiştirmemiz kaçınılmaz bir zorunluluk...