Bir yandan da yasa tasarısı tartışılıyor...
Ve denetimsiz yapılan yayıncılık her geçen gün tüm sektörleri terörize etmeye devam ediyor...
Halkın bilgilendirildiğini...
İfade hürriyetinin kutsal olduğunu...
Sınırlamalar getirecek olan yasanın insan haklarına aykırı yanları bulunduğunu söyleyenler, başka insanların haklarının çiğnendiğini unutuveriyor...
Hukuki zeminden kaçan, vergi ödemeyen, resmi olarak şirketlerini ülkemizde açmayan ve yöneticileri olmayan evrensel sosyal medya adresleri için evrensel bir denetim mekanizması yok...
Bu durumdan şikâyetçi olan her ülke yasal düzenlemelere gitti ve gitmeye de devam ediyor...
Peki, sosyal medya şirketleri ne diyor?
Sessizliği özlemişiz...
Ve kendimizle yalnız kalmayı...
“Akşamlar bir roman gibi biterdi” mısralarını üçüncü bir şahsın gözüyle yazan Attilâ İlhan bugün yaşasaydı belki de akşamlar bir tweet gibi biteceğinden “felaketim olurdu ağlardım” diyebilirdi...
Öyle eski yıllarda olduğu gibi uzaktan bakarak seven üçüncü şahısların şiirleri, romanları ve hikâyeleri yok artık...
Aşkların arasına artık sayısını bilemeyeceğimiz kadar üçüncü şahıslar girip çıkıyor...
Sosyal medya sayesinde kimse duygularını bile gizlemiyor...
Bir kadının fotoğrafına sapıkça cümleler yazan binlerce kişinin yorumlarını okuyunca anlıyoruz ki şiir, roman ve hikâyelerin yoksunluğu tüketmiş birçok şeyleri... X, Y, Z veya hangi kuşak olduğu da önemli değil...
*
Özellikle Ortadoğu ülkeleri...
Petrol ve doğalgaz üzerine boru hatlarıyla ve kuyularıyla kurdukları ekonomilerinin fay hatları kırılacağı günler kapıda bekliyor...
Krallar, şeyhler saraylarında artık rahat uyuyamıyor...
*
Petrol ve doğalgaz fiyatlarının aşırı düşmesi sonucu olağanüstü paralar kaybeden Arap ülkeleri kendi içlerindeki bu dengesizliği ve açığı nasıl kapatacaklarını düşünmeye başladı...
Lakin, artık biraz geç kalınmış...
Rusya, İran, Meksika, Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler de bu dengesizliğin içinde yeni arayışlarını sürdürüyor...
Libya’daki güç boşluklarını doldurmaya çalışma çabaları bu yüzdendir...
Şimdi sosyal medyanın kuyularına her gün milyarlarca insan bir şeyler atıyor...
Kimin deli kimin akıllı olduğunu anlamak ise zor.
Delilerin sayısının birden fazla olduğunu düşünürsek artık kaç milyar akıllının bu taşları çıkarması gerekecek bilmiyoruz...
*
Bir yalanı yüz binlerce insan alıp paylaşınca olay doğruymuş gibi kabulleniliyor...
Rüzgâr hızıyla yayılan fitne, dedikodu, iftiraya ‘dur’ demenin imkânsızlaştığı bir noktaya gelip dayanmışız...
Namusuyla yaşayanlar artık isyan ediyor...
O sessiz kalabalığın öfkesi gittikçe büyüyor...
Sosyal medyanın duvarlarına her saniye yazılan yalan, iftira, hakaret, dalkavukluk ve operasyonel davranışlara karşıyız...
Hukukun üstünlüğünü kabul ediyorsak, başkalarına hakaret edilmesini kimse ifade özgürlüğünden sayamaz...
Bir ülkenin vatandaşlarını yalandan, iftiradan, hakaretten devlet ve hukuk koruyamıyorsa suçlulara ayrıcalık tanınıyor demektir... Kimsenin böyle bir suç işleme ayrıcalığı yoktur... Eşitlik sadece suçların karşısında verilecek cezada vardır... Mal, mülk, para, iş ve makam paylaşımında eşitlik arayanların en büyük yanılgısı da budur.
*
Vergisiz ve hukuki sorumluluğu olmayan sosyal medya adreslerinin ülkemizdeki hali budur... Kimin eli kimin cebinde belli değil...
Sosyal medyanın duvarlarında yapılan her tür rezalete yasalarla bir son verilmeli...
Gece yarılarında yüzleri maskeli, elleri silahlı militanların kentlerin duvarlarına yazdıkları sloganlar bile bunların yaptıklarının yanında masum kalıyor...
Reklam alıyor, para kazanıyorlar ama vergi ödemiyorlar, hukuksuz alanda her gün binlerce kişiyi mağdur ediyorlar ve suçluların suçlarına ortak oluyorlar...
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, Yüksek Adalet Divanı’nın verdiği tüm kararlar hükümsüz hale getirilmiş olacak.
Ve Yassıada’da yargılananlara ya da vârislerine ise tazminat hakkı doğacak.
60 yıl sonra adaletsizliğe son veriliyor...
Demokrasinin katledildiği adadaki haksızlık 60 yıl sonra telafi ediliyor...
Bu haksızlığı yaşayanlardan birçoğu ile röportaj yaptığım için o mağdurların hepsi bugünleri görmeyi çok istiyordu ama göremediler...
*
Umutları yarınların sırtına yüklemişiz...
Ve sloganlaştırmışız...
“Ortadoğu’ya demokrasi neden gelmiyor?”
Diyor ki:
Ortadoğu’ya demokrasi getirmek için ne yeterli zamanımız, ne dayanıklılığımız, ne enerji ne de bilgi birikimimizin olmadığını artık tüm dünya biliyor ve anlıyor.
*
Bizler biliyor ve anlıyorduk da...
Anlamayanlara anlatamıyorduk...
Özellikle de içimizdekilere...
ABD, Ortadoğu’ya demokrasi niye götürsün ki?
Kısa öykülerin en başarılı örnekleri, toplumlarda rahatsız edici çalkantıların oluştuğu zamanlarda ve insanların dışlandığı yerlerde yazılmıştır.
*
Herkes ekonomi, virüs konuşuyor, yazıyor... Lakin, öyküleri yok...
*
İnsanların yaşadıkları acıları, sıkıntıları, hastalıkları, mağduriyetleri kaleme alan Sait Faik, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Peyami Safa, Tomris Uyar, Tarık Buğra, Attilâ İlhan, Oğuz Atay, Bilge Karasu, Füruzan, Refik Halid Karay, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt ve Ferit Edgü’ler gibi daha niceleri artık yok...
Yani, yaşadığı dönemin tanıkları olan bu yazarlar yaşananları ölümsüzleştirmişlerdir...
İnsana dair yeni hikâyeler, şiirler ve romanlar yazan yok gibi...
Türkülerini söyleyen de yok...