Parksız, bahçesiz, tarihsiz ve kültürsüz bırakılan şehirler aşırı nüfus artışıyla toplu konutların adresi haline geliyor...
Ülkemizde sayısını bilemediğimiz kadar mimarlık, mühendislik fakültesi olmasına rağmen hâlâ ev yapmayı bilmiyoruz...
Yüzyıllar önce Harput’ta yapılan evlerin mimarisine ve estetiğine rağmen modern çağın zirvesinde yapılan inşaatlara bakıyoruz ve bu hale nasıl geldiğimizin nedenlerini bir türlü bulamıyoruz...
*
Yüzyıllar sonra Harput gibi tarihi bir yeri ölü şehrine çevirmişiz...
Sanki bin yıllık bir mezarlık...
Harput’a gittiğimizde öğreniyoruz ki artık mezarlıklara kapanmış...
Deprem sonrası dağa taşa yapılan toplu konutlar ise Elazığ şehrinin silüetini bozmuş ama yapacak başka bir şey de yok...
Doğup büyüdüğümüz baba ocağı topraklarına kırk yıldan beri gidip geliyoruz. Her gidişimizde dağınık ve estetikten, kaliteden uzak bir yapılaşmanın alıp başını gittiğini görüyorduk ve özellikle de depreme karşı bir tedbir alınmadığına şahit oluyorduk...
Buluştuğumuz, görüştüğümüz her yetkiliye gördüklerimizi anlatıyorduk ama kimsenin bizi dinlediği yoktu...
Varsa yoksa siyasi hesaplar ve söylemlerden başka kimsenin bir şey düşündüğü ve geliştirdiği de yoktu...
*
İki yıl önce Elazığ’da yaşanan deprem felaketinin ardından yıllar boyunca biriktirilen tüm sorumsuzlukların faturasını bugün devlet, millet ödüyor, ödemiş bile...
TOKİ ve AFAD’ın yaptırdığı konutlarla, parklarla, yollarla şehrin çehresi değişmiş ve depreme dayanaklı binaların da sayısı artmış...
TOKİ 23 bin 500’e yakın konut yapıp teslim etmiş...
Ayrıca 7 okul, 9 cami ve öğrenci yurtları yapmış...
- Sen, her gün köşe başlarında
Yırtık urbanla, kirli ellerinle
Avuç açan, sefil insan.
*
“İnan yok farkımız birbirimizden” diyen Hugo devam ediyor:
- Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
Beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
Ötekinden isteyeceksin.
89 yılından beri gidip geldiğimiz Paris’teki lüks adreslerde etiketlerin her geçen gün daha da arttığına şahit oluyoruz...
Çünkü herkes kaybetmiyor, bazıları da kazanıyor...
Ekmek, su, ulaşım, akaryakıt, yemek bir şehrin günlük yaşamıyla ilgili yeteri kadar fikir veriyor...
*
4 Euro’ya bir şişe su...
Yani 64 TL...
Paris’e uzak yerlerde ise 1 Euro...
Suyun markası aynı ama fiyatı merkeze yaklaştıkça artıyor, uzaklaştıkça düşüyor...
Kentin caddelerinin geniş kaldırımlarında yürüyen insanları az görüyoruz ama yeraltındaki metroya indiğimizde vagonların dolu olduğuna şahit oluyoruz...
Yukarıda maskesiz bir hayat yaşanıyor...
Sanki pandemi hiç yokmuş gibi...
Yeraltına indiğimizde herkesin maskeli olduğunu görüyoruz, meğer metroda maske takmak zorunlu imiş...
*
Paris’teki ünlü alışveriş merkezleri de eskisi gibi kalabalık değil...
Pandemi öncesi alışveriş merkezlerinde çok sayıda Arap turiste rastlıyorduk, şimdi yok gibiler...
Her yerde Uzak Doğulu ve Çinliler...
Ve hangi adayın kazanacağı iki ülke arasındaki ilişkiler açısından önemli...
- Aşırı sağcı aday Le Pen, ırkçı ve göçmen karşıtı söylemleriyle AB’yi kendi içine kilitlemeyi tercih ediyor...
Macron ise seçildiği 2017 yılından bugüne kadar Türkiye ile gerginliklerin yaşanmasına rağmen en azından açıkça ırkçı ve göçmen karşıtı değil...
İkinci turda aşırı solcuların oylarının da Macron’a gideceğini düşünüyoruz...
Macron, yeniden kazanması halinde Türkiye ile yeni bir sayfa açarak yola devam edebilir...
Çünkü seçimlerin siyasi boyutu olduğu kadar ekonomik yönü de oldukça yön belirleyici...
*
Macron
Biri Emmanuel Macron diğeri aşırı sağcı aday Marine Le Pen...
Aşırı solcu adaylardan Jean-Luc Melenchon yüzde 20’de kalırken, aşırı sağcı bir başka aday Eric Zemmour ise yüzde 7 civarında oy aldı...
İkinci turda aşırı sağcılar ve aşırı solcuların oylarının hangi adayda toplanacağı belli gibi...
Tabii ki seçmenler oylarının rengini değiştirmezse...
24 Nisan’da yapılacak ikinci turda Fransa’nın yeni cumhurbaşkanının kim olacağı belli olacak...
*
Macron ile Le Pen’in birinci turda aldığı oyların arasında büyük bir fark yok...
Macron
Evlerin ışıkları nehrin kirli sularını aydınlatıyor ve tüm pencereler suyun içinde yüzüyor gibi...
Nehir kenarındaki kaldırımlarda yürüyen insanlar çadır kurup dilenen düzensiz göçmenlerin yani bir nevi modern çağın “Sefiller”inin yüzüne bile bakmıyor...
Oysa Louvre, Orsay müzelerinin önlerinde kilometrelerce kuyrukta saatlerce bekleyen insanlar içerdeki resimleri seyretmek için para veriyor...
Bu ne yaman çelişki diyebiliyoruz...
*
Fransa’nın başkentinde bir yandan yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçim telaşı diğer yandan düzensiz göçmenler...
Macron’un rakipleri özellikle “göç karşıtlığını” sürekli gündeme getiriyor ve seçildikleri takdirde göçmenlere karşı ağır yaptırımlarda bulunacaklarına dair sözler veriyor...
*