Balkondaki kalabalık arasından bir kişi ayağa kalkmış. Sahneden “Ahmet, Ahmet” diye bağıran adama seslenmiş:
- Kardeşim benim adım Ahmet değil. Neden durmadan bana Ahmet diyorsun?
22 Temmuz seçimlerinin sonucunu da, kendilerine dönük bir sesleniş gibi algılayanlar var ülkemizde. Önceki gün de Ertuğrul Özkök Hürriyet’teki yazısında, kendilerini “beyaz zenci” gibi hissedenlerden söz ediyor ve bunun sebebini de şöyle açıklıyordu:
- Çünkü, bazı kişilerin ve yazarların zafer çığlıkları öyle sakil bir hal aldı ki, toplumun bir kesimi kendini işte bu duyguya sığınmış buldu.
Mahalleye karşı çevre mi?
Seçim sonuçlarını haber ve yorumlarında yanlış tahmin eden veya Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmaması için medyatik kampanya açanların, kendilerini
Tartışmaların bir tarafında demokrasiyi üst değer olarak benimseyenler var, diğer tarafta ise demokrasinin laikliği tehlikeye attığını savunanlar bulunmakta. Bazılarının “Beyaz Türkler” diye nitelediği kesimlerin bir bölümü AK Parti iktidarının 2’nci seçim zaferi ertesinde, laikliğin artık iyice tehdit altında olduğunu daha da yoğun biçimde tekrarlıyor…
Bu tartışmalarda AK Parti iktidarının laikliğe dönük tehdit oluşturduğunu iddia edenlerin ciddi bir problemi var.
Çünkü kimse “Bunlar ülkeyi kötü yönetiyor” veya “Bunlar iş bilmiyor” diyemiyor.
Neticede “bunlar”ın 2002’de yönetimini devraldıkları ülke, eskisinden daha iyi noktada. Zaten öyle olmasa, ikinci kez ve daha büyük çoğunlukla seçimi kazanamazlardı. Sağlanılan siyasi ve ekonomik istikrarın devamı için, felsefe olarak AK Parti’ye karşı olan kesimler de oylarını iktidarın devamı için kullanmadılar mı?
Türban ve bikini
Aslında geride kalan 4.5 yıllık birinci iktidar dönemlerinde de, ülkede laikliğin tehdit altında bulunduğunu gösterebilecek gelişmeler pek olmadı. Türbanlı eşler kadar, Türkiye’nin görüntüsünü selülitleri dolayısıyla teşhir edilen bikinililer de temsil etti. Alkollü içki üretimi arttı, dünya ile entegrasyon her alanda hızlandı.
Atatürk’ün naaşının 1953’te Demokrat Parti iktidarı tarafından yapımı tamamlanan Anıtkabir’e taşınmasından beri, “Özel Defter”e yaşanılan günlerin bazen bilgi notu bazen de yakınma biçiminde rapor edilmesi, sosyo-politik yaşamımızın vazgeçilmez bir geleneğidir.
Yakın tarihe ilgi duyanlar, O’nun sağlığında yaverleri tarafından tutulan “Atatürk’ün Nöbet Defteri”nin, ölümünden sonra “Özel Defter” ile devam ettiğini fark etmişlerdir. Bu defterden sade tayinleri, terfileri, güven oylamalarını ve darbeleri izlemezsiniz. Aynı zamanda Türkiye’de hangi siyasal eğilimlerin yükseldiğini de görürsünüz.
Cavit Kavak anlatmıştı.. Sol-sağ kamplaşmasının tırmandığı ve Demirel’in Adalet Partisi Hükümetinin Başbakanı olduğu 1960’ların sonunda, solcu fikir kulüpleri üyesi gençler, 19 Mayıs’ta Samsun’da başlayan yürüyüşlerini, Anıtkabir’de bitirirler.
Senin polisin ve senin gençliğin
Gençler adına bir sözcü Anıtkabir Defteri’ne sağcı hükümeti Atatürk’e şikayet eden yazıyı yazmaya çalışırken, Toplum Polisi yürüyüşçü gençlere saldırır. Coplar inip kalkmaya başlar.
Defter’in başındaki genç bir yandan polislere direnirken, bir yandan da
Çünkü Zeki’nin topu kendi kalesine mi yoksa saha dışına mı atacağını kimse kestiremezdi.
Siyasette de sık sık kendine hakim olamayıp, Zeki gibi topu nereye atacağını şaşıranlara rastlamıyor muyuz? Bunun son öreğini, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın iktidara dönük eleştiri ve uyarı içerikli konuşmasına AK Parti’ye yakın çevrelerden gelen tepkilerden verebiliriz.
Örneğin TÜSİAD Başkanı’nın yeni Anayasa çalışmalarına ilişkin beş kriter sıralamasına AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış "TBMM dışında seçmenin hükümeti denetleme yetkisi verdiği bir başka organ yoktur" diye tepki koydu.
Beş kriter
Yalçındağ'ın belirlediği kriterleri, Radikal’den alarak hatırlatalım:
- Anayasa, cumhuriyet kazanımlarını eksiksiz yansıtmalı
- Nasıl statik hesabını doğru yapmayan mimarın inşa ettiği ev çökebilirse veya bistürisini yanlış kullanan cerrahın hastası ölürse, siyasetçi hata yaptığı zaman da ülke ve toplum büyük zararlar görür.
Mimar ve mühendis sayın okurlardan yoğun tepki geldi bu benzetmeye. Sayın Mehmet Tosun Turgay’ın aşağıdaki mesajı, bunlara bir örnekti:
- Bugünkü yazınızın ''Seçimi neden kazandılar'' alt başlıklı bölümünde ''...Statik hesabını doğru yapmayan mimarın evi çöker...'' şeklindeki benzetmenizde bir mesleki tarif hatası bulunmaktadır.
- Bir ev yaptırmayı düşündüğünüzü var sayalım. Kör topal kafanızda konforlu bir tasarım oluşturursunuz. Bunu bir mimara aktararak tasarımınızı mimari bir plana dönüştürülmesini sağlarsınız. Kapılar, pencereler, odalar ve birbirleriyle ilişkisi, çatınız, dış cepheniz, bahçeniz, vs… Ne varsa çizer.
Mimar tasarımcı, mühendis hesapçı
- Elinizdeki mimari planın bir inşaat mühendisi yardımıyla inşaatın yapılacağı yörenin standartları ile statik ve betonarme hesapları yapılır… Statik hesap; binaya gelecek olan yükleri (kendi yükü, hareketli yükler, kar, yağmur, rüzgar, deprem, vs.) hesap eder. Betonarme hesapta; statik hesapla ortaya çıkan yüklerle binayı ayakta tutan kolon, kiriş, döşeme, temel gibi taşıyıcıların şekil, ebat, kalite çeşidi, demir miktarı hesap ve tayin edilir. İsterseniz binaya gidecek olan iğneden ipliğe bütün malzeme maliyet bedelini de hesaplar.
Olaylara hep aynı açıdan bakmak ve tekdüzeliği bir dünya görüşü biçiminde benimsemek bıktırıcı bir süreç oluşturmaya başladı. Bunun yansımalarından biri de “Değişim”in sürekli AK Parti kadroları üzerinden anlaşılmaya çalışılması değil mi?
-Bunlar değişmez, bunların gizli gündemleri hep aynı…
-Tayyip Erdoğan’ın da, Abdullah Gül’ün de eşleri türbanlı… Değişim bunların evlerinin kapısından giremez…
Bu tür söylemleri sık sık duyup okumuyor muyuz?
Acaba bir başka açıdan bakıp, AK Partililer dışında başka kimlerin ve hangi kesimlerin değişmediklerini de anlamaya çalışsak doğru olmaz mı? Veya “Cumhuriyet İlkeleri”ni hem sözde hem de özde benimseyen kesimlerden hangilerinin değiştiğini anlamaya çalışsak…
Laiklik ve demokrasi
Bu nedenle kamuoyunda belirli önyargılarla damgalanmış kişiler ve kesimler ve hatta uluslar, ağızları ile kuş tutsalar bile bu önyargıları kolay kolay değiştiremezler.
Diplomasinin kuramcılarından Harold Nicolson, “Bir Alman meyhanecinin gözünde bütün Fransızlar küstah, bir Fransız meyhanecinin gözünde de bütün Almanlar kabadır” der.
Bu önyargıları aşabilen devlet adamları, mesela Schuman ve Adenauer Avrupa Birliği’nin temellerini atabilmişlerdir. Sonunda Fransızlar ile Almanlar, Frank ile Mark’ı feda edip “Euro”da birleşmişler ve ekonomik kaderlerini birbirlerine bağlamışlardır.
Bizim sosyo-politik yaşamımızda da tarihten bugüne gelen sayısız önyargılar var.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopup bağımsızlık kazanmak için ayaklanan ulusları, hala “Bizi arkadan vurmak”la suçlamaz mıyız mesela? Bunun gibi cumhuriyetin tek partili totaliter rejiminde farklı sesler çıkartanlar da, “gerici”, “satılmış”, “hain”, “bölücü” gibi damgalarla damgalanmamış mıdır?
Çok seslilik ve çok renklilik demek olan demokrasinin, bu eski tabloyu değiştirmesi ve önyargıları yıkması beklenirdi.
Siyasi cemaatler
Belirli süredir, bir garip duygu kapladı beni.
Dünyanın diğer ülkeleri ile Türkiye arasında çarpıcı bir fark olduğunu görmeye başladım.
Dünyanın diğer ülkelerinde yaşam çok değişik alanlarda oluşuyor. Türkiye’de ise sadece, resmi davetlerin, resepsiyonların, protokolde yer alanların sahnelendiği mekanlar var sanki.
Türkiye büyük bir salon gibi. Sabah başlayan davetler akşamları da devam ediyor. Bu davetlerin şifrelerini çözmek de, siyasetin, idarenin ve medyanın tek uğraşı gibi.
Ben bunları düşünürken, “Onpunto.com”da, Aydınlı 42 yaşındaki Necip Güven’in “Tören Devleti- Devlet Töreni” başlıklı yazısını okudum.
Benim de gözlemlerimle ve düşüncelerimle tam olarak örtüşen bu yazıyı, siz sayın okurlarımla paylaşmayı gerekli gördüm. İşte Necip Güven’in yazısı:
Necip Güven’in yazısı