Paylaş
Son aylarda Avrupa Birliği ile ilişkilerin bir türlü hareketlenmemesi, yeni açılımların konuşulmasına yol açıyor. Bunların başında da, AB Konseyi’nden bir “tam üyelik tarihi” istenmesi geliyor.
Bu uygulamanın örnekleri beşinci genişleme sürecinde yaşandı. Aday ülkelerin tümü için müzakere sürecinde üyelik hedef tarihleri belirlendi. Bizimle aynı tarihte müzakereye başlayan Hırvatistan’a da bir tarih verildi.
Acaba aynı yaklaşım Türkiye için de istenemez mi ?
Türkiye için bu zorlamayı öneren çevrelerin görüşlerini şöyle özetleyebilirim:
Bu mantık dışardan bakıldığında cazip geliyor.
Türkiye, Avrupa Birliği’ne başvuracak vetam üyelik için kesin bir tarih isteyecek. Eğer Avrupalılar, söyledikleri gibi gerçekten niyetlerinde samimiyseler, bu tarihi verecekler. O zaman da,Avrupa projesinin önü açılacak. Türkiye tam üyeliğe koşacak.
Veya Avrupalılar bu girişimi reddedecekler.
O zaman da, ne Türkiye ne de AB boş yere zaman kaybetmiş olacak. Herkes kendi yoluna devam edecek.
Cazip değil mi ?
Hele 27 üye ülkeden 22’sinin Türk Tam üyeliğine destek verdiği düşünülürse, bu kararın kolaylıkla alınabilineceğini düşünenler dahi var.
Ancak madalyonun öbür yüzü hiç de bu kadar parlak değil.
MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ
Gelin, karşı görüşleri alt alta yazalım, sonra da nasıl yapılması gerektiğine bakalım.
1. Böyle bir girişimin en büyük tehlikesi zamanlamasıdır. Ortam Türkiye’nin aleyhineyken bu yönde bir adım atılması, çıkacak sonucu olumsuz etkileyebilir. Bugün, Türkiye’nin aleyhinde rüzgarların estiği bir süreçten geçilmektedir. Kamu oylarındaki hava, Türkiye’nin tam üyeliğine karşıdır. Hükümetlerin de, kamu oyu baskısına rağmen hareket etmeleri çok güçtür.
2. Bu aşamada Tam Üyelik Tarihi istenmesi zamansızdır. Gereksiz şekilde yeniden “Türkiye Avrupalı mı, değil mi?” tartışması körüklenecek ve anti- Türk güçler harekete geçeceklerdir.
3. Türkiye’nin tam üyelik tarihinin tartışılacağı Konsey toplantısında, örneğin Fransa-Yunanistan ve Kıbrıs’ın veto kullanmaları büyük olasılıktır. Fransa iç politika nedenleriyle, Kıbrıs ve Yunanistan da, istedikleri ödünleri elde edemeden Türkiye’nin üyeliğinin kesinleşmesini istemeyeceklerinden dolayı vetolarını kullanacaklardır.
Böylesine büyük bir riski almaya acaba gerek var mı ?
Kesinlikle yok. Üstelik aynı hedefe başka yöntemle de ulaşılabilme imkanı varken, neden böyle bir maceraya girilsin ?
Unutmayalım ki, 2004’te Türkiye ile müzakerelerin açılmasına karar verildiği dönemlerde, AB Komisyonu’nda hemen herkes, bu üyeliğin 2014 tarihinde gerçekleşeceğini söylüyordu. Hesaplar dahi, bu tarihe göre ayarlanmıştı. Teknik müzakerelerin, her adayla olduğu gibi, Türkiye ile de en fazla 6 yıl süreceği, geriye kalan 4 yılın da siyasi hazırlıklarla geçebileceği hesaplanmıştı. Ancak tahminler tutmadı. Hem Türkiye, hem de AB bekleneni veremediler.
PEKİ NE YAPMALI?
Eğer Türkiye isterse, şimdi dahi 2015-2017’de bu projeyi tamamlayabilir. Hatta isterse kendine kesin bir tarih dahi saptayabilir.
Örneğin Ankara, eğer 2016’yı kendine hedef tayin eder,Ulusal Programı’nı da bu tarihe göre planlayıp Avrupa’ya açıklar ve somut adımlarını atmaya başlarsa yolun yarıdan fazlasını geçmiş olur.
Ardından da, 27 başkenti dolaşıp 2017 tarihi için lobi yapma ve teker teker bu tarihi kabul ettirme süreci başlar.
Her gittikleri başkentte 2017 tarihinin gerçekçiliği anlatılır ve inandırılırsa, yavaş yavaş bir uzlaşı doğmaya başlar.
Polonya aynen bu şekilde davrandı ve başardı. Üye ülkelerin yarısına yakını destek verince, geriye kalanlar da hedef tarihi benimsediler.
Türkiye de başarabilir.
Hem de hiç risk almadan hedefine ulaşabilir.
Yeter ki Ak Parti iktidarı bunu içine sindirsin ve harekete geçsin...
Paylaş