2009 yılını birçok açıdan değerlendireceğiz, ancak en anlamlı gelişmelerden birinin, İsviçre’deki minare referandumu olduğunu söyleyebiliriz.
İsviçre, Avrupa’nın göbeğinde son derece refah içinde yaşayan 7 milyonluk bir ülke. Tek kuşkuları, rahatlarının bozulması, elde ettikleri varlık ortamının tehlikeye girmesi. Son derece kibar, para getirdikleri sürece yabancılara kucak açan, sakin bir toplum.
Bu toplumu en az rahatsız eden unsurların başında da, aralarındaki 400 bin müslüman geliyor. Topu topu 4 adet minareli camii ile birlikte, İsviçre’lilerin günlük hayatlarında İslam ile neredeyse temasları dahi yok, denilebilir.
Buna rağmen, minarelerin yasaklanması kararının nedenleri incelendiğinde, ortaya Avrupa’nın bir gerçeği çıkıverdi. Pandora kutusu açıldı ve cinler dağıldı. Bu küçücük ülkenin referandumu, öylesine bir damara rastladı, öyle bir sinire çırptı ki, o gün bugündür tartışmalar durmuyor, aksine yaygınlaşıyor.
Bu hafta sizlerle, 2009 yılında dikkatimizi çeken gelişmeleri paylaşacağım. Bunların başında da dış politika geliyor.
Zaman zaman geriye bakıp, bugünkü gelişmelerle karşılaştırma yapmak gerekiyor. O zaman, yaşadığımız değişimleri ve bunların yararlı mı, yoksa zararlı mı olduğunu çok daha iyi anlayabiliyoruz.
Bugün sizleri, işte bu niyetle gerilere götüreceğim ve birlikte yaşadığımız eski günlerle bugünleri karşılaştıracağım.
40 yılı aşkın süredir, Türk dış politikasında ne gibi yaklaşım farkları oldu? Ne tip krizlerde, nasıl tepkiler verdik? Uluslararası sorunlarda nasıl bir pozisyon aldık? Dış politikaya yönelik, ancak tamamen bizi ilgilendiren krizlerde ne yaptık?
Son derece güç ve garip bir durumla karşı karşıyayız. Eğer kısa sürede çözüm bulunamazsa, Açılım olduğu yere çakılıp kalacak.
İktidar, bütün gücüyle Kürt sorununu “yaşanabilir” bir noktaya indirmek ve PKK terörünü günlük yaşamımızdan çıkarmak istiyor. Bu yönde çaba harcıyor. Gerilimi indirmeye çabalıyor. Ancak, ortamı hafifletme sırasında bir bakıyorsunuz, gösteri yapan çocuklar tutuklanıyor. DTP’nin Belediye başkanları gözaltına alınıyor, Ahmet Türk mahkemeye veriliyor. O zaman da Güneydoğu ayaklanıyor. Tepkiler doğuyor, gerilim artıyor. Olaylar büyüyor. Açılım tehlikeye giriyor. Hadi bakalım, yeniden yumuşatma çabaları, yine kimi alttan alan, kimi gözdağı veren demeçlerle Açılım rayına oturtulmaya çalışılıyor. Kendi kendinize “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diyor olabilirsiniz.
Neden bu çelişki var?
Savcılar, yargıçlar ve güvenlik güçleri, açılımı bozmaya mı çalışıyorlar?
Tekrar ediyorum, aşağıda okuyacaklarınız Arınç’ın ağzından çıkmadı. Bunlar benim gözlemlerim.
Başbakan yardımcısı, Genelkurmay Başkanlığının yaptığı açıklamayı tatmin edici bulmuyor. Eski türkçe deyimiyle “zırva tevil götürmez” (saçma sapan boş bir düşünceyi, eylemi haklı göstermeye kalkışmak yanlıştır) anlamına gelen bir tutum içinde. Evinin etrafındaki askerlerin başka bir görevle orada bulunduğu gerekçesine de inanmıyor. İlerde gerçekleştirilebilecek bir girişimin hazırlığı olabileceği kanısında.
Arınç, işte bundan dolayı biran önce bu konunun iyi bir şekilde soruşturulup gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyor.
BU GÜVENSİZLİK BİTİRİLMELİ
Patrik Barthelomeos’un son demecini günlerdir tartışıyoruz. Doğrusu, bundan daha etkili bir çıkış, bir dikkat çekiş olamazdı. Patrik müthiş bir PR (Halkla İlişkiler) başarısına imza attı. Başbakanla defalarca konuşsa, Milli Eğitim Bakanından onlarca defa söz almış olsa dahi, bu kadar etkili olamazdı.
Demecin ilk duyulduğu günden bu yana çıkan bütün gazeteleri okudum. TV, haber programları ve haberlerini izledim, demeçleri inceledim.
Sonuç çok net:
- Patrik, sözleriyle kamuoyunun dikkatini çekmesini bildi. Ruhban okulunun açılması konusunu gündemin en tepesine yerleştirdi.
-
Hiç gocunmayalım.
Kendi kendimizi aldatmayalım.
Abartılı milliyetçi söylemler, sloganlarla işi geçiştirmeyelim.
Gelin karşımızdaki gerçeklere bakalım ve gerçekçi bir değerlendirme yapalım.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun tepkisine katılmıyorum.
Patrik haklıdır. Devlet ilgisizliğiyle, verdiği sözleri tutmayarak, 38 yıldır bir Türk kurumunu oyalayarak Patriği çarmıha germiştir.
Sayın dışişleri bakanınız kusuruma bakmasın, ancak Devletimizde çarmıha germe kültürü ve alışkanlığı vardır. Bunu da sadece Patrikhaneye karşı değil, geçmişte nice vatandaşına , hatta kurumlarına uygulamış, hala da uygulamaktadır.
Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos- bilmeyenler için söyleyeyim- arkasından milyonlarca Ortodoksu sürükleyen, dünyanın dört bir köşesindeki Ortodoksların büyük bir dikkatle izledikleri dini bir liderdir. Müslüman bir ülkenin kalbinde oturan bir Patrikhanenin Uluslararası konumundaki lideridir.
Bizler ise bu durumdan gurur duyacağımıza, hoşgörümüzün bir simgesi gibi niteleyeceğimize, onu Fener patriği diye küçümseriz.
Öcalan’ın ne denli güçlü olduğu biliniyordu, ancak bu kadar etkili olduğunu kimse tahmin etmiyordu.
DTP milletvekillerinin istifalarını geri almaları, Açılımın bundan sonraki sürecinde, tüm dengeleri değiştirdi.
Öcalan bu tutumuyla, gerçek liderin kendisi olduğunu, eğer bu sorun çözülecekse muhatabın başka yerde aranmaması gerektiğini gösterdi.
Bir direktifiyle, Kandil’den heyet getirtti. Mahmur’u boşaltabileceğini ispatladı. Bir başka işaretiyle yol haritasını açıkladı ve kendini adres göstertti. Ankara’dan ses çıkmayınca, bu defa PKK’ya Tokat’ta uyarı ateşi açtırttı. O da yetmedi, önce DTP’lileri istifa ettirip, ardından şimdi de istifalarını geri aldırttı.