Can Dündar, bu ülkenin en önemli fay hatlarından birine dokundu.
Hep böyledir, kim ilk adımı atar ve kimsenin dokunmaya cesaret edemediği bir konuya değinirse, bedelini öder. Benim de birkaç defa başımdan geçtiğinden dolayı gayet iyi bilirim.
Bir yandan, yaptığınız işten eminsinizdir.
Hiçbir kötü niyetiniz yoktur.
Ağca’nın hapishaneden çıkışı, girişi kadar gürültülü oldu.
Aslına bakacak olursanız, bu adamın öylesine müthiş bir cazibesi yok.
Ancak elinde iki önemli hikaye var.
Biri, Papa’yı vurma olayının arkasında, Rus-Bulgar komplosunun bulunup bulunmadığı idi. Ancak Komünizmin çökmesinden sonra, bu konudaki Amerikan-Avrupa ilgisi, tamamen bitmedi ama azaldı.
M. Ali Ağca ile ilk defa 1988 yılında İtalya’daki Ascoli Piceno hapishanesinin küçücük bir odasında tanışmıştım. 32. Gün programı için ilk söyleşiyi yapmak üzere oradaydım. O zamana kadar kimseyle konuşmamıştı. Sonradan, birbirimizi iki defa daha gördük. 1994 ve 1996’da bu defa Ancona hapishanesinde buluştuk.
Her görüşmemde başka bir Ağca ile karşılaştım.
Her defasında anlattıkları da, kendi de değişikti.
Merakımdan, yıllarını birlikte geçirdiği hapishanenin müdürleriyle de konuşmuştun. Onların gözündeki Ağca nasıl bir insandı acaba?
Perşembe, Türkiye’nin ekonomik ve sportif tarihinde bir dönüm noktasıydı. Saatler boyunca, Haber Kanalları tarafından canlı olarak yayınlanan ihale, neresinden bakılırsa bakılsın bir İLK oluşturdu.
Burada sizlere, ihalenin astronomik rakamından, bu paranın nasıl karşılanacağından veya Digitürk’ün abone fiyatlarının zamlanıp zamlanmayacağından söz etmek istemiyorum.
Benim dikkatimi çeken, Mehmet Karamehmet idi.
Saatler boyunca bir var olmak mücadelesi verdi.
Türkiye ile İsrail ilişkileri açıkçası direkten döndü. Eğer İsrail’in şahinleri tutumlarında ısrar etse, özür mektubunun yollanmasına karşı çıksalardı, büyük olasılıkla bugün Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol geri alınmış, hatta Büyükelçilik müsteşar düzeyine indirilmiş olacaktı.
Tabii arkası da gelecekti.
Her hafta bir gösteri olacaktı..
Başbakan başta, Ak Parti iktidarı fırsat yakaladıkça İsrail’e sert tepki gösterecekti.
Bu durum giderek ilişkileri eritecekti.
Biz de, İsrail’de önemli kayıplara uğrayacaktık.
Başbakan bu defa çok dikkatli davrandı.
İsrail ile ilişkilerimiz, Ak Parti iktidarının ilk yıllarında gayet iyi gidiyordu. Hatta islamcı bir partinin böylesine bir yaklaşım göstermesi çoğu çevrenin dikkatini çekmiş, AKP’ye prim kazandırmıştı. Batıdan yana tutumun bir işareti olarak görülmüştü.
Erdoğan’ın tepesini attıran olay, İsrail’in Türkiye’nin arabuluculuğunda önce ateş-kes sözü verip ardından Gazze’yi yerle bir etmesiydi.
Başbakan, diplomasiyi filan bir yana bıraktı ve İsrail’in bu tutumuna karşı açıkça tutum aldı.
Türk-İsrail ilişkilerinde ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya kalınıyordu. Şimdiye kadar Ankara, bazen mülayim, bazen sert İsrail’in Filistinlileri dövmesini eleştirir, ancak orada dururdu. İlişkiler devam ederdi.
Bu köşeyi yakından izleyenler bilirler. Davutoğlu’nun önce Başbakan’ın dış politika danışmanı olarak, sonra da Dışişleri Bakanlığına geldikten sonra, bu ülkenin dış politikasını büyük oranda değiştirdiğini sık sık yazmışımdır.
Bunun, “Türkiye’nin yön değiştirmesi” olmadığını, tam aksine yapılması gerekenin yapıldığını tekrarlamışımdır.
Davutoğlu, akademik bir geçmişten geliyor. Buna rağmen, kısa sürede soyut kavramlar ve akademi dilinden kurtulmasını bildi. Uluslararası politikanın, günlük pragmatik yaklaşımını başarılı şekilde uygulamaya başladı.
Bakanlığı canlandırdı.
Sabahları, gazetelere şöyle bir baktığımda dahi içim kararıyor.
Akşamları, TV kanallarındaki talk showları izleyince durum daha da karanlıklaşıyor.
Gün boyu insanlarla karşılaşıyorum, sorularına muhatap oluyorum.
Üniversitelerde konferanslara katılıyorum, bazı TV programlarında da konuk olarak sorularla karşılaşıyorum. Hele Abbas Güçlü’nün programlarını izlerken, gençlerin ülkeye bakışlarını dinlerken açıkçası ürküyorum.