Son aylarda, Türk toplumunda benim de paylaştığım bir algı var.
Bizler Türkiye’ nin yavaş yavaş AB’den uzaklaşmaya başladığını görüyoruz.
Bu bir sezgi.
İktidarın verdiği bir karar değil. Somut verileri de yok. Bu durumu yazar çizerler hissediyor ve kaygılanıyorlar.
Balyoz senaryosuna biz sürekli olarak kendi açımızdan bakıyoruz.
Gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan planların bir darbe hazırlığı mı, yoksa hayali bir senaryonun parçası mı tartışmaları arasında, etrafımızı göremez olduk.
Oysa, olayın içinde açıkça bir Türk-Yunan savaşı çıkartmak için komplo senaryosu var.
Senaryoya göre, ege üzerinde Yunan hava kuvvetleri tahrik edilecek ve bir Türk uçağını düşürmeleri sağlanacaktı. Bunu gerçekleştirebilmek için, çeşitli oyunlar oynanıyor ve Türk-Yunan savaşı çıkmasından doğacak kaostan yararlanmaya çalışılıyordu.
Gündem bu defa herşeyi ve herkesi dağıttı.
Genelde, çok sık gündem değiştiririz ancak bu son dönemlerde, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleriyle (TSK) ilgili gelişmelerin oluşturduğu gündem kadar, herşeyi unutturanını görmedim.
TSK bu ülke’nin en dokunulmaz, en tabu kurumlarından biri olduğu için, ona yönelik iddialar daima kamuoyuna cazip gelir. Bu defa, iddiaların içeriği de bu cazibeyi arttırdı.
Balyoz oyunu acaba bir “hayali senaryo mudur, yoksa gerçek bir darbe planlaması mıdır?” soruları, kamuoyundaki komplo ve dedikodu merakını inanılmaz oranda arttırdı. Ağzımızdan köpükler saçarak intikam peşinde koşanlardan, geçmiş hesapların faturalarını nakte çevirmek isteyenlere, Demokrasi ve liberal düşünce adına hareket edenlerden, laik sistemin elden gitmesinden, şeriatın geleceğinden korkanlara kadar, toplumun hemen her kesimi ayakta ve tartışıyor.
Emin olun, beni Balyoz operasyonu ürkütemedi.
Askerin olası bir darbesi de ürkütmedi, zira darbe dönemlerinin artık tarihe gömüldüğünü asker bizden iyi biliyor.
Beni asıl ürküten, Balyoz operasyonu senaryosunun son bölümü.
Hani, senaryoya göre Türk-Yunan savaşı çıkacak ardından iş karmaşa başlayacak, asker yönetime el koyacak ve ardından da bir hükümet kurulacak ya, işte o hükümetin uygulayacağı Ekonomi ve Uluslararası politikalar beni dehşete düşürdü.
Şimdiye kadar, Genelkurmay Başkanı’nı bu kadar öfkeli görmedim.
Bu öfkenin içinde biraz, gelişmeleri kontrol altına alamamanın çaresizliği, biraz da hükümete “yeter artık” mesajı vardı.
Genelkurmay Başkanı hükümete açıkça “ Bu şekilde gündemi değiştiriyorsunuz. Bırakın bu kampanyayı, gün gelir bu orduyu toparlamak güç olur” diyordu.
Tabii en önemlisi de “Sabırlarının taşma noktasına geldiğini “ belirten cümlesiydi.
Ortalık karmakarışık.
Neyin ne olduğu anlaşılamıyor.
Medyada belirli iddialar uçuşuyor, belgeler yayınlanıyor.
Askerimiz, bunların hemen her yıl yapılan Savaş Oyunu olduğunu ve tamamen hayali senaryolar çerçevesinde yapılmış planlardan başka bir şey olmadığını söylüyor.
Anayasa mahkemesinin, askerin sivil mahkemelerde yargılanmasını Anayasaya aykırı bulması, ülkemizin geleceği açısından son derece önemli ve belki de tehlikeli bir süreci başlatmış oldu.
Karar, TSK açısından önemli bir zafer sayılmalıdır. Genelkurmay Başkanlığının başından beri ısrarla ileri sürdüğü görüşün, hem de oybirliği ile kabul görmesi, uzun zamandır morallerin bozuk olduğu Genelkurmay’ı rahatlatacaktır. Ancak sorunu çözmeyecek ve belki de daha da gerilmesine yol açacaktır.
Yaklaşık iki yıldan beri, Ak Parti ile Silahlı Kuvvetler arasında, giderek büyüyen bir mücadele yaşanıyor. AKP, Genelkurmayı sivil denetime sokmak istiyor, TSK da Anayasadan kaynaklanan ve İç Hizmet Kanununun 35 inci maddesinde belirtilen “ T.C’nin iç tehditlere karşı koruyup kollama görevlerini” bırakmaya yanaşmıyor.
Asker üstünde sivil denetimin kurulması ve Askerin bazı suçlarının siviller tarafından yargılanması artık üstünde tartışılmaması dahi gereken bir konu. Artık, seçilmiş iktidarların asker tarafından denetlenmesi gibi bir durumun kabul edilir tarafı da kalmamıştır.Asker, sivil yönetime karşı darbe planlayacak, çete kuracak ve yakalandığında da sivil mahkemeler tarafından yargılanamayacak.
Can Dündar’ ın kulaklarını iki gündür çınlatıyorum. Zira fazlasıyla hakkediyor. Yine nefis bir iş yaptı. Hem gazetecilik açısından, hem de PKK için çarpışanların neler hissettiklerini, bundan daha iyi anlatan bir başka söyleşiye rastlamadım.
NTV ’deki Canlı Gaste’ de bir bölümü yayınlandı, Milliyet’te de geniş bir özeti vardı. O kadar ilgimi çekti ki, sizlerle de paylaşmak istedim.
Örnek olarak, dağdakilerin aşağı inip inmeyeceklerinin tartışıldığı, Kandil’in boşaltılması için Demokratik Açılım mücadelesinin verildiği bir sırada, bakın Şemdin Sakık neler söylüyor:
“DAĞDAKİLERİ İNDİREMEZSİNİZ”