Mehmet Ali Birand

Bugün zaten, fiilen Başkanlık sistemindeyiz

20 Nisan 2010
Başbakan, ATV’de Erdoğan Aktaş’ın yönettiği söyleşide, eğer herşey iyi giderse, 2012’de Başkanlık sistemine geçileceğini açıkladı ve yıllardır sürdürülen bir tartışmayı yeniden ateşledi. Bu fikri ortaya ilk defa Özal ortaya attığında, onu da desteklemiştim, şimdi de bu sistemin daha doğru olacağına inanıyorum. Kendimizi aldatmayalım. Bizde Başbakanlar zaten Başkan gibi davranmıyorlar mı? Herşeyi onlar saptıyor, kimse onların lafından çıkmıyor. Demirel de, Ecevit de böyleydi, Özal da “Gizli Başkan” gibi davranırlardı. Bence gerçekten Başkanlık sistemine geçelim de, doğrusunu yapalım.

Başbakan, yıllardan beri tartışılan Başkanlık Sistemine geçilebileceğini açıklayınca, gündemimize yeni bir tartışma konusu girdi.

           

Erdoğan, bizleri boş bırakmıyor. Bir tartışma konusu heyecanını kaybetti mi, hemen yenisini ortaya atıyor.

           

Bu yeni yaklaşıma göre, eğer işler iyi giderse, yani Anayasa değişikliği hiçbir kazaya uğramadan geçer ve Genel Seçimlerde de iyi bir çoğunluk sağlanırsa, Erdoğan 2012’ ye kadar, bugünkü Parlamenter sistemi Başkanlık sistemine dönüştürecek ve Çankaya’ya aday olacak.

           

Bu öneriyi -benim hatırlayabildiğim kadarıyla-, ilk defa Özal ortaya atmıştı. O zaman da hep aynı tartışma yaşandı.

           

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs halkı neyi seçecek? Çözüm mü, çözümsüzlük mü?

17 Nisan 2010
Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimi, sadece iki kişi arasındaki siyasi bir yarış değildir. Bu seçim, Ada'nın geleceğini de yakından ilgilendirmektedir. Şimdi herkes merak ediyor: Kıbrıs halkı ve Ankara, acaba neyi tercih edecek? KKTC’nin Avrupa Birliğine girmesiyle sonuçlanacak olan bir çözümü mü, yoksa ne pahasına olursa olsun, ayrı yaşamayı mı? Talat, çözüme çok daha yakın olan bir aday. Eroğlu, eski yaklaşımları ve genel politikalarıyla kendine özgü bir çözüm veya çözümsüzlük diyebileceğimiz görüşe daha yakın olan diğer aday. Bakalım karar nasıl çıkacak?

TALAT, KIBRIS’A ÇÖZÜMÜ DAHA KOLAY GETİRECEK KİŞİDİR.

Lafı fazla uzatmak istemiyorum.

 

M.Ali Talat, bu sorunun çözümlenmesini ve KKTC’nin Avrupa Birliğine girmesini isteyenlerin tercih etmesi gereken adaydır.

 

Muhalefet yıllarından bu yana, Kıbrıs sorununun çözümsüzlük yaklaşımıyla yürütülemeyeceğini görmüş ve sürekli şekilde de bu yönde adım atmış bir kişiliği vardır.

 

Eğer Türk tarafı, Annan planını kabul edip son derece önemli bir avantaj sağlamışsa, bunu

Yazının Devamını Oku

Erdoğan, İran için, neden bu kadar risk alıyor?

16 Nisan 2010
Başbakan Erdoğan, Washington zirvesinde özellikle İsrail aleyhindeki sözleri ve nükleer silahlanma yolundaki İran’ı kolladığı izlenimini veren yaklaşımıyla dikkatleri üstüne çekti. Bu iki konu, ABD için hayati derecede önemli. Üstelik Washington ne pahasına olursa olsun hem İran’ın nükleer bomba sahibi olmasını engelleyecek, hem de İsrail’i kollayacak. Erdoğan neden Obama’nın nasırına basıyor? Neden bu riskleri alıyor? İran kartıyla birşeylerin pazarlığına mı hazırlanıyor? Ya elindeki kartların gerçek değerini bilemiyor veya abartıyorsa, ortaya çıkabilecek faturayı nasıl ödeyecek?

Hafta başında Washington’daki Nükleer Zirve Toplantısını izledikten sonra, şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Obama, İran’ın nükleer bomba üretmesine izin vermeyecek.

           

Tahran’ı durdurabilmek belki çok güç olacak, çok uzun sürecek, ancak bunun için, ne gerekirse yapacak. Nükleer Zirve toplantısında bu sürecin startı verildi ve cephe oluşturulmaya başlandı.

           

Gerekirse ambargo koyacak, büyük olasılıkla tutmayacağı için nükleer merkezleri ya kendi bombalayacak, gerekirse bu görevi İsrail’e bırakacak, ancak  İran’ı durdurmak için herşeyi deneyecek.

 

Obama yönetimi açısından, İran’ın nükleer güç olmasını engellemek adeta bir tutku haline dönüşmüş. Öylesine korku senaryoları yazılıyor, son Zirve’de olduğu gibi öylesine yoğun bir baskı cephesi hazırlanıyor ki, önümüzdeki yıllarda, Washington’ un Ankara başta olmak üzere, diğer ülkelerle ilişkilerinin mihenk taşı, İran konusundaki tavırlar olacak. Hep aynı soruyu soracaklar:

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye çırpınıyor Azeriler ise hiç oralı değiller

15 Nisan 2010
WASHINGTONTürkiye’nin, Washington’da en çok Ermenistan ve İran nedeniyle başı ağrıdı ve ağrımaya da devam edecek. Başbakan’ın Ermenistanla yapılan protokoller nedeniyle bir toplantıdan ötekine nasıl koşuşturduğunu, Karabağ konusunda çözüm için nasıl çaba harcadığını, Obama’nın 24 Nisan günü Soykırım kelimesini ağzına almaması, tasarının Kongre genel kuruluna gelmemesi için, Türk yetkililerin verdikleri mücadeleyi gördüm.Sonra etrafıma baktım ve ortada Türkiye’ye yardımcı olan ne tek bir Azeri gördüm, ne de bir sempati gösterisi. Sanki uzaktan kıs kıs gülüp bizimle alay ediyorlarmış gibi bir hisse kapıldım.

Washington’da Türk heyetinin haline baktım, hem içim acıdı, hem de fena halde kızdım.

           

Başbakan, bir toplantıdan çıkıp diğerine giriyor, bir salondaki görüşmeden bir diğerine koşuyor. Dışişleri Bakanı da aynı şekilde, sürekli görüşmeler yaptı ve dil döktü.

           

Nedeni de, 24 Nisan günü Başkan Obama’nın yapacağı açıklamada Soykırım kelimesini telaffuz etmemesi ve geçen yılki gibi, Ermeniler açısından belki aynı anlama gelen "The Meds Yeghern"demesi için Amerikan yönetimini ikna çabası.

 

Hemen her yıl bu rezilliği yaşıyoruz.

           

Yazının Devamını Oku

Kimse ipleri koparmayı göze alamadı, top Obama’da kaldı

14 Nisan 2010
Başbakan Erdoğan’ ın Sarkisyan’a son derece ılımlı, yapıcı hatta biraz da kalbini almak istermiş gibi davrandığını ileri süren Ermeni kaynakları, Türk Başbakanı’nın bir sürpriz yapmaya hazırlandığını söylüyorlar. Türk tarafı ise spn derece ketum. Kimsenin ağzı açılmıyor. Bir şeyler oluyor da, dışarı sızdırılmıyormuş havası var. Kim ne kazandı, ne kaybetti ? Aslında kimse tam olarak bilmiyor. Ne Erivan ne de Ankara ipleri koparmayı göze alabildi. Şimdi herkes Başkan Obama’nın 24 nisan günkü açıklamasını merakla bekliyor. Özetlemek gerekirse, bizler kazanamadık, ABD ipleri elinde tutmayı başardı.

Eğer buradaki görüşme trafiğini ayrıntılı şekilde bildiğini ileri süren bir gazeteciye rastlarsanız, sakın kanmayın. Her iki ülke delegasyonundan bir avuç yetkilinin dışında kimseler doğru dürüst birşey bilmiyor.

 

Pazartesi sabahı Erdoğan ile Sarkisyan resim çektirmek için salona girdikleri zamanki manzarayı görseniz korkardınız. Her iki liderin suratı öylesine asık ve vücut dilleri öylesine negatif ışın veriyordu ki, bunlara bakıp, kendi kendime “ Bu odadan olumlu hiçbir şey çıkmaz” dedim. Heyetler, 90 dakikalık görüşmeden de sanki kaçar gibi çıktılar. Ne bir açıklama, ne de ümit verecek bir söz veya bakış.

 

Ancak sonradan, Ermeni kaynaklar bana , Erdoğan’ın son derece nazik, son derece yapıcı, hatta işin bu noktaya gelişinden üzüntülüymüş gibi bir havada konuştuğunu, Protokollerin TBMM’ne yollanması konusunda yakında bir karar alacağını söylediğini anlattılar.

 

Acaba doğru mu, bilemiyorum. Zira Türk heyetine Başbakanının, kimseye bilgi verilmemesi konusunda sıkı sıkıya direktifi var. Bugün basına brifing yapılırsa durumu netleştirebileceğiz. Ancak şu anki durumla ilgili bir tek şey söyleyebiliriz:

 

Yazının Devamını Oku

“Sayın Erdoğan, bizden yoksa İran’dan mı ? yanasınız ?”

13 Nisan 2010
İran ile ilişkiler, giderek, Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’yi nereye götürmek istediğinin bir testine dönüşüyor. Bu teste bir de İsrail ile ilişkilerdeki karşılıklı atışma da ekleniyor ve Türkiye’nin Uluslararası camiadaki konumu sorgulanıyor. “Acaba eskisi gibi, batı dünyasıyla birlikte hareket eden bir Türkiye mi, yoksa kendine İslam dünyasında yer arayan bir Türkiye mi?“ sorusu soruluyor. İran’ın, Nükleer Silahlanma olarak algılanan çalışmalarına Türkiye’nin müsamahalı yaklaşımı giderek artan biçimde dikkatli çekiyor ve Erdoğan’ın gerçek niyetleri sorgulanıyor. Başbakan ise, bu açık sinyallerden hiç etkilenmediğini gösteriyor. Aksi ispat edilene kadar, İran’ın doğru söylediğine inanmak istediğini söylüyor.

Aslında bu toplantıya “İran Zirvesi” demek gerekir.

 

Genel olarak “nükleer konuları konuşuyoruz” diyorlar, ancak aslında İran’ın nükleer bir güç olmaması, nükleer silahların tetiğine yeni bir parmağın daha katılmaması için neler yapılması gerektiğini konuşuyorlar.

 

Herkes İran’ın niyetlerinden korkuyor.

 

Şii bir Din Devleti olan İran’ın nükleer bomba imal etmesi, sadece batılı ülkeleri değil, bölgedeki Sünnileri de korkutuyor.

 

Yazının Devamını Oku

Washington zirvesinde gözler Erdoğan’ın üstünde…

12 Nisan 2010
Amerika, 27 ülke davet etti ve Nükleer Zirve topladı. Genel amaç, nükleer silahların eski sahiplerinde kalması, yeni ellere geçmemesini sağlamak. Aslında özel amaç, İran’ı nükleer bomba üretmekten vazgeçirmek. Bu zirvenin en çok aranan ve tutumu merak ediler kişisi de Başbakan Erdoğan. Türkiye gündemdeki sorunlu ülkelerden biri durumunda. Bakın, en çok hangi konularda Erdoğan’ın kapısı çalınıyor.

Bu kadar ülke lideri bir araya gelince, hele konu Nükleer  oldu mu, ister istemez gözler İran’a dönüyor.

 

Tahran yönetimi burada değil. Onlar da kendi zirverelerini düzenlediler, ancak dünyanın nabzı Washington’da atıyor.

 

Obama yönetimi bu zirve sırasında, İran’ın nükleer politikalarını durdurmak, hiç değilse yavaşlatabilecek bir koalisyon oluşturmak istiyor.

 

Ne olursa olsun, böylesine bir zirve topladınız mı, hemen her konu tartışılır.  Bu defa da aynı durumla karşı karşıyayız. Washington, kaynayan kazana benziyor.

 

Yazının Devamını Oku

Artık kime inanacağımızı şaşırdık

10 Nisan 2010
27 Mayıs 2009’da Türkiye sarsılmıştı. Kürt Açılımı ile ilgili adımlar atıldığı bir sırada, 7 askerimizin mayına takılıp şehit olması hepimizi yasa boğmuştu. Resmi açıklama sayesinde sorumluyu hemen bulduk: PKK. Meğer hiç ilgisi yokmuş.

27 Mayıs 2009’da Türkiye sarsılmıştı. Kürt Açılımı ile ilgili adımlar atıldığı bir sırada, 7 askerimizin mayına takılıp şehit olması hepimizi yasa boğmuştu.  Resmi açıklama  sayesinde sorumluyu hemen bulduk: PKK. Meğer hiç ilgisi yokmuş.

 

Kimse birşey sorgulamadı.

 

PKK’yı yerden yere vurduk. Hatta komplo teorileri kurduk.  PKK’nın, barış istemeyen bir kesimi Kandil’e rağmen bu mayınları dizmiş ve askerimizi şehit etmişti. PKK bu suçlamayı reddetti, ancak kimse inanmadı.

 

Resmi açıklamayı da kimse sorgulamadı. Zaten bu tip olaylarda hemen PKK’yı suçlamaya alışmıştık.

 

Yazının Devamını Oku