Başbakan, yıllardan beri tartışılan Başkanlık Sistemine geçilebileceğini açıklayınca, gündemimize yeni bir tartışma konusu girdi.
Erdoğan, bizleri boş bırakmıyor. Bir tartışma konusu heyecanını kaybetti mi, hemen yenisini ortaya atıyor.
Bu yeni yaklaşıma göre, eğer işler iyi giderse, yani Anayasa değişikliği hiçbir kazaya uğramadan geçer ve Genel Seçimlerde de iyi bir çoğunluk sağlanırsa, Erdoğan 2012’ ye kadar, bugünkü Parlamenter sistemi Başkanlık sistemine dönüştürecek ve Çankaya’ya aday olacak.
Bu öneriyi -benim hatırlayabildiğim kadarıyla-, ilk defa Özal ortaya atmıştı. O zaman da hep aynı tartışma yaşandı.
TALAT, KIBRIS’A ÇÖZÜMÜ DAHA KOLAY GETİRECEK KİŞİDİR.
Lafı fazla uzatmak istemiyorum.
M.Ali Talat, bu sorunun çözümlenmesini ve KKTC’nin Avrupa Birliğine girmesini isteyenlerin tercih etmesi gereken adaydır.
Muhalefet yıllarından bu yana, Kıbrıs sorununun çözümsüzlük yaklaşımıyla yürütülemeyeceğini görmüş ve sürekli şekilde de bu yönde adım atmış bir kişiliği vardır.
Eğer Türk tarafı, Annan planını kabul edip son derece önemli bir avantaj sağlamışsa, bunu
Hafta başında Washington’daki Nükleer Zirve Toplantısını izledikten sonra, şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Obama, İran’ın nükleer bomba üretmesine izin vermeyecek.
Tahran’ı durdurabilmek belki çok güç olacak, çok uzun sürecek, ancak bunun için, ne gerekirse yapacak. Nükleer Zirve toplantısında bu sürecin startı verildi ve cephe oluşturulmaya başlandı.
Gerekirse ambargo koyacak, büyük olasılıkla tutmayacağı için nükleer merkezleri ya kendi bombalayacak, gerekirse bu görevi İsrail’e bırakacak, ancak İran’ı durdurmak için herşeyi deneyecek.
Obama yönetimi açısından, İran’ın nükleer güç olmasını engellemek adeta bir tutku haline dönüşmüş. Öylesine korku senaryoları yazılıyor, son Zirve’de olduğu gibi öylesine yoğun bir baskı cephesi hazırlanıyor ki, önümüzdeki yıllarda, Washington’ un Ankara başta olmak üzere, diğer ülkelerle ilişkilerinin mihenk taşı, İran konusundaki tavırlar olacak. Hep aynı soruyu soracaklar:
Washington’da Türk heyetinin haline baktım, hem içim acıdı, hem de fena halde kızdım.
Başbakan, bir toplantıdan çıkıp diğerine giriyor, bir salondaki görüşmeden bir diğerine koşuyor. Dışişleri Bakanı da aynı şekilde, sürekli görüşmeler yaptı ve dil döktü.
Nedeni de, 24 Nisan günü Başkan Obama’nın yapacağı açıklamada Soykırım kelimesini telaffuz etmemesi ve geçen yılki gibi, Ermeniler açısından belki aynı anlama gelen "The Meds Yeghern"demesi için Amerikan yönetimini ikna çabası.
Hemen her yıl bu rezilliği yaşıyoruz.
Eğer buradaki görüşme trafiğini ayrıntılı şekilde bildiğini ileri süren bir gazeteciye rastlarsanız, sakın kanmayın. Her iki ülke delegasyonundan bir avuç yetkilinin dışında kimseler doğru dürüst birşey bilmiyor.
Pazartesi sabahı Erdoğan ile Sarkisyan resim çektirmek için salona girdikleri zamanki manzarayı görseniz korkardınız. Her iki liderin suratı öylesine asık ve vücut dilleri öylesine negatif ışın veriyordu ki, bunlara bakıp, kendi kendime “ Bu odadan olumlu hiçbir şey çıkmaz” dedim. Heyetler, 90 dakikalık görüşmeden de sanki kaçar gibi çıktılar. Ne bir açıklama, ne de ümit verecek bir söz veya bakış.
Ancak sonradan, Ermeni kaynaklar bana , Erdoğan’ın son derece nazik, son derece yapıcı, hatta işin bu noktaya gelişinden üzüntülüymüş gibi bir havada konuştuğunu, Protokollerin TBMM’ne yollanması konusunda yakında bir karar alacağını söylediğini anlattılar.
Acaba doğru mu, bilemiyorum. Zira Türk heyetine Başbakanının, kimseye bilgi verilmemesi konusunda sıkı sıkıya direktifi var. Bugün basına brifing yapılırsa durumu netleştirebileceğiz. Ancak şu anki durumla ilgili bir tek şey söyleyebiliriz:
Aslında bu toplantıya “İran Zirvesi” demek gerekir.
Genel olarak “nükleer konuları konuşuyoruz” diyorlar, ancak aslında İran’ın nükleer bir güç olmaması, nükleer silahların tetiğine yeni bir parmağın daha katılmaması için neler yapılması gerektiğini konuşuyorlar.
Herkes İran’ın niyetlerinden korkuyor.
Şii bir Din Devleti olan İran’ın nükleer bomba imal etmesi, sadece batılı ülkeleri değil, bölgedeki Sünnileri de korkutuyor.
Bu kadar ülke lideri bir araya gelince, hele konu Nükleer oldu mu, ister istemez gözler İran’a dönüyor.
Tahran yönetimi burada değil. Onlar da kendi zirverelerini düzenlediler, ancak dünyanın nabzı Washington’da atıyor.
Obama yönetimi bu zirve sırasında, İran’ın nükleer politikalarını durdurmak, hiç değilse yavaşlatabilecek bir koalisyon oluşturmak istiyor.
Ne olursa olsun, böylesine bir zirve topladınız mı, hemen her konu tartışılır. Bu defa da aynı durumla karşı karşıyayız. Washington, kaynayan kazana benziyor.
27 Mayıs 2009’da Türkiye sarsılmıştı. Kürt Açılımı ile ilgili adımlar atıldığı bir sırada, 7 askerimizin mayına takılıp şehit olması hepimizi yasa boğmuştu. Resmi açıklama sayesinde sorumluyu hemen bulduk: PKK. Meğer hiç ilgisi yokmuş.
Kimse birşey sorgulamadı.
PKK’yı yerden yere vurduk. Hatta komplo teorileri kurduk. PKK’nın, barış istemeyen bir kesimi Kandil’e rağmen bu mayınları dizmiş ve askerimizi şehit etmişti. PKK bu suçlamayı reddetti, ancak kimse inanmadı.
Resmi açıklamayı da kimse sorgulamadı. Zaten bu tip olaylarda hemen PKK’yı suçlamaya alışmıştık.