Mehmet Ali Birand

Aynı anda birkaç cephede savaş yaşanıyor

9 Nisan 2010
Galiba biraz fazla olmaya başladı. Hemen her alanda bir gerilim yaşanıyor. İktidar, aynı anda bir kaç cephede birden çatışıyor. Kamuoyu hangisini izleyecek, şaşkın. Bundan dolayı da, kavgalara alışmaya, seyirci kalmaya ve umursamamaya başladı. İçerde, Anayasa değişikliği, Balyoz, Kocakulak savaşları, dışarda ise Ermenistan Protokolü ve İsrail ile giderek artan gerilim...

YARGI KARGAŞASINA DAHİ ALIŞIR OLDUK...

 

İnsanoğlu garip, ne yazık ki , her şeye alışıyor.

           

Hatırlayacaksınız, ilk defa Özal söylemişti. “Alışırlar, alışırlar”demişti.

           

Sonradan Başbakan tekrarladı ve “alışacaklar” dedi.

           

Yazının Devamını Oku

Paris’te korkulan yaşanmadı…

8 Nisan 2010
Başbakan Erdoğan ile Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin dünkü buluşmaları, her iki ülke diplomatlarının yüreklerini hoplatıyordu. Kızdığı zaman tepki gösterebilen bu iki liderin görüşmeleri “dinamit ile ateş’in bir araya konması” diye yorumlanıyordu. Neyse ki, korkulan olmadı. Aksine, Fransa-Türkiye ile ilişkilerinde yepyeni bir sayfa açıldı.

Paris’ten korkulan haber gelmedi.

 

Erdoğan-Sarkozy görüşmesinde dinamit patlamadı. İki lider bilinen görüşlerini tekrarladılar ve bu ilişkiyi canlandırma konusunda  anlaştılar. Acaba başarabilecekler mi belli değil, belli olan, Paris’ten ılımlı mesajların çıktığı, buna karşılık Ankara’nın da ılımlı bir  yaklaşım sergilediği şeklinde.

 

Tabii, her şeyin iyi  gideceği konusunda hiçbir güvence yok tabii, ancak Türkiye ile Fransa’yı birbirine bağlayan öylesine güçlü bağlar var ki, ne Sarkozy ne de Erdoğan koparabilir.

 

Kamuoyu pek bilmez ancak, Fransa Türk ihracatında ikinci sıradaki bir ülkedir. Karşılıklı ticaretimiz yıllık 10 milyar euro civarında. Türkiye’deki yabancı yatırımcılar içinde de Fransa, 20 milyar dolar ile ikinci sırada. Neresinden bakarsanız bakın, ekonomik ve ticari ilişkilerde Fransa , Türkiye’nin en önemli ortaklarından biri.

           

Yazının Devamını Oku

Bugün Paris’te, ateş ile dinamit buluşacak…

7 Nisan 2010
Başbakan bugün Paris’e son derece kritik resmi bir ziyaret yapacak ve Devlet Başkanı protokolüyle ağırlanacak. Resmi gerekçe, Fransa’daki Türkiye Yılı’nın bitişi. Ancak, Erdoğan’ın Sarkozy ile yiyeceği kısıtlı katılımlı öğle yemeğinde, Türk- Fransız ilişkileri ya yepyeni ve olumlu bir sürece girecek veya bundan sonrası daha da zorlaşacak. İki ülkenin diplomatları, nefeslerini tutmuş merakla bekliyor. Her iki liderin de ne zaman ne diyeceği belli olmadığından dolayı, yürekler hopluyor.

Fransız ve Türk diplomatlar heyecan içindeler.

 

Kimi dua ediyor, kimi bahse giriyor. Nedeni de, Avrupa sahnesinin iki gladyatör’ünün bugün Paris’te karşı karşıya gelmesi..

 

Biri (dinamit) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan, diğeri de (ateş) Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy .

 

Fransa bu ziyaret çerçevesinde, Türkiye ile geçmişteki itişip kakışmaları geride bırakmak ve yeni bir başlangıç yapmayı planlıyor.

 

Yazının Devamını Oku

Yargıda büyük bir rezalet yaşanıyor…

6 Nisan 2010
Balyoz tutuklamaları ile ilgili arka arkaya gelen iki karar, Türk adalet sistemine çok ağır bir darbe vurdu. Bir hakim, tutuksuz yargılama yapılabileceğine karar veriyor, üç gün sonra bir başka hakim tam tersi karar alıyor. Bu gelişmelere bakanların adalete güveni kalır mı? Çifte standart konusundaki kuşkular daha da artmaz mı? Durmadan yargı bağımsızlığından söz ediyoruz, oysa yargı bugün de bağımsız değil ki...

Kamuoyunun önemli bir kesiminde şok yaşanıyor.

 

Balyoz davasından tutuklu 19 sanık geçen hafta serbest bırakılmıştı.

 

12'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin yedek hakimi Oktay Kuban, sanıklar hakkında  kuvvetli suç şüphesi” bulunmadığı ve kaçma ihtimallerinin de olmadığı gerekçesiyle serbest bırakma kararı almıştı.

 

3 gün sonra tam tersi karar çıktı.

 

Yazının Devamını Oku

Gizli görüşmelerde kim kimi aldattı? (5)

3 Nisan 2010
Türkiye ile Ermenistan arasındaki gizli görüşmeler 2006 yılında İsviçre’de Ali Babacan döneminde başlatıldı ve ilk defa çok iyi saklanan bir sır olarak, son ana kadar saklandı. Ortada bir türlü yanıt bulunamayan bir soru var: Karabağ konusu hiç mi ele alınmadı? Yoksa alındı ve iki konu arasında bir bağ kuruldu mu? Türkiye başka, Ermenistan başka birşey söylüyor. Her üç taraf ile de konuştum. Tabii her birini karşı karşıya oturtup “Sen ne demiştin... Peki sen ne dedin?” diye soramayacağımız için, söylenenlere inanmak zorundayız. İşte üç ayrı gerçek!

Türkiye’nin Ermenistan ile imzaladığı Protokollerin bir türlü onaylanamaması ve Ermeni Açılımının başladığı noktada kalmasının temelinde tek bir sorun yatıyor:

           

Protokollerin onayı ve uygulamaya geçişi ile Karabağ sorunu arasında bir bağ var mı?

           

Ermeniler, böyle bir bağ olmadığını, müzakereler sırasında kendilerine bu konuda güvence verildiğini belirtirken, Türkler, imzalanan metinlere yazılmamasına rağmen, böyle bir bağın bulunduğunu ve görüşmelerde durumun Ermenilere anlatıldığını söylüyorlar.

           

Azeriler de öte yandan, Türkiye’nin, bu anlaşma hakkında kendilerine hiç bilgi vermediğini, durumun vahametini imzadan sonra anladıklarını ve tepki gösterdiklerini vurguluyorlar.

           

Yazının Devamını Oku

İktidarlar Hrant’ı sevmezdi, sonra kahraman oldu(4)

2 Nisan 2010
Ermenileri en çok şaşırtan ve etkileyen, Hrant Dink cinayetinden sonra yüz binlerce insanın İstanbul sokakların yürümesi ve Hepimiz Ermeniyiz diye slogan atması olmuş. Bazıları bunun devlet tarafından örgütlendiğine, diğerleri ise Türk toplumunun değiştiğine bağlıyor. Ancak en ilginci, Dink hakkında söylenendi: “...O, cinayete kadar iktidarlar tarafından sevilmezdi. Zira Türk yanlısı, hiç değilse resmi ideolojiye karşı çıkan biri olarak görülürdü. Sonradan kahraman yaptılar onu... Bugün bir sembol konumunda...”

Türkiye’nin Ermenistan’daki imajı giderek değişiyor.

           

Bir zamanlar, Azerilerle Türkler aynı kefeye konurlardı. Bizde de “İki vatan tek millet” denirdi ya, Ermeniler için de Türkiye ile Azerbaycan aynı şeydi: İkisi de Türk, ikisi de bize düşmanlık eden ülke, derlerdi...

           

Bu durum değişmeye başlamış.

           

Türkiye daha ciddiye alınıyor. Geçmişle ilgili ne kadar kötü anılar olsa dahi, Türkiye’ye başka gözle bakılıyor. Azeriler ise, kötü gözle izleniyor.

           

Yazının Devamını Oku

Ermeniler, bize muhtaç olacak kadar fakir değil…(3)

1 Nisan 2010
İmzalanan ancak uygulanamayan Protokoller hakkında birçok şehir efsanesi anlatılıyor. Bunlardan biri de, Erivan o kadar fakir, o kadar sefalet içinde ki, Türkiye sınırını açtığı taktirde, Ermenistan birden bire zenginleşecek ve ayaklarının üstünde durabilecek. Erivan’ı dört gün süreyle taradım, hiçte öyle sefalet görmedim. Tam aksine giderek zenginleşen ve kalkınan bir Ermenistan ile karşılaştım. Sınırın açılması mutlaka önemli bir etki yapacak, ekonomiyi ve yatırımları canlandıracak, ancak Ermenistan’ı çok kısa bir sürede bugünkü durumundan kurtaramayacak. Zira bu ülkede hemen her şey bulunabiliyor. Aman siyasi hesaplarımızı ve yorumlarımızı, yanlış hesaplara dayandırmadan yapalım.

Uzun zamandır yaygın bir şehir efsanesi vardır.

           

Buna göre de, Ermenistan öylesine fakir, öylesine fakir ki, halkı bir an önce Türkiye ile sınırın açılmasını istiyor. Bu şekilde, ya çalışmak için kolaylıkla Türkiye’ye gidebilecek veya ticaretin artmasıyla birlikte hayatın kalitesi de yükselecek.

           

Bu efsane 1990’lı yıllar için belki bir oranda doğruydu.

           

90’larda Erivan’a birkaç defa geldim ve gerçekten de son derece fakir bir Ermenistan ile karşılaştım. Kalınacak tek yer Erivan Hotel idi ve koridorlarında farelerin gezindiğini gözlerimle görmüşümdür. Sokaklar berbat, binalar felaket ve hayat kalitesi çok kötüydü.

           

Yazının Devamını Oku

Ermeniler Türkiye’yi alkışçılara şikayet edecek (2)

31 Mart 2010
ERİVAN<BR><BR>Ermenistan bizim gibi ikiye ayrılmış durumda. Bir kesim, Protokollerin son derece yararlı olduğuna, bu şekilde Türk ambargosunun kalkacağına ve ülkenin her yönden rahatlayacağına inanıyor ve Sarkisyan’ı alkışlıyor ancak Türkiye tarafından aldatıldıklarına inanıyorlar. Diğer bir kesim, Soykırım davasında ödün verildiğini, Türklerin de şimdi önkoşul getirip zaten oyun bozanlık ettiklerini söyleyip, Cumhurbaşkanını yerden yere vuruyorlar. En çok tartışılan kişi de Erdoğan. “Ne onunla, ne de onsuz oluyor” diyenler giderek artmış.

        

Ermenistan halkı sabah Soykırım ile kalkıyor, gün içinde Türkiye’yi konuşuyor, akşamları yatarken de haberler Erdoğan’ı izleyerek gününü tamamlıyor. Abartıyorum tabii, ancak eskiden Yunanistan’da yaşadıklarımın aynını şimdi Ermenistan’da gördüm.

           

Soykırım daha önceki gelişlerimde de konuşulurdu, ancak bu kadar değildi. Sovyetler döneminde Soykırım için mücadele yasaktı. Tartışılır, ancak Türkiye ile kavgaya götürülmezdi. 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Ermenistan’ın bağımsız olmasıyla birlikte, bu tutku giderek arttı. En son geldiğim 2000 yılından bu yana ise, kontrolden çıkmış durumda.

           

Bugünkü tutkuyu, en iyi Erivan Üniversitesi’nden Dr. Hovanisyan anlattı:

           

“...

Yazının Devamını Oku