Mehmet Ali Birand

1’inci köprüye karşıydım bugün ise destekliyorum

1 Mayıs 2010
Herşeye, amma herşeye HAYIR diyoruz. Galiba genlerimize bir HAYIRCILIK yerleşmiş ve atamıyoruz. Çok iyi hatırlıyorum, ben de 1'inci köprüye HAYIR diyenlerin arasındaydım. Şimdi manzaraya bakıyorum da utanıyorum. Hangi iktidar ne zaman, iyi veya yanlış bir adım atsa, hemen HAYIR diye karşı çıkıyoruz. Neymiş, efendim enine boyuna tartışılmalıymış. Ben artık buna da inanmıyorum. Tartışarak bir yere varamıyoruz. Sadece kavga ediyoruz. İyisi mi, biri sorumluluğu alıp çıkar, kararı verir. Başarılı olursa alkışlanır, aksi halde kaybeder.

1967-69 dönemindeki en büyük kavga, ilk köprünün yapılması ile ilgiliydi.

           

Kıyametler kopuyordu.

           

Hiç unutmam, dönemin İtalyan Maliye Bakanı Colombo İstanbul'a gelmişti. Yardımcılarından biri yakın arkadaşımdı. Özel bir gezi olduğu için, beni aradı ve Bakan ile birlikte yemeğe çıktık. İtalya'da, köprüye en büyük krediyi veren ülkeydi.

           

Ben de Köprü Aleyhtarıyım ya, açtım ağzımı yumdum gözümü.

           

Yazının Devamını Oku

Gazeteci de taraf tutar

30 Nisan 2010
Kimi gazeteciler, Kürtlerin kafaları ezilmedikçe adam edilemeyeceklerine inanır... Kimi, milliyetçilik adına, Avrupa Birliğinin sanal bir proje olduğunu ileri sürer ve gerçekleşmemesi için en olmadık yalanları dahi söyleme pahasına kalem oynatır. Diğeri, Kıbrıs’ta çözümün bir ihanet olduğunu ileri sürer. Devletin herşey ve herkesten daha üstün olduğuna, bunun için fikir özgürlüğünün askıya alınmasının dahi sorun yaratmayacağını yazar. Herkesin fikri kendine aittir. Görüşlerine katılmam, ancak seslerini duyurmalarını da savunurum. Zira ben de taraf tutarım. Bakın, kimlerden ve hangi konulardan yanayımdır.

Genelde “Gazeteci taraf tutmaz” denir.

           

Yanlış bir inanıştır.. Gazeteci, siyasi parti veya kişiler açısından taraf tutmaz, ancak “ temel ilkelerde” taraf tutar.

           

Örneklersek daha kolay anlaşılır.

           

Gazeteci, Ak Parti veya Muhalefetten herhangi bir partiyi tutmaz (veya tutmamalı),  ancak bu partilerin bazı politikalarını tutabilir, bazı politikalarını da tutmayabilir.

           

Yazının Devamını Oku

Anayasa oylaması mayınlı araziye döndü…

29 Nisan 2010
Anayasa değişiklikleriyle ilgili oylama meclisi şimdiye kadar görülmemiş derecede gerdi. Her gece tam bir bilek güreşi yaşanıyor. Her gece yapılan oy sayımı yürekleri ağızlara getiriyor. Üstelik daha bitmedi ve bunun bir de ikinci tur oylaması var. Ardından da Anayasa Mahkemesinin denetimi gelecek. Genel hava giderek ağırlaşıyor. Bakın, beklentiler neler...

Anayasa değişiklikleri hepimizi yordu.

           

TBMM’yi ise birkaç defa daha yordu.

           

Her gece, sabahlara kadar çalışıyorlar. Başbakan, diğer milletvekillerine örnek olabilmek için, gün içindeki ağır temposuna rağmen, oturumun sonuna kadar kalıp, oyunu kullanıyor. Hiçbir oturumu kaçırmıyor. Bakanlar yurt dışındaki tüm resmi ve özel gezilerini iptal ettiler.

           

Meclis’te her gece, sabahlara kadar sinir savaşı yaşanıyor. Kavga ediliyor. Milletvekilleri  birbirlerini yumruklamaya kadar gidiyorlar.

           

Yazının Devamını Oku

Azeri dostlar neden böylesine alınganlar ?

28 Nisan 2010
Azeri dostlarımıza seslenmek istiyorum. Türkiye’nin soykırım suçlamalarına karşı verdiği mücadeleye yeterince destek vermediğinizi düşünüyorum diye neden bu kadar öfkelendiniz? Dostlar arasında birbirimizin eksikliklerini tartışamayacak mıyız? Acaba soykırım iddialarına karşı sizin de yapacak bir şeyleriniz yok mu?

Hatırlayacaksınız, bundan bir süre önce son derece iyi niyetle bir yazı yazmış ve Azeri kardeşlerimizin, Türkiye’nin Soykırım suçlamaları karşında verdiği mücadeleyi uzaktan seyretmekle yetindiklerine dikkat çekmiştim.

           

Neredesiniz ?” diye sormuştum.

           

Amerikan Kongresinde olsun, Türkiye’nin çeşitli Avrupa Parlamentolarında verdiği mücadelelerde olsun, genelde Azeriler ortalarda görünmezler. Türkiye ile birlikte hareket etmeleri şart değildir, ancak onlar da kendi açılarından lobi faaliyeti sürdürürler, para harcarlar, Ermeniler gibi gazetelere ilanlar verirler, kitaplar yazdırırlar.

           

Bunlardan hiçbirini yapma, ardından, Türkiye sırtındaki yükü azaltacak bir formül bulunca ayaklan ve “Türklüğe yakışmaz” diye tepki göster. Bu tutumda haksızlık yok mu ?” diye sormuştum.

           

Yazının Devamını Oku

Bu yılı atlattık, gelecek 24 Nisan’da ne olacak? Biz hep böyle mi yaşayacağız?

27 Nisan 2010
Eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir. Neredeyse 6 aydır bu Soykırım işiyle uğraşıyoruz. Başbakan ve Dışişleri Bakanı zamanlarından önemli bir bölümünü bu konuya ayırdılar. Çalmadıkları kapı bırakmadılar. Askıdaki birçok sorunu çözebilecekken, Washington ile ilişkiler tümüyle, Soykırım konusunda Obama’nın ağzından çıkacak iki kelimeye endekslendi. Hadi bu yıl geçti. Seneye ne olacak? Yine aynı senaryoları mı yaşayacağız? Oysa bunun bir çıkış yolu vardır, ancak cesaret ister.

Artık bıkkınlık getirdi.

           

Koskoca Türkiye, aylardan beri önce ABD Kongresinden Soykırım konusunda alınacak kararı, ardından da Başkan Obama’ nın ağzında çıkacak olan iki kelimeyi tartıştı. Makaleler yazıldı, TV’lerde tartışma programları düzenlendi .

           

İktidar, neredeyse 6 aydır, sırf bu konuya inanılmaz bir zaman ve enerji harcadı. Başbakan dış ziyaretler yaptı. ABD ile ilişkilerimizi hırpalayan, gereksizce geren yazışmalar, demeçlerle dolu haftalar yaşandı.

           

Çoğumuzun ümidi, bu Protokoller sayesinde Soykırım konusunun, hiç değilse bir süre için gündemimizden çıkmasıydı.

Yazının Devamını Oku

Bırakın bu komiklikleri çocuklara sahip çıkın...

23 Nisan 2010
Yıllardan beri, her 23 Nisan günü kutlamalarında hep aynı manzaralarla karşılaşıyoruz. Büyümüşte küçülmüş çocuklar makam masalarına oturtuluyor ve “Sayın Başbakan, bugünkü kabine toplantısında ne karar aldınız?” gibilerinden, birbirinden anlamsız sorular soruluyor. Onlar da, önceden ezberledikleri ve bilirmiş rolü oynayıp “İşsiz sayısının azaltılması kararı alındı” derler ve etraftakiler tarafından alkışlanırlar. İlkokul müsamerelerini andıran bu kutlamaları bırakalım da, çocuklarımıza gerçekten sahip çıkalım. Sokaklarda dolaşan, dayak yiyen, ana babasından kötü muamele gören, aç ve sefil dolaşan yavrularımızı kucaklayalım.

Bana lütfen anlatabilir misiniz, 23 Nisan çocuk bayramının anlamı nedir ?

 

Her 23 Nisan günlerinin tatil olmasının dışında sizde ne iz bırakır ?

 

Neyi kutluyoruz ?

 

Hele bir bölüm kutlamalar komiğinize gitmiyor mu?

 

Yazının Devamını Oku

Bedelli askerlek bir yalan rüzgarı

22 Nisan 2010
Yıllardan beri aynı senaryoyu izliyoruz. Bedelli Askerlik bu ülkenin bir yarası. Keşke hiç çıkarılmasaydı. Keşke böylesine bir süreç başlatılmamış olsaydı. Hadi başlatıldı, hiç değilse sonradan vaz geçilmeseydi ve başka bir yöntem uygulansaydı. Bugün Genelkurmay “Olmaz...olamaz...Bedelli Askerlik yapılamaz” diyor, ancak Başbakan sanki gerçekleşebilirmiş gibi konuşunca insanlar ayağa kalkıyor. Artık yeter, yalan rüzgarı estirmeyelim. Ya bu işi yapalım veya kesinlikle gerçekleşemeyeceğini açıklayalım.

Emin olun, bu insanlara eziyet ediyoruz.

           

Kimine göre yüzbinlerce, kimi rakamlara göre onbinlerce gencimiz Bedelli Askerlik konusunda açıkça aldatılıyor.

           

Ortada bir yalan rüzgarıdır estiriliyor.

           

Türkiye’de ve Türkiye dışında insanlarımızın en büyük yaralarından biri Bedelli Askerlik konusudur.

           

Yazının Devamını Oku

Erdoğan bolca konuşuyor, ancak tek adım atmıyor…

21 Nisan 2010
Başbakan haftalardır, kamuoyunun gözünde Star olarak nitelenen, söyledikleri dikkatle dinlenen isimlerle toplanıyor. Sinema sanatçılarından yazarlara kadar, toplumun gözdeleriyle, bir zamanlar cüzamlı gibi muamele görenlerle konuşuyor. Onlara Kürt Açılımı veya diğer adıyla Demokratik Açılımı anlatıyor. Destek istiyor. İyi hoş da, yardımcı olunmasını istediği Açılım ise olduğu yerde kaldı. Tek bir anlamlı adım dahi atılmıyor. Neyi bekliyoruz, o da belli değil. O zaman Başbakan neyin desteğini istiyor, anlayabilmek çok zor.

Başbakan haftalardan beri toplantılar düzenliyor.

           

Kürt Açılımı veya nam-ı-diğer Demokratik Açılımı anlatıyor.

           

Genel Yayın Yönetmenleriyle başladı, sinema sanatçılarına oradan yazarlara kadar uzandı. Üstelik her toplantıda son derecede de önemli sözler söylüyor. Şimdiye kadar Devleti yönetenlerin ağızlarına alamadıkları veya almaktan çekindikleri görüşler ileri sürüyor. Şimdiye kadar duymadığımız görüşleri seslendiriyor.

 

Demokrat- Liberal kamuoyunu şaşırtıyor.

 

Yazının Devamını Oku