Bu yılı atlattık, gelecek 24 Nisan’da ne olacak? Biz hep böyle mi yaşayacağız?

Eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir. Neredeyse 6 aydır bu Soykırım işiyle uğraşıyoruz. Başbakan ve Dışişleri Bakanı zamanlarından önemli bir bölümünü bu konuya ayırdılar. Çalmadıkları kapı bırakmadılar. Askıdaki birçok sorunu çözebilecekken, Washington ile ilişkiler tümüyle, Soykırım konusunda Obama’nın ağzından çıkacak iki kelimeye endekslendi. Hadi bu yıl geçti. Seneye ne olacak? Yine aynı senaryoları mı yaşayacağız? Oysa bunun bir çıkış yolu vardır, ancak cesaret ister.

Haberin Devamı

Artık bıkkınlık getirdi.

          

Koskoca Türkiye, aylardan beri önce ABD Kongresinden Soykırım konusunda alınacak kararı, ardından da Başkan Obama’ nın ağzında çıkacak olan iki kelimeyi tartıştı. Makaleler yazıldı, TV’lerde tartışma programları düzenlendi .

          

İktidar, neredeyse 6 aydır, sırf bu konuya inanılmaz bir zaman ve enerji harcadı. Başbakan dış ziyaretler yaptı. ABD ile ilişkilerimizi hırpalayan, gereksizce geren yazışmalar, demeçlerle dolu haftalar yaşandı.

          

Çoğumuzun ümidi, bu Protokoller sayesinde Soykırım konusunun, hiç değilse bir süre için gündemimizden çıkmasıydı.

 

Haberin Devamı

PROTOKOL SÜRECİNİ İYİ YÖNETEMEDİK...

          

Ancak olamadı.

          

Kim nerede, ne hata ettiyse etti ve Protokoller süreci iyi yönetilemedi.

          

Uluslararası kamuoyundaki izlenim, Erdoğan’ın, anlaşmaları imzaladıktan sonra, Azerilerin büyük baskısı karşısında gerileyip, Karabağ ön koşuluna gereğinden fazla vurgu yaptığı ve Protokollerin bataklığa saptanmasına neden olduğu şeklindedir.

          

Unutmayalım ki, kamuoylarıalgılamalara, gerçeklerden daha çok inanır.

          

İşte böylesine bir meydan savaşı sonucunda bugüne vardık.

          

Hepimiz yorgun düştük.

          

Bu durumdan da aslında Ermeniler karlı çıkmış oldular.

Soykırım konusunu dünyaya yeniden hatırlattılar, gündeme soktular ve daha da güzeli, Protokolleri, Washington-Paris-Moskova üçgeninin ısrarları üzerine iptal de etmeden, dondurdular.

 

Yani mağdur olmalarına rağmen, yine büyükleri kırmayan, ancak ilerde bu tutumun faturasını onların önlerine koyacak bir pozisyona yerleştiler.

Haberin Devamı

          

Biz ise, oyunu bozan ancak alıngan ve ilişkileri önemli bir güç konumunda kaldık.

 

GELECEK YIL NE OLACAK ?

 

Bu yılı böylece atlattık.

          

Şimdi eminim, “Gerisi tufan. Yarın ola hayır ola” deyip, defteri kapatacak ve herşeyi unutacağız. Anayasaydı, referandumdu , Genel seçimdi derken başka işlere dalacağız. Aylar çabucacık geçecek ve birden bire bakacağız ki, yılı devirmişiz.

          

Gelecek 24 Nisan da ne olacak ?

          

Yine aynı şeyleri mi yaşayacağız ?

          

Bu ülkeye yazık değil mi ?

          

Ayrıca unutmayalım ki, eğer bu gidişi değiştiremezsek, Beyaz Saray birgün (2015 son tarih) Soykırım diyecektir. Zira, biz ne kadar reddedersek edelim, Uluslararası kamu oyunun vicdanında Soykırım gerçekleşmiş ve bizler yargılanmış durumdayız.

Haberin Devamı

          

Türkiye, daha uzun yıllar Stratejik önemini kullanıp, Washington’a baskısını sürdüremez.

          

Bu gidişi değiştirmenin, Soykırımı resmen kabul etmeden bu zor durumdan kurtulabilmenin tek yolu da, şimdilik askıya alınmış olan Protokollerin bir formülünü bulup uygulanabilmesidir.

          

Azerileri ikna mı edersiniz, yoksa zorlar mısınız, bilemem. Aliyev’in de bugün gelinilen noktadan hiç memnun olmaması gerekir. Zira Bakü, anlaşmazlıktan kaçan taraf görüntüsüne girmiştir.

          

Ancak,ne denirse densin, Soykırım sarmalından Protokollerden başka hiçbir çıkış yoktur.

          

Daha da önemlisi, Türkiye’nin genel tutumunu değiştirmesidir.

Haberin Devamı

          

Hasan Cemal doğrusunu yazdı. Ermenilerin acılarını paylaşmak kötü bir şey midir ?

          

Acı paylaşmayı bilebiliriz.

          

Onları anladığımızı gösteren jestler yapabiliriz.

          

Soykırım lekesiyle, ancak genel bir yaklaşım farkı yaratarak kurtulabiliriz. Bunu da en kolay yapabilecek kişi Erdoğan’dır.

          

Aksi halde, gelecek yıl aynı aylarda yine aynı şeyleri konuşarak geçiririz.

          

Gelecek 24 Nisan'da buluşmak üzere...

                                                          *                                *                                *

 

BAŞBAKAN, ATİNA’YA BARTHOLOMEOS’LA GİTMELİ...

 

Hakan Çelik, geçen hafta Başbakana son derece akılcı, son derece yapıcı ve bir iletişim harikası diyebileceğim güzellikte bir öneride bulundu.

Haberin Devamı

          

Aynen katılıyorum.

          

Nedenlerini anlatayım.

          

Başbakan 14-15 Mayıs tarihlerinde Atina’ya tarihi bir ziyaret yapacak.

          

Bu gezi, Türk- Yunan ilişkilerinde son derece önemli ve yeni bir dönem başlatacak.

          

Uzun yıllardır yapılamadığı kadar,karşılıklı sıcaklığın hakim olacağı bir gezi yapılacak.

 

Düşünün, T.C Başbakanı beraberinde 10 bakan götürecek ve bir çok konuda anlaşma imzalanacak. Belki de ilk defa, anlaşmazlıkları yatıştırmak yerine, dostlukların nasıl pekiştirileceğini konuşulacak.

 

40 yıldır Türk-Yunan ilişkilerini izlerim, bugünkü ortama hiçbir zaman tanıklık etmedim.

 

İşte böylesine elverişli bir ortamda yaşarken, Başbakan’ın Yunanistan’a götüreceği heyete, Patrik Bartholomeos’u da dahil etmesi müthiş bir jest olur.

 

TÜRK BAŞBAKANININ ATİNA’YA PATRİK İLE İNMESİNİN ETKİSİ...

 

Türk Başbakanının Atina Uluslararası Hava alanına inen uçağının kapısının açılışını ve Erdoğan’ın yüzlerce TV kamerası önünde, hemen beraberinde Ortodoks dünyasının Dini Lideri Patrik Bartholomeos’un inmesini düşünün. Herşeyden önce, bu manzara Uluslararası alanda bundan daha büyük bir sansasyonel bir görüntü olamaz.

 

Bu kadar mesaj dolu, bu kadar müthiş bir iletişim darbesi düşünülemez.

 

Bu olay, sadece Yunan halkının kalbini kazanmak değil, milyarlık Katolik dünyasını kucaklamak anlamına gelir. Hele bir de, Erdoğan’ın Ruhban Okulunun açılışını da aynı gezi sırasında müjdelediğini düşünün.

 

Bu resim, laik Türkiye’yi giderek dindarlaştırmaya çalıştığından kuşku duyulan Müslüman Başbakan’ın, Hıristiyan dünyasına “Benim kompleksim yok. Dinler arasında barıştan yanayım” mesajını verir.

Bu manzara, Avrupa Birliğinde, müslüman olduğundan dolayı Türkiye’yi dışarıda tutmak isteyen çevrelerin yenilgisi demektir. Müzakereleri, Kıbrıs nedeniyle kısıtlamaya çalışanları zayıflatır. Avrupa Parlamentosundaki eleştirilerin büyük bir bölümünü silip atar.

 

Kıbrıs’ta çözümsüzlük peşinde koşan Rum çevreleri bir defa daha düşünmeye zorlar.

 

Bu jest, Türkiye’nin yıldızlaşması demektir.

                                           

TEK KUŞKUM, ÖNCE BİZ AKIL ETMEDİK DİYE VAZGEÇMENİZDİR.

          

Böylesine güzel bir olayı büyük olasılıkla yaşayamayacağız.

          

Neden biliyor musunuz ?

          

Eminim Başbakan’ın içi gidecektir. Üstelik bunu en rahat kendisinin yapacağını da bilir. Ancak etrafı büyük olasılıkla “Gazetecilerin akıl ettiği bir şeyi yapmış duruma düşmeyelim” diyeceklerdir. Veya bazıları çıkacak ve “Aman beyefendi zaten önümüzde bir referandum, ardından da genel seçim var. Uluslararası kamuoyu iyi hoştur, ancak oy getirmez. Oysa Milliyetçilerden oy kaybedebiliriz. Muhalefet bu olayı istismar eder” diye, Başbakanı vaz geçirecektir.

          

Oysa ne yazık.

          

Türkiye’nin ve Başbakan’ın kendine güvenini bundan daha güzel hiçbir şey gösteremez.

          

Ne dersiniz, acaba Erdoğan statükocuları mı dinleyecektir, yoksa Bartholomeos’u yanına alarak, hepimizi şaşırtır mı ?

Yazarın Tüm Yazıları