Paylaş
Başbakan haftalardan beri toplantılar düzenliyor.
Kürt Açılımı veya nam-ı-diğer Demokratik Açılımı anlatıyor.
Genel Yayın Yönetmenleriyle başladı, sinema sanatçılarına oradan yazarlara kadar uzandı. Üstelik her toplantıda son derecede de önemli sözler söylüyor. Şimdiye kadar Devleti yönetenlerin ağızlarına alamadıkları veya almaktan çekindikleri görüşler ileri sürüyor. Şimdiye kadar duymadığımız görüşleri seslendiriyor.
Demokrat- Liberal kamuoyunu şaşırtıyor.
Hepsinden destek istiyor.
“Eğer sizler yardımcı olmazsanız bir yerlere varamayız” diyor.
Hepsinin gönlünü alıyor.
Çok iyi hoş da, gerisi gelmiyor ...
Söylüyor... Söylüyor... Anlatıyor... Anlatıyor.
Buraya kadar herşey iyi görülüyor, kalpler kazanılıyor, ancak gelin görün ki, bütün bu konuşmaların hedefinde oturan ve Açılım diye adlandırdığımız süreç bir türlü kıpırdayamıyor.
Olduğu yerde tıkandı, kaldı.
Habur’dan girişte yaşananlara takılıp kaldık.
Tamam, anladık.
Bir hata edildi ve gereksiz şekilde, kamuoyunun önemli bir bölümünün tepkisi çekildi.
Peki, hep böyle mi bekleyeceğiz ?
Daha doğrusu ne bekleyeceğiz?
Öcalan’ın yol haritası açıklamasını veya Karayılan’ın silah bıraktıklarını veya BDP ’nin biat etmesini mi bekliyoruz?
İşin bu yanını kimseler anlayamıyor.
Eğer Genel Seçimler öncesinde oy korkusuyla Açılım süreci rafa kaldırıldıysa, bilemeyiz. Ancak unutmamak gerekir ki, Pandora kutusunun kapağı bir defa açılmıştır ve ne kadar ayak sürürsek sürüyelim, saati tekrar geriye alamayız.
Türkiye’nin temelde bir tek sorunu vardır, o da Kürt kökenli vatandaşlarımızla ilişkilerimizdir. İstediğimiz kadar PKK’yı terör gurubu olarak niteleyelim, milyonlarca insan bu örgütü benimsemekte ve farklı gözle izlemektedir. Dahası, desteklemekte ve adeta silahlı bir Toplum Örgütü olarak görmektedir. Televizyonlardan veya gazete manşetlerinden istediğimiz kadar lanet yağdıralım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz.
Açılım hareketi, işte bu açıdan son derece önemli bir çıkış yolunun kapılarını açmıştı. Ancak yürütemedik.
Ne yazık ki, iktidar partisi gereken cesareti gösteremedi.
Başbakan istediği kadar konuşabilir, ancak ya sözlerinin içini doldurup, bu süreci yeniden hareketlendirmeli veya destektoplantılarından vaz geçmeli.
Zira bu buluşmalar, bu haliyle hiç anlam taşımamaya başladı.
* * *
“BEN DEMİŞTİM” DİYEBİLMEK İÇİN...
Galiba büyük bölümümüzde aynı hastalık var.
Bununadı: “Ben Demiştim Hastalığı”...
Nasıl çırpınıyoruz, nasıl açık arıyoruz... Yeter ki, yaptığımızyorum veya ortaya attığımız bir görüş doğru çıksın. İşte o zaman keyfimize doyum olmaz.
Ancak, mutlaka negatif bir gelişmeyi bekleriz.
“Avrupa Birliği sanal bir projedir ve çökmeye mahkumdur. Türkiye ne yaparsa yapsın, tam üye olamaz...”
Bu tahmin gerçekleşsin diye adam elinden geleni yapar. Tek isteği “İşte bakın, dediğim çıktı...” diyebilmek. Sanki madalya alacakmış gibi...
“...Kürt Açılımı yürümez kardeşim...”
Sadece gazetecisi veya TV’lerdeki felaket tellalları değil, siyasiler dahi bu hastalıktan muzdaripler.
Türkiye’nin bu en önemli sorununun üstesinden gelebilmenin tek yolunun bu tip açılımlar olduğunu bilmiyorlarmış gibi, ısrar ederler.
“Kürt Açılımı komikliktir. Bizi hiçbir yere götürmez kardeşim.”
Hele arkasından bu süreci zorlayan gelişmelerle karşılaşınca, neredeyse göbek atarlar.
“... Ben dememiş miydim?...”
Ağzı kulaklarında, yılışık bir şekilde ne kadar haklı çıktığını anlatır.
Yeter ki o, haklı çıksın. Gerisi önemli değil.
Ülke paramparça olacakmış, insanlar zenginleşemeyeceklermiş, umurunda bile değildir.
Yeter ki o, “benim dediğim gibi oldu” diyebilsin.
Bu hastalıktankurtulabilmenin imkanını göremiyorum.
Daima yıkmalıyız.
Ne yapıp edip, tutmadığımız partinin her politikasını yerden yere vurmalıyız. Acaba hiçbirini benimsememek mi gerekiyor?
Herşeyi reddetmek şart mı?
Evet, şart.
Bu durum sadece Ak Parti ile ilgili bir tutum da değildir. Yarın CHP iktidar olsun,aynı muamele ona da yapılacaktır.
Demirel döneminde de aynı hastalık vardı, ancak bugünkü kadar yaygın değildi. Sonraki dönemlerde giderek azgınlaştı.
Özal da bu “Ben demiştim” hastalığından payını aldı. Zaten, ne zaman “reform” yapan, ne zaman tabuları yıkan birileri iktidar olsa, hastalık hemen başını kaldırır. Statükocuların temsilcilerive koro harekete geçer. Bunların ne fikirleri, ne de belkemikleri vardır. Tek işleri itiraz etmektir.
“...Ben dememiş miydim...” demenin cazibesinden kurtulamazlar. Gerisi, onlar için önemli değildir. Türkiye yıkılsa bile, onlar için “Ben dememiş miydim” demek yeterlidir.
Paylaş