Paylaş
Bizde de, Avrupa’da da tatil dönemi kapandı. Komisyon dükkan kepenklerini açtı. Yavaş yavaş tatil mahmurluğu da yok olacak ve önümüzdeki sezon Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, bu defa ağırlıklı olarak gündeme oturacak.
Yeni döneme girerken, geçtiğimiz sezonun dökümünü yapmakta yarar var. Önümüzdeki aylarda bizi ne bekliyor? Herkes merak içinde. Avrupa ile yolun sonuna mı yaklaşıyoruz, yoksa müzakereler taktik nedenlerle mi sürüklenerek yürüyor?
Üstelik bu yıl sonu çok kritik. Kıbrıs sorunu çözülmezse ne olacak?
Hem Ankara’da AB dosyasını yönetenler, hem de Avrupa’dan Ankara’yı izleyenlerle konuştum. Karşıma oldukça gerilimli bir manzara çıktı...
OLUMLU GELİŞMELER...
Tam tersi yaşandı.
Erdoğan, Türk siyasi tarihinde önemli bir dönüşüme imza attı. Askerin, siyasi iktidarları iç işlerine karıştırmama sürecine son verdi.
Bu gelişmenin böylesine hayret uyandırmasının nedeni, Avrupa’da Türkiye’nin kolay kolay Asker vesayetinden kurtulabileceği inancının olmamasıydı. Belki Avrupa da, açıkça söylemese dahi, böyle bir vesayetin sürmesini diliyor olabilir.
İşte bu tabu yıkıldı.
Diğer çok önemli bir gelişme de, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’yi AB konusunda eski çizgisine getirmesi oldu. KRİTER dergisine verdiği demeçte, Baykal’ın tersine CHP’nin AB hedefini ön plana çıkaracağını söylemesi “olumlu gelişmeler” listesinin en önemli maddesini oluşturuyor.
Türkiye bütün bunları belki Avrupa Birliği’ne yönelik yükümlülüklerini yerine getirmek için yapmıyor, ancak attığı bu adımlarla, kendini Avrupa’ya daha fazla yaklaştırıyor. Ancak ne olursa olsun olumlu gelişmeler listesi, bu haliyle dahi yeterli görülmüyor. Nedeni de, olumsuzluklar listesinin uzun olması ve bu konularda siyasi iradenin bir türlü ortaya koyulamaması.
OLUMSUZ GELİŞMELER...
Türkiye, AB ile 2005 yılından beri katılım müzakerelerini sürdürüyor. 5 yıl, herhangi bir katılım süreci için uzun bir zaman dilimidir. Normal bir süreçte, müzakerelerin sonuna yaklaşılması gerekirdi. Nitekim, başlarda Türkiye’nin tam üyeliği için tahmin edilen tarih 2014 idi. Bugün 2020’ler konuşuluyor.
5 yıllık bilanço ise, iç karartıcı bir manzaraya işaret ediyor:
AB Müktesebatı, 33 tanesi müzakereye konu olan 35 başlıktan oluşuyor. Bunlardan şimdiye kadar:
- 13 tanesi açıldı
- 1 tanesi geçici olarak kapandı
- 3 başlık, Türkiye, teknik açılış kriterlerini yerine getirmediğinden dolayı müzakereye açılamıyor
- 8 başlığın açılması ve diğer tüm başlıkların kapatılması, Kıbrıs nedeniyle askıya alındı
- 5 başlık Fransa tarafından bloke ediliyor (bunlardan biri, zaten Kıbrıs nedeniyle askıda olan başlıklardan
- 6 başlık Rumlar tarafından engelleniyor.
Anlayacağınız, neredeyse müzakere edilecek başlık kalmamak üzere.
İşin dramatik yanı, bu tıkanıklığı çözebilmek için, ne Türkiye’de, ne de Avrupa’da net bir siyasi irade var.
2007’den bu yana, Ankara’nın AB projesini ihmal etmesinin nedeni olarak, içeride ardı ardına gelen genel seçim, kapatma davası, yerel seçim ve şimdi de referandum gösterildi. Dış etken olarak da, Fransa ile Almanya’nın olumsuz tutumları vurgulandı.
Erdoğan, gelinen noktadan ötürü Avrupa’yı suçluyor. Avrupa ise, Türkiye’nin reform hızının yavaşlamasından dolayı müzakerelerin yürümediğini ileri sürüyor. İki taraf da birbirini suçluyor, ancak bir yandan da bu durum işlerine geliyormuş gibi davranıyorlar.
Bugünden, önümüzdeki yılbaşına kadar bir tahmin yapmak gerekirse, beklentilerin yüksek olduğunu ancak 2011’deki genel seçimlere kadar, gidişi temelinden değiştirecek bir gelişme beklenmemesi gerektiğini söyleyebilirim.
BEKLENTİLER YÜKSEK...
Önümüzdeki yılbaşına kadarki dönemin en kritik beklentisi, daha doğrusu sorusu, Kıbrıs’ta bir çözüme ulaşılıp ulaşılamayacağı.
Kıbrıs’ta siyasi bir çözüm Altın Vuruş olarak niteleniyor. Nedeni de, dondurulmuş 8 başlığın birden serbest bırakılması anlamına gelecek olması. Böylelikle müzakerelerin birden bire önü açılacak. Fransa’nın engellediği 5 başlık konusunda ısrar edebilmesi de zor görülüyor.
Acaba bu beklenti gerçekçi mi ?
Bence değil.
Rumların şu ana kadarki tutumları, bir çözüm aradıkları işaretini vermiyor. Hatta Rumların, iki tarafın kabul edeceği ortak bir çözümden vazgeçtiklerini ve adanın tümü üzerindeki egemenliklerini yeniden tesis edene kadar bugünkü tutumlarını sürdürecekleri görülüyor. Bu varsayım doğru ise, Rumlar’ın adanın kuzeyini unutmaları, Türkiye’nin de Avrupa Birliği’ne tam üyelik isteminin, bugünkü gibi ‘’ Hayat Boyu Aday ‘’ statüsüne dönüşmesini kabul etmesi anlamına gelecektir.
Belçika Dönem Başkanlığı sırasında, müzakerelerle ilgili olarak, geriye şu beklentiler kalıyor. Biri, Rekabet başlığının açılması. Bunun için de, TBMM’de bekleyen Devlet Yatırımları Otoritesi tasarısının yasalaşması gerekiyor. Kamu Alımları başlığının açılması için de, ihale yasasındaki istisnalara son vermek gerekiyor. Türkiye’nin müzakereye açmayı hedeflediği Enerji ile Eğitim ve Kültür başlıkları ise, Rumlar tarafından engelleniyor ve tutumlarını değiştirmeye de pek niyetleri yok.
İşte, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin son görüntüsü...
Paylaş