Olanlar oldu.
Beklenmeyen bir yol kazası ile karşı karşıya kalındı.
Galatasaray’lılara yakışmayan sahneler yaşandı.
Aklı başındaki GS’liler, kulübün başkanından, takımın kaptanına kadar herkes özürler diledi.
Bazı FB’li dostlar, fırsattan istifade GS’yi lekelemek için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.
Galiba, artık bu konuyu gündemden çıkarmak gerekiyor.
Yetti.
Bu arada bir kaç nokta var ki gözlemci ve yorumcuların dilinden düşmüyor.
HAYIRLI OLSUN CİMBOM...
Bugün Galatasaray'lılar için son derece önemli bir gün.
Gitmeyenler bilemez. Öylesine şahane bir stada kavuşuluyor ki gözlerinize inanamazsınız. İçeri girdiğinizde, tribünlerdeki binlerce taraftarla, sanki kucak kucağa maçı seyrettiğinizi sanıyorsunuz.
Ali Sami Yen' in yeri bambaşka. Oraya ilk defa 15-16 yaşındayken gitmiştim. Hala kapalının sağ tarafında kendimi görür gibi oluyorum. Ancak, gelinilen noktada artık Galatasaray'ı taşıyamaz duruma girmişti. Tuvaletlerinden koltuklarına, girişinden çıkışına kadar kullanılması imkansızlaşmıştı. Karnınız açsa, sokaktaki sucuk ekmek veya köfte ekmekten başka birşey bulamıyordunuz.
MUHTEŞEM KAZANDI, RTÜK YARA ALDI...
RTÜK üyelerini gayet iyi anlıyorum.
Bir yandan, ülkeye hakim yönetici kesiminden, bir yandan da kamuoyundan öylesine bir baskı altında kaldılar ki bir şeyler yapmak zorundaydılar. Muhteşem Yüzyıl dizisine bir şeyler denmesi gerektiğini düşünmeye itildiler. İçlerinde, mutlaka ve sert ceza kesilmesini isteyenler de vardı. Ancak, orta yolu tercih ettiler.
Muhteşem Yüzyıl, uyarılmakla yetinildi.
Keşke, ilk görüşmede karar alamamış olup, birkaç defa daha tartışsalar ve sonunda kerhen “uyarılsaydı”. O kadarcığı dahi yeterli olabilirdi.
Yapamadılar. Tolerans gösteremediler veya baskıya dayanamadılar.
Kamuoyuna ve muhafazakar kesime karşı bir duruş sergileyemediler. Üye Hülya Alp’in son derece doğru bakış açısını dahi görmezden geldiler.
Ben, daha da sert bir tepki, hatta ceza bekliyordum. Allhatan, daha ilk aşamada o noktaya kadar gitmediler. Orta yolu tercih ettiler.
Başbakan Erdoğan’ın Kuveyt-Katar gezisi Türkiye’nin İslam dünyasında kendine yeni bir yer edinme çabasıdır ve son derece yerinde bir adımdır.
Koskoca bir İslam dünyası var.
Hem zengin, hem de geniş bir coğrafik bölge.
Türkiye neden bu bölgeden daha fazla nemalanmasın, neden işbirliğini arttırmasın?
Bu yaklaşımı “islamcılık” diye yorumlamak, son derece hatalı ve sığ bir değerlendirme olur.
Türkiye, uluslararası alanda kendini yepyeni bir konuma oturtuyor. Artık farklı bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
Bu açılımı, din yönünden değil, çok daha geniş ekonomik-politik strateji yönünden ele almak gerekiyor.
Erdoğan’ın yaklaşımı doğru da benim kuşkum, Arapların bu sözleri anlayıp anlayamadıkları konusunda.
TBMM yakında yeni RTÜK yasasını kabul edecek. Bu kurumun günlük yaşamımızdaki yeri ve sorumlulukları daha da artacak. Yepyeni bir döneme girilecek. Eğer bu kuruma karşı bugüne kadar sürdürülen genel bakış şekli değiştirilmezse, yarından itibaren çok daha zor bir süreç başlayacak demektir.
Dikkatinizi son dönemlerdeki garip bir eğilime çekmek istiyorum. Özellikle, iktidar partisi çevrelerinde veya kendilerini iktidara yakın hisseden muhafazakar kesimlerde televizyon yayınlarına karşı sürdürülen bir kampanya var gibi.
Kimi için RTÜK, emirlerinde olan ve istedikleri anda kullanabilecekleri eli sopalı bir polis veya bir jandarma karakolu, kimi için namus bekçisi, kimi için de muhafazakarlığın, dinimizin savunucusu. Ancak RTÜK genelde, bu kesimdekilerin beğenmedikleri herşeyi sansürleyen bir kurum gibi görülüyor.
Bir gün bakıyorsunuz, milletvekilleri telefona yapışmış, şu veya bu yayını şikayet ediyor. "Başkan, nasıl olur da, böyle bir şey izlettirir. Görevinizi yapın efendim, yasaklayın" diye bas bas bağırabiliyor. Haberlerin nasıl yapılması gerektiğine kadar, her konuda akıl verdikleri gibi, neredeyse RTÜK'ün onaylamadığı haberlerin girmemesi için yasa dahi çıkarabilecek noktalara gidiyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürt sorununun çözümü konusunda Öcalan'a bir rol vermiş durumda. Dışardan bakıldığında böyle bir algı çıkıyor. İstediği zaman istediği gibi konuşabiliyor, her söylediği gazetelere manşet oluyor ve daha da önemlisi PKK ve Kürt kökenli vatandaşlarımız, İmralı'dan çıkan yönlendirmelere uyuyorlar. Öcalan, Kürt kesimin önemli bir bölümünün lideri konumunda.
T.C Devletinin, Öcalan'a özel bir yer vermesi doğrudur. Başıboş, hatta kendi içinde lider kavgasına girmiş olan bir Kürt hareketi, çözüm arayışları ve Demokratik açılım sırasında, sadece işleri zora sokar.
İşte bu açıdan baktığımızda, bu kişiye biran önce TV kanalarını izleme imkanı verilmesi mantıklı bir yaklaşımdır. Öcalan, hızla değişen Türkiye'yi TRT FM dinleyerek, birkaç gazete okuyarak veya avukatlarının aktardıklarıyla izlemesi imkansızdır.
Tam aksine, ne kadar bilgilenir ve siyaset sahnesindeki aktörleri, Türk kamu oyunun duyarlıklarını ne kadar iyi algılayabilirse, o kadar sağlıklı kararlar verebilir. Yarım yamalak bilgilerle donanmış olan bir lider, gereken yönlendirmeyi gerçekleştiremez.
İstanbul’un özellikle sosyetik veya ünlü restoranlarında ve bazı otellerin lokantalarında sigara yasağı hemen hemen hiç uygulanmamaya başlandı.
Hiç abartmıyorum.
İlk başlarda çok başarılı bir uygulama vardı. Sonra, yavaş yavaş esnekleşti ve şu sıralarda yasağa uyanların sayısı azaldı.
Bu arada da sigara yasağına uymayan işyerlerine uygulanan cezaya zam yapıldı.
Komedi filmi gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Peki neden uygulanamıyor?
Sağlık Bakanı Akdağ açıkladı: “Belediyeler iş yerlerini denetlemiyor veya denetleyemiyor” dedi. Yani sorun döndü dolaştı ve Belediyeler suçlandı.
Neden?
Kelimenin tam anlamıyla bir vicdan kargaşası yaşanıyor.
Hizbullahçıların, onca cinayetten sonra ellerini kollarını sallayarak serbest bırakılmaları, bu gelişmeyi zafer çığlıkları atarak kutlamaları, vicdanları sarstı. Oysa, serbest bırakıldıkları için bu insanları suçlayamayız. Hizbullahçı çıkamaz, mafya babaları serbest kalabilir, diyemeyiz. Ancak, durum o kadar karışık ki, kimse neyin doğru olduğunu anlayabilmiş değil.
Dün yazmıştım, bugün tekrarlamak istiyorum.
Temel sorun, bir türlü bitmeyen yargılamadan kaynaklanıyor.