Paylaş
Başbakan Erdoğan’ın Kuveyt-Katar gezisi Türkiye’nin İslam dünyasında kendine yeni bir yer edinme çabasıdır ve son derece yerinde bir adımdır.
Koskoca bir İslam dünyası var.
Hem zengin, hem de geniş bir coğrafik bölge.
Türkiye neden bu bölgeden daha fazla nemalanmasın, neden işbirliğini arttırmasın?
Bu yaklaşımı “islamcılık” diye yorumlamak, son derece hatalı ve sığ bir değerlendirme olur.
Türkiye, uluslararası alanda kendini yepyeni bir konuma oturtuyor. Artık farklı bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
Bu açılımı, din yönünden değil, çok daha geniş ekonomik-politik strateji yönünden ele almak gerekiyor.
Erdoğan’ın yaklaşımı doğru da benim kuşkum, Arapların bu sözleri anlayıp anlayamadıkları konusunda.
Acaba, doğru yönde algılayabilecekler mi?
Daha da önemlisi, Erdoğan’ın gösterdiği yönde “birlikte” hareket edebilecekler mi?
Bunca yıldır, Filistin konusunda dahi, birlikte hareket edemeyen, birbirleriyle sürekli şekilde boğazlaşan, demokrasiyi içine sindiremeyen Araplar acaba Erdoğan’ı gerçekten anlayabilecekler mi?
Eğer Araplar artık büyük düşünmeye başlar ve din unsuru uzerine değil de birbirlerini tamamlayacak projeler üzerine bir işbirliği kurabilirlerse o zaman ağırlıkları artar. Bugüne kadar; tüm yeraltı zenginliklerine rağmen, uluslararası alanda etkin olamadılarsa birbirleriyle kavga etmekten vazgeçemedikleri içindir.
Aslında Erdoğan onlara yeni bir düzen önerisi yapıyor. Bakalım, bu fırsatı kullanabilecekler mi?
Ben kuşkuluyum...
* * *
MERKEL TÜRKİYE’Yİ AÇIKÇA ÖTELİYOR...
Erdoğan, Kuveyt’te “...biz birbirimize yeteriz...” derken, Alman Başbakanı Merkel, Kıbrıs’ta son derece ters bir söz etti.
Rumların iyi niyetli çözüm aradığını, Türklerin ise hiç yanıt vermediğini söyledi.
Merkel, daha kısa bir süre önce, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü Rumlara fatura etmiş, Annan Planı’na olumlu oy veren Kıbrıs Türklerini övmüştü. Rumlar fazla ümitlenmesinler; yarın aynı Merkel, bu defa tam aksi tutum da alabilir.
Ancak, Alman Başbakanı yine boş yere konuşmadı.
Bu sözlerle, Ankara’ya bir mesaj veriyor. Kıbrıs sorunu çözülmedikçe, müzakere sürecinin kolay kolay açılmayacağının altını çiziyor.
Durumun bir resmini çekiyior.
Mali kriz içindeki Avrupa’dan zaten başka türlü bir yaklaşım beklenmezdi. Ancak Alman Başbakanı, bu durumu farklı kelimelerle de anlatabilirdi.
Belki kasıtlı olarak, belki bilmeyerek, Türkiye’yi AB’den uzaklaştırıyor. Ankara’yı İslam dünyasına itiyor.
* * *
ZENGİNLEŞTİĞİMİZE BİR TÜRLÜ İNANAMIYORUZ...
Türkiye giderek zenginleşiyor.
Hem ulusal, hem de uluslararası kurumların verdikleri rakkamlar bunu gösteriyor. Ancak gelin görün ki toplum olarak biz bu gerçeğe bir türlü inanamıyoruz.
Kabul ediyorum, makro düzeydeki zenginleşme henüz kişilerin cebine tam anlamıyla yansımadı... İşsizlik hala önemli bir sorun... Ancak, makro düzeydeki zenginleşme dahi kenarından köşesinden kişilere yansıyor. Yapılan yatırımlar işsizliği azaltıyor... Özel sektör büyüdükçe, bunun yansımalarını hemen hissediyoruz. Devlet fazla vergi toplayınca bundan da nemalanıyoruz.
Ne olursa olsun, yine de herşeye rağmen, durumumuzun eskilere oranla çok daha iyi olduğuna bir türlü benimseyemiyoruz.
Geçmişteki ekonomik ve mali krizler aklımızdan çıkmıyor. Hani, birkaç yıl iyi giderse, ardından bir ekonomik kriz gelirdi ya...İşte bu eski alışkanlık hepimizi etkiliyor.
Uluslararası kamuoyunda hakkımızda seslendirilen övgüleri, yükselen değer olduğumuzu, bölgenin ekonomik lokomotifi konumuna geldiğimizi memnuniyetle izliyoruz da hala bir türlü içimize sindiremiyoruz. Bütün bunlar bir rüya imiş ve bir ara yeni bir ekonomik krizle uyanacağımızı sanıyoruz.
Geçmişin fakirlik edebiyatı hala peşimizde.
Hatırlayın; eski günlerde en geçerli siyasi yatırım, fakir-fukara üzerine yapılırdı. Zenginleşmek kötü birşeydi. Zenginler mutlaka yasa dışı birşeyler yapmış kişiler gibi görülürlerdi.
Artık Türkiye değişiyor, ancak toplumdaki bu garip kavramlar bir türlü değişmiyor. Açıkçası kendi kendimize eziyet ediyoruz. Kavruk kalıyoruz.
Biz zenginleştiğimize inanmazsak, yabancılar nasıl inansınlar ki...
Paylaş