Paylaş
Konu 1997’den bu yana ilköğretimin 4. sınıfından itibaren seçmeli yabancı dil olarak verilen ikinci yabancı diller arasına “Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca ve Rusça’dan” sonra Arapça’nın da alınması. Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’nda bir hazırlık başlatılmış. Buna göre önümüzdeki yıllarda Arapça’nın aşamalı şekilde 4. sınıftan 8. sınıfa kadar seçmeli dil olarak okutulması planlanıyor.
Yabancı bir dil okutulmasıyla laik sistemin tehlikeye girmesi arasında belki bir ilişki kurmakta zorlanabilirsiniz. Ancak sözü edilen dil Arapça olunca nedense işin rengi değişiyor. Fransızca, Almanca veya İngilizce olsa kimse böyle bir tartışmaya girmezdi. Normal görülürdü.
Arapça’nın yaygınlaşmasından neden ürküyoruz ?
Oysa her yabancı dil öğrenen kişiye çok şey katar. O kişi bir ikinci kimlik kazanır. Geçmişin içimize soktuğu “Batı değerleri daha yararlıdır…Doğu değerleri geridir” anlayışı özellikle söz konusu dil Arapça olunca daha da canlanıyor.
Fransızca, Almanca veya İngilizce öğrenmek batılı değerlere bağlılık, Arapça ise gericilik, daha da önemlisi İslamcılığı arttırıcı bir unsur olarak görülürdü. Hedefimiz batı, batının teknolojisi ve zenginliği idi. Arap olan şeyler bizi ilgilendirmezdi.
Türkiye, dünya dengeleri düşünüldüğünde artık bambaşka bir sürece girmiş durumda. Bu süreçte de yabancı dil bir zorunluktur. Para kazanabilmek ve başka ülkelerin deneyimlerinden yararlanmak için kaçınılmazdır. Bu dönemde özellikle Arapçayı küçümsemekten vaz geçmeli, öğrenen herkesin kendini Siyasi İslam’a kaptıracağı gibi bir kuşkuyu da üstümüzden atmamız gerekiyor.
Bütün bunlar bir yana, benim yabancı dil konusunda iki önemli notum var:
1- Arapçanın yanı sıra, hatta Arapça kadar önem verilmesi gereken diğer “yükselen dillere” dikkat edilmesi gerekiyor. Bunların başında da Çince geliyor. Unutmayalım ki geleceğin yükselen ülkesi Çin’dir. Ardından da hemen yanı başımızdaki komşunun Rusçası geliyor.
2- Yabancı dil öğretilecekse doğru dürüst öğretilmelidir. Yıllarca yabancı dil okuyan öğrencilerin doğru dürüst bir cümle dahi kuramadıklarını görüyoruz. Herşeyden önce doğru dürüst öğretmen yetiştirelim, iyi bir öğretim altyapısı sağlayalım, sonra eğitime geçelim.
MEB Talim Terbiye Kurulunun dikkatine…
* * *
“ DEVLET BİRGÜN KÜRTLERDEN ÖZÜR DİLEYECEKTİR…”
Hasan Cemal’in son kitabının adı : BARIŞA EMANET OLUN.
Son derece sağduyulu, vatanını seven bir demokratın kaleminden çıkmış bu yaklaşıma eleştirisel bakanların dahi okumaları gereken bir kitap . Hızla üstünden geçtim. Henüz tümünü okuyamadım. Kitabı ileride daha geniş şekilde ele alıp sizlerle paylaşacağım.
Pazar günkü Milliyet’te Miraç Zeynep Özkartal’ın Hasan Cemal ile yaptığı söyleşi beni yıllar öncesine götürdü. Türk toplumunun nereden nereye ne kadar hızla geldiğini gördüm. Doğrusunu söyleyeyim bu toplumun Kürt sorununu aşma yeteneği konusunda güvenim arttı.
BAKIN NERELERDEN NERELERE GELDİK…
1987’de devlet Güneydoğu’daki kimi saldırılar için “Bu olayları Apo’cu haydutlar yapıyor” derken ilk defa; “Hayır, bunun adı Kürt sorunudur ve sadece askerle çözülmez” dediğimde yer yerinden oynamış ve mahkemelere düşmüştüm.
1988’de Öcalan ile ilk defa Bekaa Vadisi’ndeki kampta görüştüğümde neredeyse PKK sorununu çıkaran insan benmişim gibi devletin güvenlik ve yargı kurumlarından ve TSK’dan idam cezasına çarptırılmış gibi muamele gördüm.
1993’te “PKK, Kürt sorununun doğurduğu bir örgüttür ve ne yazık ki bu sorunun varlığını bize insanlarımızı öldürerek kabul ettiriyor...Asala’nın da diplomatlarımızı öldürerek Ermeni sorununu hatırlattığı gibi…Bu sorunlarımızla yüzleşmemiz için mutlaka darbe mi yememiz gerekiyor?” deyince, devletin her kurumundan ve o kurumlara biat eden yazarlarımızdan büyük tepki görmüştüm.
1997’de “Birgün Öcalan’ı veya PKK’nın önde gelenlerini TBMM’de görebiliriz. Böyle bir durumla karşılaşırsanız hiç şaşmayın. Tarih bu örneklerle dolu…” diye yazınca 28 Şubatçılar tarafından andıçlandım.
1998’da Öcalan’ın yakalanmasından sonraki bir 32. Gün programında, “Bir süre sonra, Mandela gibi ev hapsine çıkarılması ve ardından da serbest bırakılma kampanyası başlayacaktır “ deyince kendimi yine mahkemede buldum.
Hayatım hep bu mücadeleyle geçti.
Hasan Cemal’i şimdi gıptayla izliyorum. Hem yaptıklarını hem de bu gazeteciliğini kitaba dönüştürerek toplumla paylaşmasını. Görüşlerindeki dengeye saygım artıyor. Daha da önemlisi, Türkiye’nin bu konudaki farklı görüşleri algılamasındaki büyük değişimi gözlemek büyük keyif veriyor. Artık daha anlayışlı, daha uzlaşıcı bir kesim oluşuyor. Demek ki geçmişin tüm çabaları boşa gitmemiş.
ALIŞIYORUZ…ALIŞIYORUZ…
Milliyet’teki söyleşi ve kitapta son derece önemli ve doğru saptamalar var …
Hasan Cemal son derece açık ve haklı şekilde artık PKK’ya farklı baktığını ve farklı sıfatlar kullandığını söylüyor. En önemlisi de “… Birgün gelecek devlet Kürtlerden özür dileyecektir…” diyor.
Doğrudur. Belki bizlerin yaşamı içinde göremeyeceğiz. Ancak ilerde T.C Devleti Kürt kökenli vatandaşlarımızdan özür dileyecektir. Artık PKK ile Kürt sorununu birbirinden ayırmayacaktır.
Türk toplumu giderek Kürt sorununu anlıyor ve Kürtlerin varlığına, Kürtlerle bu ülkeyi paylaşma fikrine alışıyor. Hasan Cemal’in bu gelişmelere katkısı büyük oluyor.
Bunlar Cemal’in kitabıyla ilgili ilk saptamalar. İleride daha ayrıntılı şekilde paylaşacağız . Zira böylesine tek bir yazıyla geçilecek bir kitap değil…(Everest yayınları 0212 513 34 20www.everestyayinlari.com)
Paylaş