Hakan Fidan ile MİT Müsteşarlığı’nda 2-3 saat birlikte olduk. Kurumunun 85. kuruluş yıldönümünde, “Teşkilatın” yeni reform ve yeni düzenlemesini anlattı.
Benim bu konuşmadan çıkardığım sonuç şu : Askerin elindeki istihbarat da dahil olmak üzere, ülkenin genel iç-dış istihbaratının patronu artık sivil bir kurumun, MİT'in patronajına geçiyor.
Bunun en açık örneği de, yaklaşık 1 yıldır süren pazarlıklar sonunda, Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı’nın, tüm personeliyle birlikte MİT operasyonuna dahil edilmesidir. Artık aynı konuda iki ayrı çalışma yapılmayacak. Tüm sinyal istihbaratı tek elde toplanacak ve ihtiyacı olanlara dağıtılacak.
Hatırlayacaksınız, eskiden her kurum (Polis-Asker-MİT) kendi istihbaratını toplar ve başkasıyla paylaşmazdı. Bunun zararlarını da herkes görürdü. İşte bu çarpıklığın önüne geçiliyor. Polis veya askerden gelen tüm bilgiler, MİT'in gözetimindeki istihbarat havuzuna giriyor ve her kurum oradan ihtiyacı olanı alıp kullanıyor .
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, TSK adına, genelkurmay başkanları veya kuvvet Komutanlarıyla birlikte ortaklaşa yazılı açıklamalar yaparak tutum belirtmek modaydı.
1990'larda, özellikle de 28 Şubat döneminde, emekli komutanlar TV' lere çıkıp kişisel görüşlerini açıklar oldular. Ancak herkes o konuşmaların “TSK' dan geldiğine” inanırdı .
2000'lerde ise durum daha da yaygınlaştı ve genelde üç yıldızlı komutanlardan başlayarak, genelkurmay başkanlığına kadarki tüm rütbeler, fırsat buldukça hükümetleri fırçalar, sert şekilde eleştirir oldu. Özellikle devir-teslim törenleri, sivil iktidarları yerden yere vurma meydanına dönüştürülür, Türkiy 'nin nasıl yönetilmesi gerektiği dersleri verilirdi . Bütün bu süreçte siyasi iktidarlar hem sinirlenir hem özel konuşmalarında verip veriştirir, ancak açık demeçlerinde de askerin iğnemelerini görmezden gelirlerdi .
Ak Parti'nin iktidar olmasından sonra bu "Uyarıların" hem tonu hem de içeriği sertleşti. Özellikle 2006-2007 yıllarındaki “Çankaya savaşları” sırasındaki “E-muhtıra” olsun, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının açıklamaları olsun, “Asker-Sivil sürtüşmesini” en üst düzeye çıkarmıştı .
Ermeni Soykırımı iddiaları karşısında hiçbir zaman tutarlı bir politika oluşturamadık. Kendimizi doğru dürüst savunamadık.
Geçen hafta Paris'te, Türkiye'yi yakından tanıyan Fransız düşünürleri, gazetecileriyle konuşurken, durmadan yüzüme vurdukları bir gerçek vardı ki tüm kimyamı bozdu. Zira haklıydılar.
Türkiye'deki insan hakları ve fikir özgürlüğü sorunlarını yakından bilen bir gazeteci dostum şunları söyledi :
"Ermeni yasasından dolayı, bizi durmadan eleştiriyor ve fikir özgürlüğüne darbe indirdiğimizi söylüyorsunuz. Biraz da kendinize baksanıza... Fransız kamuoyu, Türkiye'deki durumu biliyor ve insanlar genelde, 'önce kendinize bakın, sonra bizi eleştirin' diye tepki gösteriyorlar..."
TÜRKİYE, PARİS SOKAKLARINDA TARTIŞILIYOR
PARİS
Fransızların çok sorunu var. Başları ellerinin arasında yaklaşmakta olan krizi nasıl atlatacaklarını düşünüyorlar. Yılbaşında Sarkozy’nin konuşması da yetmedi. Kimsenin gözü Eurodan başka birşey görmüyor.
Yine de şu sıralarda Paris’e yolunuz düşer, güncel sorunları izleyen bir Fransız ile karşılaşır ve Türk olduğunuz anlaşılırsa, size sorulacak ilk soru “Sarkozy yasası” olacaktır. Adı böyle kalmış. Herkes, seçimler için Ermenilerin sırtlarının sıvazlandığının farkında.
Yılbaşı için 3 günlüğüne Paris’e gittim. İster istemez, yıllardır tanıdığım Fransız politikacı ve gazetecilerle birlikte olduk. En ilginci, taksi şöförünün İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince sorduğu ilk soruydu :
- Sarkzoy’nin yasası sizi çok mu kızdırdı?
Bunun çok gereksiz ve aptal bir yasa olduğunu söylediğimde “Onun yaptığı tek aptallık o değil ki” dedi ve kahkahayı bastı.
Radyolardaki şaka programlarından, TV’lerdeki siyasi tartışmaların bir bölümüne de, “Sarkozy yasası” tartışılıyordu.
Arabadan düşenin halinden sadece arabadan düşen anlar...
Bundan dolayı olacak, artık hiçbir şey umurumda değil. Varsa yoksa sağlık. Her akşam yatarken "Oh bugünü de ayakta geçirdim" diyorum. Sabah kalktığımda da "İnşallah bu günüm sağlıklı geçer" diye yola çıkıyorum.
Bugün 2011'i kapatıp, 2012'ye giriyoruz.
Sizin için, gelecek 12 ayın falına bakmak istiyorum.
Nelerle karşı karşıya kalabiliriz? Paramızı ne yapalım? Başbakan’ın sağlığı nasıl olacak? Terörle nasıl baş edilecek? Arap baharı nereye gidecek?
Ancak herşeyden önce, tüm okurlarım için bir dilekte bulunmak istiyorum. Kendim ve ailem için de aynını diliyorum.
Allah’tan, hepimize sağlıklı bir 2012 nasip etmesini diliyorum.
Gerisini boşverin.
Bu soruya daima Başbakanlar aday gösterilir. Ancak bu defa durum farklı. Geriye dönüp baktığınızda, 2011'e sadece yıla damgasını vuran insan değil, aynı zamanda "Yılın tek adamı" olarak Recep Tayyip Erdoğan rakipsiz öne çıktığını görüyorsunuz. Bakın, hangi etkenler Başbakan’ı tek adamlığa taşıdı.
- Erdoğan üçüncü defa, hem de oyunu yüzde 50'lere çıkartarak, seçim kazandı. Kendileri dahil, kimseler böylesine bir sonuç beklemiyordu. 2023'e kadar ülkeyi yöneteceklerini söyleyerek, istikrar mesajı verdi.
- Asker-sivil iktidar arasındaki dengeleri temelinden değiştirdi ve Yüksek Askeri Şura'ya tek başına başkanlık ederek, TSK'nın kontrolünün de kendine geçtiğini gösterdi.
- Uluslararası mali krize rağmen, Türk ekonomisine büyüme rekoru kırdırdı, işssizliği azalttı ve ekonomik istikrarı sürdürdü.
- PKK, açılım sürecini reddedip terörü başlatınca, sert şekilde karşılık verdi. Örgüte önemli darbeler vurdurttu. İmralı ile Kandil arasındaki iletişini kestirdi.
- Ameliyatı, Erdoğan'ın en muhalifleri arasında dahi reytingini yükseltti. Başbakan’ın siyasetten çekilmesi durumunda iç istikrarın da kaybolacağı izlenimi yaygınlaştı.
Okudunuz mu?
Keşan müftüsü Süleyman Yeniçeri yılbaşı eğlencesini eleştirmiş. Aslında, artık bayatlamış bir söylemdir bu. “Hristiyan adetidir, Müslümanlara yakışmaz” lafını çok duyduk. Kimselerin de pek aldırdığı yok zaten...
Beni asıl güldüren, Süleyman Yeniçeri’nin şu sözleri oldu:
“Noel baba diye birisi yoktur. Aziz Nicholaos diye biri var ama bu uyduruk bir kişidir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi. Bizde kapıdan giriliyor. Kuran-ı Kerim’de; ‘Evlere kapıdan girin’ diyor. Neden bacadan giriyor ki?"
Dediğim gibi önce çok güldüm, ancak sonra çok üzüldüm. Topluma dini öğütler veren, yönlendiren bir kişinin, Noel Baba’yı sahici sanması; bacadan girmesinin, Batı geleneklerinde, bereket getirmek, çocukların dünyasına bir masal, bir eğlence olduğunu bilmemesi... Aksine, işi ciddiye alıp “bacadan giren şüpheli adam” sanması... Bir de kalkıp “Kuran kapıdan girilmesini emreder” demesi...
Ben, Keşan Müftüsü’nün bu konuşmayı cidden yaptığına inanmak istemiyorum. Eminim şaka yapmak için bunları söylemiştir (!)
KCK TUTUKLAMALARI İSTENEN SONUCU VERMEZ...
KCK tutuklamaları göreceksiniz başımıza dert açacak.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin birkaç gün önce öyle bir konuşma yaptı ki çok kişinin tüyleri diken diken oldu. Farklı görüşleri temsil eden köşe yazarlarına bir göz atın, bu konuşmanın ne kadar garipsendiğini hemen anlarsınız.
İşin garip yanı, hükümetin iki ağır topu, Arınç ve Atalay ardı ardına terörle mücadele için son derece olumlu adımlar atılacağının işaretlerini verirken Şahin, tam tersine, zehir zemberek bir yaklaşımla ortaya çıktı. 1990’larda uygulanmış ve ters tepmiş iki yaklaşımdan söz etti:
1. PARTİ KAPATMA:
Şahin, BDP ile ilgili öylesine ağır, öylesine aşağılayıcı bir dil kullandı ki bu insanların 3 milyon oyla seçildiklerini, arkalarında büyük bir destek olduğunu unutmuş gibiydi. Şahin, “Masum bir siyasi partiyle mücadele etmiyoruz” diyerek BDP’yi “Siyaset dışı” gibi gösterdi ve; “...Hukuki yollardan kurulmuş siyasi partiye bir şey yapmıyoruz. Onlar bize sataşıyor. Biz de herhalde susacak değiliz. Onların gerçek yüzlerini ortaya koyacağız. Masum olmadıklarını, illegal yapının yasal uzantısı olduklarını söyleyeceğiz. Biz söylemiyoruz, yöneticileri söylüyorlar. PKK demek, Apo demek, KCK demek, BDP demek, bir içiçeliğin, bir bir aradalığın sırrının ifşasından başka bir şey değildir.....Özgürlükten bahsediyorlar, kendin özgür değilsin ki. Ondan sonra da barışın dili, özgürlük. Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden daha özgür bir yer mi var? Buna tahammül eden, buna toleranslı bakan özgürlük veren bir yapıya sahibiz. Fikrin varsa gel söyle” dedi.
Eğer iktidar partisi gerçekten BDP’yi kapatmayı planlıyorsa, en büyük hatayı işlemiş olur. Parti kapatmayla bir yere varılamaycağını en iyi bilmesi gereken Ak Parti’nin, böylesine bir tuzağa düşmemesi gerekir.
2. YAZAR ÇİZERİ TUTUKLAMA:
Şahin’in konuşmasının diğer bölümü daha da dehşet vericiydi. İçişleri Bakanı, “Teröre destek olanları” da şöyle isaret etti:
“...Belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor.Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki, arka bahçe İstanbul'dur, İzmir'dir, Bursa'dır, Viyana'dır, Almanya'dır, Londra'dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur...”