Dindar nesil yetiştirme tartışmasına takıldık kaldık. Hepimizi heyecanlandırması gereken Fatih Projesi’ne gereken ilgiyi gösteremedik. Üstelik sağolsun, Milli Eğitim Bakanlığı da toplumu yeterince ayaklandırmadı. Doğru dürüst anlatamadı.
Oysa, inanılmaz bir adım atılıyor.
Nedenini anlatayım...
Dünya artık tümüyle teknoloji ve bilişim çağına giriyor.
Hangi toplum teknoloji ürtebilirse, hangi ülke bilişimde yarışa girebilirse, öne çıkacak. Artık zenginlik, petrol-doğalgaz sahibi olanlarla ağır sanayi sahiplerinin elinde olmayacak. Onlar ikinci sıraya düşecekler. Artık fazla askeri olan değil, teknolojisi en güçlü orduya sahip olan ülkelerin sözü dinlenecek. Teknolojiyi kullanmak da ancak onu kullanmasını bilen askerler gerektirir. Bugünkü er kadromuz 20 yıl sonra, ellerine verilecek ileri teknoloji gerektiren tüfeği dahi kullanamayacak.
Özetle, teknolojiyi bilen ve üretebilenler birinci ligde oynayabilecekler. Geri kalanlar ise sürünecekler...Bu kadar basit.
Dünya böylesine bir noktada.
Türkiye, önümüzdeki kuşaklarını ya hizmet sektörü, geleneksel tarım- hayvancılık, otomobil ve beyaz eşya üretimi ile oyalanacak nesiller olarak yetiştirmeye devam edecek; bizim dönemimizdeki gibi kara tahta, yurttaşlık bilgisi, tarih- coğrafya kısır döngüsünde bırakacak ya da çağ atlamayı deneyecekti.
Bu konuyu sürdürmemin, tekrar tekrar üstüne gelmemin nedeni, Başbakan'ın "Dindar nesiller yetiştireceğiz" sözünü çok ciddiye almamdır. Başbakan'ın nihayet gizli gündemini ortaya çıkardığına inananlardan değilim. Erdoğan’ı “yobaz-gerici-irticacı” olarak görenlerden hiç değilim. Benim derdim Başbakanla değil, başkalarıyla. Bu öyle bir açıklamaydı ki, din kutusunu açmaya niyetli kitleleri bir defa harekete geçirdi mi, önünü alamayız.
Başbakan'ın bu “Dindar nesil yetiştirme” sözünden sonra medya'da da uyarı dolu , çok ilginç yazılar, tepkiler çıktı. Erdoğan'a fikren yakın nice muhafazakar kalem, Başbakan'a destek vermiş veya vermeyi sürdüren liberal-demokrat yorumclulardan "dindar nesil yetiştirmenin" kaygı ve sakıncalarına dikkat çeken yazılar yayınlandı .
Laik kesim deseniz, henüz şaşkın. Ya ne diyeceklerini tam bilemedikleri için yanlış birşey söylemekten korkuyorlar veya hala Atatürk bayrağını sallıyarak mücadele edebileceklerini sanıyorlar.
İçtenlikle kaygı duyan , rahatsız olanlar çoğunlukta .
- "Benim oğlum dindar olmak istemiyorsa, ne olacak?" diyenden tutun "Ben çocuğumu dindar yetiştirmek istemiyorum" diyene kadar, dindarlar dünyasında kaybolmaktan korkanların kaygıları var . (Hasan Cemal - Can Dündar- Milliyet)
- "Evet, Devletin milletin dini inançlarından kaynaklanan sosyal taleplerine karşılık vermek gibi bir yükümlülüğü var...Ama dindar bir nesil yetiştirmek gibi bir görevi yok, olamaz da...İnsanları kalbine dindarlık ya da dinsizlikle ilgili bir duygu ekmek devletin işi değildir..." (Nihal Bengisu - Haber Türk )
- "Dindarların, devlet katında oluşturulmuş, dindar nesiller yetiştirme politikasına ihtiyaç yok. Başbakan'ın sözü dindarlara hiçbir kazandırmıyor..." (Müntaz'er Türköne- Zaman )
-“Laik bir devlette herhangi bir toplumsal grubun ‘dindarlaştırılması’ ile ilgili bir düzenleme yapılamaz, demokratik devletin böyle bir misyonu olamaz. Ama aynı laik devlette dindarları birtakım haklardan mahrum etme kararı da alınamaz.” Özlem Aybayrak- Yeni Şafak)
Başbakan geçen hafta öylesi bir söz sarfetti ki, hepimiz dağıldık. "Dindar nesiller yetiştireceğiz" dedi. Donduk kaldık. Hala altından kalkabilmiş değiliz. Dün bir miktar açıklama getirdi ancak, henüz tam netlik yok.
Toplumun hemen her kesiminde bu sözler farklı algılandı.
Laik kesimde alarm zilleri çalıverdi .
İşte nihayet Erdoğan uzun zamandır kuşkulanılan "gizli acendasını" açıklamış ve laik sistemi temelinden yıkacak adımı atmıştı. Devletin dindar nesil yetiştirme görevi ne demekti? Din Devletine doğru ilk adım mı atılıyordu?
Muhafazakar çevrelerde de tam anlaşılabilmiş değil. Bir bölüm büyük memnuniyetle alkışlarken, diğer bölüm bu sözlerin içini nasıl doldurabileceğini araştırıyor .
Ben, Başbakan'ın bu sözü gerçekten bilinçli olarak mı söyledi, yoksa Kılıçdaroğlu'nun nasırına basmak için mi sarfetti, anlayabilmiş değilim.
Bu sözler bu şekilde bırakılmamalı. Mutlaka içi daha da doldurulmalı. Ne anlama geldiği çok net şekilde anlatılmalı. Eğer belirsizlik sürürülürse, çok tehlikeli bir süreç başlar . Dindar-Dinsiz kavgalarına kadar uzayacak bir tartışma fırtınası kopar .
Dışardaki yankılanmaları daha da tehlikeli olur. Eski, Türkiye'nin ekseni kaydırılıyor çığlıklarını hatırlayın, bu defaki çok daha sert ve altından kalkılması güç bir ortam yaratır.
Haydarpaşa Garı hayatımın en önemli yerlerinden biridir. Kadıköy İskelesi’nin yanından, karşıya geçip trene kayıkla geçildiği dönemlerden bugünlere, İstanbul’un en güzel simgelerinden biri olarak geldi.
Aradan geçen yıllarda ne yazık ki İstanbul nasıl devleştiyse, Haydarpaşa ve etrafı da aynı oranda berbatlaştı. Yanıbaşına, gemilerin yüklerini boşalttıkları koca vinçlerin çalıştığı, Ro-Ro'ların gelip konteynerleri alıp gittiği, gürültülü, çirkin bir görüntü yerleşti.
Gar deseniz, o da artık eski işlevini kaybetti. Sorarım sizlere bütün o bölgeye bir defa gidebildiniz mi? Hayır gidemezsiniz, zira oralara girilemiyor, dolaşmak imkansız. Oysa, İstanbul' un en güzel manzaralı, en hoş bölgesidir.
Şimdi bir proje hazırlanıyor. Gar dahil olmak üzere tüm bölge, otel-turistik tesis-müze- konaklama-kültürel faaliyet mekanları ve parklarla kaplı bir alana dönüştürülecek .
Çocuktuk, anlayamıyorduk, hatta ne dediğimizi pek bilmeden her sabah and içerdik.
Varlığımızı, Türk milletinin varlığına armağan ederdik.
Bizim için adeta bir oyundu.
Ardından sınıflara girerdik. Hepimizin karşısında ve en görülen yerde, keskin bakışlarıyla Ata'mızın, son derece yakışıklı bir resmi bulunurdu. Altında da Gençliğe Hitabesi vardı. Şimdi adını unuttum, Askerlik Dersi hocamızın sınıfa giriş ve çıkışında Atatürk'ün resmini selamladığını hatırlarım.
NE ZAFER ÇIĞLIĞI ATALIM NE DE TEHDİT EDELİM...
Fransa'da “İnkar yasası”nın Anayasa Mahkemesi’ne (Fransızlar, Anayasa Konseyi diyorlar) gönderilmesi belki güç olacaktı, ancak olasılığı vardı. Beklenmeyen, bu kadar çok imza ile gönderilmesiydi.
60 senatörün imzalaması yetecekti. İlk günlerde imzalar zar zor geldi. Sonra birden bire sayılar yükseldi. 77 senatör ve ekstradan 65 parlamenter de imza attı. Bu rakkam Sarkozy'i dahi rahatsız etmiş olmalı ki sert tepki gösterdi. Buna rağmen imzalar için, Elysee Sarayı’nın yeterince baskı yapmadığını, hatta Sarkozy'nin duruma göz yumduğunu ileri sürenler dahi var.
Rivayet muhtelif...
Hamas Örgütü kendine yer arıyor. Şam'da kalamayacaklarını artık anlamış olmalılar ki, kendilerine yakın gördükleri başkentleri yokluyorlar. Belli ki, Ankara'ya haber yollanmış ve hükümet bu konuda kafa yormuş. Hükümet sözcüsü Arınç, pazartesi günkü kabine toplantısından sonra açıklama yaptı. Bana pek ikna edici gelmedi. Şimdilik Hamas lideri Halid Meşal'in Türkiye'de büro açmasının söz konusu olmadığını söyledi. Bana, hükümet biraz müteredditmiş gibi geldi. Hani bu durum ileride değişebilirmiş de şimdiden bağlayıcı birşey söylemek istenmiyormuş gibi konuştu. Yanılıyor olabilirim, ancak konunun tümüyle kapandığı yönünde kuşkularım var.
Unutmayalım ki Hamas tartışmalı bir partidir. Gazze’deki Filistinliler için “Kurtarıcı”, Batı Şeria’daki Filistinliler için El Fetih'in düşmanıdır. Özellikle İsrail yanlısı birçok ülke tarafından ise sivilleri de öldüren bir “Terör örgütü” olarak kabul edilir. Türkiye için ise Hamas, Gazze' de seçimleri kazanmış, Filistin halkını temsil eden “yasal” bir partidir. Şimdi isterseniz gelin, Hamas'ın bürolarını Ankara'ya taşımasının bize ne yararı olacağına, ne zarar verdirebileceğine bakalım. Yani, çıkarımız nedir onu sorgulayalım:
( - )
- Türkiye eskiden, Filistin sorununun tüm tarafları ile görüşebilen bir ülke olarak etkin bir konumdaydı. Bu konumunu, Mavi Marmara olayıyla önemli ölçüde kaybetmişti. Hamas'ın Ankara'ya gelişiyle tam olarak TARAF durumuna düşecek ve eski etkinliği tümüyle bitecek.
- ABD ile ilişkilerindeki kuşkular artacak. İsrail ile ilişkileri bir daha düzeltilemez aşamaya girecek. Ak Parti iktidarının Türkiye'ye eksen kaydırdığı tartışmaları yeniden başlatılacak.
- Türkiye, Hamas'ın Gazze'deki faaliyetlerini, işgal altındaki topraklara saldırılarını kontrol edemeyecek, dolayısı ile atılan her füze veya her saldırı sonrasında birçok başkent Ankara'ya dönecek, hatta suçlayacak.
( + )
- Türkiye 'nin uluslararası profili özellikle İslam ülkeleri arasında yükselir.
Yetti artık...
Bu kadar riyakarlığa dayanamıyorum.
Şimdiye kadar nezaketimi korumak için dişimi sıktım, ancak yetti.
Hepiniz yalan söylüyorsunuz.