Bugüne kadar PKK'yı ve Kürt Sorununu küçümsüyerek geldik.
Kendi kendimizi aldattık.
Önce (1980'lerde) bir avuç çapulcu muamelesi yaptık. Dağlarda köy basan, kendilerine Apo'cu adı veren, birkaç yüz kişiyi geçmeyen eşkiyadan oluştuklarını ileri sürdük. Devlet PKK'yı yıllarca bize böyle tanıttı. Olayı küçümsedi, bize de küçümsetti.
Bugünlere geldiğimizde bir de bakıyoruz, herşey değişmiş. PKK'yı hala, sadece cinayet işleyen bir terör örgütü olarak görüyoruz, oysa biraz yakından incelediğinizde, karşınıza dev bir uluslararası organizasyon çıkıyor.
Terör örgütlerinin gözle görülmeyen, elle tutulmayan bir Borsası vardır. Buna Karaborsa demek daha doğru olur. Bu örgütler, özellikle Uluslararası gelişmelerde veya ikili anlaşmazlıklarda kullanıldıkları için, bulundukları yer, vurucu güçleri, suikast yetenekleri ve etkinlikleri, borsa değerlerini saptar. Her ülke, bu örgütleri, düşman gördüğü ülkeyi rahatsız etmek veya zor duruma düşürmek için kullanır. İşi bittiğinde de ya sırtını döner veya yok olmasını sağlar. Değerleri bazen artar, bazen azalır.
PKK'nın da bir Karaborsa değeri var ve şu sıralarda bölgedeki gelişmeler öylesine karmaşıklaşıyor ki, konumu giderek değerleniyor. (Bakın: Yan kutu) Yeniden sınırların çizildiği yakın bölgemizde etkin rol oynayabilecek bir terör örgütü olarak görülüyor. İstihbaratçıların gözünde, "iyi organize-kendini kolaylıkla ölüme atabilen gerillaya sahip-halk arasında sempatizanları olan terör örgütü" olarak değer kazanıyor.
Somut hiçbir sonuç elde edememesine rağmen, bu yaz aylarında hemen hergün terörü Türkiye'nin gündemine sokarak, dikkatleri üstüne çekmeyi başardı. Karaborsa değerini yükseltmesini bildi.
Üstelik, başka alanlarda da kullanılabilecek bir konuma girmiş gibi görünüyor.
- Örneğin, İsrail ve ABD için İran'ı cezalandırmak için cazip bir durumda...
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, pazartesi akşamı Kanal D Ana Haber' deki söyleşisinde son derece cesur ve doğru bir açıklama yaptı. BDP' lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının, PKK' nın işine yarayacağının altını çizdi ve bu hataya düşülmemesi gerektiğini söyledi.
Cesur bir sözdü, zira kamu oyunda şu sırada tam tam'lar çalınıyor. MHP'nin liderliğini yaptığı girişim, BDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve hapse atılmalarını öngörüyor.
Aklıma 1994'deki DEP olayı geldi.
Hatırlarsınız, yine PKK saldırılarının arttığı bir dönemdi ve güvenlik kuvvetlerinin elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kamu oyundaki öfke de giderek artıyordu. Sonunda, birgün polis sille tokat Meclis'e girdi ve milletvekillerini yaka paça dışarı çıkarıp tutukladı (!). Ardından da, yıllarca sürecek bir hapishane süreci başladı.
Geçtiğimiz ayların bir bilançosunu yapalım ve kendimizi aldatmadan, sonuçların nasıl algılandığını cesurca inceleyelim. Zira terör açısından son 14 yılın en kötü yazını geçirdik.
1999' da Öcalan'ın yakalanmasından bu yana, PKK hiçbir zaman böylesine bir gövde gösterisi yapmamış, gündemi böylesine eline geçirmemişti. Medya bu gelişmeleri ne kadar abartmamaya çalışsa dahi, öyle olaylar yaşandı ki, iç ve dış kamuoyunda önemli izler bıraktı.
Hiçbir şey olmamış gibi davranabilecek durumda değiliz. Paniğe kapılmaya, mücadelenin kaybedildiği veya ülkenin bir bölümünün elden gitmek üzere olduğu gibi, gerçekleri yansıtmayan görüşlere katılmaya da hiç gerek yok. Bu yaz aylarında yaşananlar, yeni bir döneme girildiğini ve bu silahlı mücadelenin daha uzun yıllar süreceğini gösteriyor, o kadar.
Nisan- Ağustos arasındaki 5 aylık rakkamlar zaten kendi kendine konuşuyor:
- 100'e yakın küçüklü-büyüklü saldırı yaşandı.
İRAN BÖLGENİN EN ÖNEMLİ OYUNCUSU OLDU...
İran, nükleer enerji sahibi olabilmek için yıllardır uğraşıyor. Ancak komşularının büyük bölümü kuşku içinde. Zira nükleer enerjinin bir adım ötesinde nükleer bomba sahibi olunabiliniyor. İran’ın gerçek niyetinin de “Nükleer güç” statüsünü kazanmak olduğu tahmin ediliyor.
Dini Lider Hamaney ne kadar güvence verse de, İslam dinine göre, “Kitle İmha Silahı” üretmenin günah olduğunu söylese de, kimselere inandıramıyor. Zira kimse Tahran’a güvenmiyor.
İran’ın da bu güvensizliğin yayılmasına epey katkıda bulunduğunu unutmamak gerekir. 1980’lerde kendi İslam devrimini ihraç etmeye çalışması, başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere, Sünni Araplara cephe alması ve tabii İsrail’i ortadan kaldırma politikasıyla, bölgede yeterince kuşku ve kaygı yaratmasını bildi.
Şu sıralarda Suriye kavgasında da, İran ön planda. “Batı” cephesine karşı savaş veriyor. Esad’ı destekliyor.
İRAN DA “BATI”YA HİÇ GÜVENMİYOR…
Bu köşede kısa bir süre önce "Suriye'deki dehşetten kaçan göçmenlere gereken ilgiyi göstermiyoruz ve buraya geldiklerine pişman ediyoruz. Böyle giderse, adamları bize sığındıklarına bin pişman edeceğiz." demiştim. Amacım yetkililerin dikkatini çekmekti. Oysa, hiçbir şey değişmemiş.
Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın kamp izlenimlerini okuduysanız, bu saptamaların ne kadar doğru olduğunu ve bürokrasimizin, kötü niyetten değil, ancak beceriksizliğinden dolayı, göçmenlerin kamplardaki hayatlarının bir işkenceye dönüştüğünü, böyle giderse, iyilik yapalım derken, ileride Suriye'de büyük Türk düşmanı bir lobi oluşturacağımızı anlarsınız.
Aslı, Kilis'deki kampları dolaşmış. İğrenç bir manzara çiziyor.
Düşünün, sıcaklık 45 derecelerde ve kamplarda su yok. Günde veya birkaç günde bir su geliyor ve tabii kimseye yetmiyor. Göçmenler kendi aralarında organize olmuşlar, uzaktaki bir çiftlikten çocuklarına su taşıtıyorlar.
Köşk başarılı bir “İnce ayar” operasyonuna imza attı.
Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Ahmet Sever'in açıklamalarındaki mesajlar tam yerini buldu. Üstelik, çevreye fazla da zarar verilmedi. Bomba patladıktan sonra, etrafta ölü yaralı görülmedi (!)
Gül bu şekilde, Başbakan'ın yapmadığını yaptı ve herkesin dikkatini çekti.
Başbakan'a yakın bir Ak Parti'linin yorumu, bu açıdan çok ilginçti:
Bugün gündeme yeni bir bomba düştü.
Bombayı çantasında taşıyıp getiren de, Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Ahmet Sever. Öyle fazla konuşmayan, hele Cumhurbaşkanı’nın onayı olmadan, kendi kafasına göre politik oyunlara girmeyen, spekülatif demeçler vermeyen bir isim getirdi bombayı ve Ruşen Çakır’ın köşesinde fitili ateşledi.
Konu, Abdullah Gül’ ün 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılıp katılmayacağı.
Hatırlayacak olursanız, Ak Parti gurubu, Başbakan ‘ın önünü açmak için bir yasa çıkarmış ve Cumhurbaşkanlığı süresini 7 yıla bağlamış, ancak( tabii isim vermeden) Gül ve Demirel’in yeniden adaylıklarını koyamayacaklarını belirlemişti. Anayasa Mahkemesi ise, bu yasayı Anayasaya aykırı bulup iptal etti.
Yani, şu anki duruma göre Gül, isterse adaylığını koyabilir.