Haftasonu, Ak Parti Kongresi’ nde, Başbakan' ın konuşmasından benim çıkardığım en net sonuç, başkanlık sistemi konusundaki kesin tutum ve Erdoğan' ın Çankaya' ya çıkış konusundaki kararlılığıydı. Uzun süredir ağızlarda gevelenen “Köşk süreci” artık başlıyor.
Kongre öncesindeki 3 TV söyleşisindeki sözleri ve son konuşması "Ben Köşk'e çıkıyorum" mesajının yanısıra, oraya gidiş aşamalarını da ortaya koydu.
- Başbakan, Çankaya' ya gidiş konusunda ne kadar açık ise, başkanlık konusunda aynı derecede ısrarcı ve kendini bağlayıcı konuşmadı. Dikkatli konuştu. Şimdiden, partisindeki muhalifleri sinirlendirmemeye dikkat etti. Mülayim bir yaklaşım içindeydi. Tepeden bakmadı, "Siz nasıl olsa benim dediğimden çıkmazsınız" anlamına gelecek bir tutum sergilemedi. Başkanlık sisteminin istikrar getireceğini söylemenin ötesine geçmedi. Buna karşılık, kendinin cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacağını çok daha açık şekilde ortaya koydu. Hiç değilse, ben söylediklerini bu şekilde yorumladım.
- Başbakan, ilk aşamada yeni anayasayı mutlaka yaptıracak. Tek parti dahi kalsa, masadan kalkmayacak. Yeni anayasada da, o günün koşullarına göre, başkanlığın yetkilerinin arttırılmasına gidilecek.
- Bu gelişmeler, gelecek yılın ekim ayındaki yerel seçimlerde alınacak oyların oranına göre ayarlanacak. Yüzde 50' nin üstünde oy alındığı takdirde daha cesur davranılacak, bu oranın altında kalınırsa, ona göre bir tutum saptanacak.
Tabi ülkemizde, 2014' e kadar geçecek olan 3 yıl çok uzun bir süredir ve koşullar öylesine değişiverir ki, her şey tepetaklak olabilir. Ancak, her şey bugünkü gibi giderse, Başbakan' ın bu “İnce uzun yolu” artık kesinleşmiş durumda.
Yarınki Ak Parti Kongresi’ni ben çok önemsiyorum.
Beğenin veya beğenmeyin, bu ülkeyi 10 yıldır yöneten bir ekip gidecek ve yerine yeni bir süreç başlayacak. Hiç alışmadığımız bir döneme gireceğiz. Daha da önemlisi, bu yeni düzenin ne getireceğini de kimseler bilmiyor.
En büyük değişiklik, Erdoğan' ı artık Çankaya' da görmeye başlamamız olacak. Başbakan her ne kadar, Star-NTV kanallarındaki söyleşisinde, kesin kararını 2013 yerel seçimlerden sonra vereceğini belirttiyse de, hedefin “Köşk” olduğu açıkça ortada. Başbakanlık yetkileri ne kadar arttırılırsa arttırılsın, Cumhurbaşkanlığı çok farklı makamlardır. Besbelli, “Köşk” ün yetkileri anayasa değişikliği sırasında ele alınacak, ancak ne derece yetki verileceği henüz net değil.
Ne olursa olsun, Başbakan “Köşk” e çıktıktan sonra, acaba eskisi gibi, her istediğini yaptırabilecek mi? Partiyi eskisi gibi disiplini altında tutabilecek mi? “Yönetimi” kontrolü altında tutabilecek mi? Başbakanlığa gelecek olan kişi ile nasıl çalışacak?
Siyasetin gereğidir, muhalefet hemen her ülkede iktidarları eleştirir. Gerektiğinde gösteriler de yapar ve mücadele eder. Ancak bu mücadele terör konusuna gelince, kurallar değişir. Hele ülkemizdeki PKK teröründen söz edersek, kurallar tümüyle farklılaşır. Dünyanın her yanında da bunun örnekleri vardır. En kanlı çatışmalar sırasında dahi, terör örgütleri ile gizli görüşmeler yapılır.
Neden mi?
Halk terörden bıktığı için.
Şu sıralarda muhalefet ile iktidar arasında bir kavga var. Giderek de yaygınlaşıyor. Nedeni de çok komik. Kavga Adalet Bakanı Ergin' in, gerektiğinde Öcalan ile de görüşülebilineceğini söylemesi üzerine çıktı. Aslında Ergin, çok normal bir söz etmişti. Devletin herkesle konuşabileceğini, Öcalan ile de temas edebileceğini söyleyince muhalefet ayaklandı.
CNN TÜRK'ün yeni yüzlerinden, her sabah 09.00'da başlayan Parametre programına yorumlarıyla katılan Hakan Çelik dikkatimizi çekti. Suriye konusunda Türkiye frene basıyor. Gerçekten de, eskiye oranla iktidardan fazla ses çıkmıyor. Tempo düşürülüyormuş gibi görünüyor. Bence Türkiye doğrusunu yapıyor.
İlk başlarda, en çok Suudi Arabistan ve Katar'ın kışkırtmaları ve Washington ile Avrupa'nın liderliğinde kalabalık bir gurup olarak yola koyulmuştuk. İnsanlık adına, Rusya ve İran'a rağmen, Esad'ın diktatörlüğüne son verilmeliydi. Gerekirse ambargolar konulacak, hatta uçuşa yasak-tampon bölge oluşturulacak, Esad 'a nefes aldırılmayacaktı.
En çok da bizim gür sesimiz duyuldu.
Bugüne kadar çok bağırdık çağırdık, yerden yere vurduk , Esad'a " oğlum bak git..." dedik. 5-6 ay süre verdik. Olmadı, sesimizi daha da arttırdık. Bu şekilde fazla dayanamaz , birkaç ayda gider sandık, olmadı. Süreyi 1-2 yıla çıkardık, yine olmadı.
Artık yeni bir döneme girildiğini yazıp çiziyoruz.
Balyoz-Ergenekon-12 eylül-28 şubat davalarıyla Askeri Vesayetin bittiğini ileri sürüyoruz. Bundan böyle, seçilmiş iktidarları darbeyle deviren , hatta deviremese dahi planlamayla yetinenlerin bile cezalandırılacakları yeni bir döneme girildiğini konuşuyoruz.
Artık hiçbir Komutanın kışlasında komplo toplantıları yapamayacağını sanıyoruz.
Acaba bu varsayımlar gerçekçi mi, yoksa kendi kendimizi mi aldatıyoruz ?
Balyoz davasının sonucu beni de ikiye böldü.
Bir yanım çok memnun oldu, diğer bir yanım ise üzüldü.
Memnun oldum, zira ülkemizi "Asker Vesayetinden Kurtarma" süreci başladı. Bir ilk adım atıldı. Bundan 15 yıl önce, böyle bir durumla karşı karşıya kalınacağını kimse düşünemezdi.
Cumhuriyet diye adlandırdığımız sistem, tümüyle Asker gözetiminin üstüne oturtulmuştu. İki de umacı bulunmuştu. Biri YOBAZ, diğeri de BÖLÜCÜ. Bu ikiliye karşı ülkeyi korumak adına da Askere açıkça Jandarmalık görevi verilmişti. Yıllar boyunca bu vesayet altında yaşadık.
Başbakan salı günkü konuşmasını İmam Hatiplere ayırmış ve "Neden bu okulları sevmiyorsunuz?..." diye sormuştu. Ardından , gereksiz şekilde ve tamamen siyasi nedenlerle "...Terörist yetiştirmedikleri için mi sevmiyorsunuz?..."gibi anlaşılması ve kabul edilmesi çok güç bir dizi soru sormuştu. Bu sorular üzerinde durmuyorum...Zira tartışmak dahi gereksiz.
Aksine, gerçek soruya bir yanıt vermek istiyorum.
"...Neden bu okulları sevmiyorunuz ?..."
Çok doğru bir soru...Neden sevmiyoruz?
Bir yandan PKK hergün bir başka hedefi vuruyor, öte yandan muhalefet ile iktidar son derece anlamsız bir tartışma yürütüyor.
Muhalefeti anlayamıyorum.
Yeri göğü inletiyor. Oslo görüşmelerinin bir ihanet olduğu çığlığını atıyor.Yetmiyor, TC Devleti ile PKK temsilcileri arasında imzalandığı ileri sürülen bir Protokol'ü ortaya koyuyor ve " Hadi itiraf edin..." diye haykırıyor. Kimi daha ileri gidiyor, bu adamlarla görüşüp terörü teşvik ettiniz, gibi son derece ilgisiz suçlamalar yapıyor.Üstelik, içeriği ile kimse ilgilenmiyor, işin zarfı eleştiriliyor.
İktidarı da anlayamıyorum. Sanki suç işlemiş gibi savunmaya geçiyor. Muhalefete şerefsizler diye saldırıyor. Neden bu görüşmelerin yapıldığını ve neden gerekli olduğunu izah etmek yerine, kem küm ediyor. Bu görüşme ve protokollerin resmi bir anlaşma değil, taslak bir çalışma olduğunu dahi söylemiyor. Milliyetçi oyları kaybetmekten ürküyor.