Mehmet Ali Birand

Bedelli askerlik can yakıyor

18 Mart 2009
Bedelli Askerlik konusu, özellikle Genelkurmay Başkanlığının yıllardır direndiği ve kendilerine göre de haklı gerekçelere dayandırdıkları bir sistem. Ancak,ortada bir de gerçekler var. Resmi olmayan rakamlara göre 250 bin kaçak var. Bu insanlar da durumlarının normalleştirilmesini istiyorlar. Peki, Bedelli Askerlik olmasın, ancak bunun yerine bir başka şey bulalım ve sorunun üstesinden gelelim.

Geçen hafta internet ortamında Bedelli Askerlik ile ilgili bir yazım yayınlandı ve birden bire mail yağmuruna tutuldum. Bu konunun ne kadar önemli ve canı yanan insan sayısının ne kadar çok olduğu da ortada. Kesin rakamı yok, ancak şu veya bu şekilde askerlik görevini yerine getirememiş ve çıkış yolu arayan sayısının 250 binin üstünde olduğu ileri sürülüyor. Ne kadar doğrudur, bilemiyorum, ancak rakamın çok büyük olduğu besbelli.

           

Genelkurmay Başkanlığı Bedelli Askerlik konusunu duymak dahi istemiyor. Bundan önceki uygulamalarda öylesine çarpıklıklar ve tepkilerle karşılaşılmış ki, bir daha tekrarlanması istenmiyor. Askerlik Vatan görevi olarak görüldüğünden dolayı, para karşılığında bu görevi yerine getirmeyenlerin affedilmesine karşı çıkılıyor.

           

Bedelli Asker sisteminin getirilmesi durumunda, Güneydoğu’da teröre karşı şehit ve gazi olan askerlere büyük bir haksızlık yapılmış olacağı eleştirisi önemli. Kaldı ki bu “hak”tan yararlanamayacak olan dar gelirli çok büyük bir çoğunluğun olduğu gerçeği de hakkaniyet duygusunu rencide eden bir başka olgu.

           

Genelkurmay’ın gerekçelerini dinlediğinizde hak veriyorsunuz, ancak bu haklılık ortadaki sorunu çözemeye yetmiyor.

           

Yazının Devamını Oku

Ergenekon netleşti: Askerden de hesap sorulacak

17 Mart 2009
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in darbe günlüklerinin ikinci iddianameye girmesi, Ergenekon davasının hem içeriğini değiştirdi, hem de mantık çizgisini. Bu davada artık, “Derin Devlet” diye adlandırılan oluşumun içinde rol almış veya dışardan destek vermiş askerlerden de hesap sorulacağı daha netleşti.

Ergenekon, kısa bir süre öncesine kadar, kamuoyunda kafa karışıklığı yaratan, nereye gidileceği tam anlamıyla görülemeyen bir davaydı.

 

Savcıların amaçları pek anlaşılamıyordu. Kamuoyu önüne çıkıp ne yapmak istediklerini de anlatamadıkları için, koskoca bir dava siyasi yönlere  çekilir olmuştu.  Toplumun bir kesimine göre, AKP’nin emriyle hareket eden savcılar  gurubu, sivil muhalefet yapanları gözaltına alıp korkutmak istiyorlardı.

 

Ülkede kargaşa yaratmak ve bu şekilde, darbe veya başka yollarla hükümeti devirmek”   suçuyla mahkemeye  verilenler soru işaretleriyle karşılandılar.  Ben de ilk başlarda kuşku duyanlar arasındaydım.   Suçlananlardan ne kadarının gerçekten bir örgüt adına hareket ettiğini, ne kadarının sırf muhalefet ettikleri için gözaltına alındıklarını net şekilde  göremiyordum. Savcıların, kamuoyundaki ters yorumları pek dikkate almamaları, bu kuşkuları daha da arttırıyordu.

 

Kuşku duyulmasının  bir nedeni, gözaltına alınan bazı isimlerin darbe veya ülkeyi  kaosa götürecek bir komplonun içinde bulunmalarına hiç ihtimal vermediğimiz kişiler olması ise, bir diğer nedeni de, Ergenekon  bilgilerinin sistematik  bir şekilde AKP’yi destekleyen  basına sızdırılmasıydı. “Galiba planlı bir kampanya sürdürülüyor” izlenim söz konusuydu.

 

Yazının Devamını Oku

Bu millet çok şakacıdır…

14 Mart 2009
Adaylar ve liderler meydanlara bakıp bakıp seçim tahmini yapar. Kalabalıklar arttıkça ümitler yükselir, oy oranlarıyla ilgili tahminler artar. DSP lideri Sezer, “eğer millet şaka yapmıyorsa biz kazanırız” diyor. Bakın bu millet, zamanında kimlere ne şakalar yaptı.

DSP  lideri Sezer, son derece kibar, ne dediğini bilen bir insandır. Türkiye’yi de adım adım dolaşıyor. 28 mart akşamına kadar da  gitmediği il kalmayacağını ileri sürüyor. Üstelik meydanları inanılmaz şekilde dolduruyor. Bu kalabalıklar bir liderin gözlerini parıltadır ve bir partinin şansını arttırır.

Sezer,  bu kalabalıklara bakıp “Millet şaka yapmıyorsa, bu seçimin süpriz partisi DSP olacak” demiş.

İşte benim de  en büyük korkum bu...

Geçmişte çok gördük.

Nice lider, meydanlara bakıp  seçimi alacağını ileri sürmüş ve sonrasında büyük hayal kırıklığına uğramıştır.

Bu millet şaka yapmaktan çok hoşlanıyor. Merakla seçim meydanlarını doldurur, gelen liderin  show’unu izler sonra gidip oyunu başkasına verir, 

Sezer’e temkinli davranmasını öneririm. Sonra hayal kırıklığına uğramasın. 

İspat edilene kadar suçsuz

Yazının Devamını Oku

PKK’yı tasfiye planı gerçek mi?

13 Mart 2009
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “2009’da önemli şöyler olacak” derken acaba bir süredir tartışılan PKK’yı tasfiye planını mı kastediyordu? Washington- Ankara ve Erbil arasında uzun süredir pişirilen bu plan ilk defa ciddiye alınıyor. Eski planların yenilenmiş bir versiyonu uygulanmaya hazırlanılıyor, ancak merak ediyorum, bu defa daha mı gerçekçi davranılıyor?

Bildim bileli  havalarda PKK’yı tasfiye planları  uçuşur.   Kimi Avrupadan, kimi Amerika’dan veya Kürtlerin   kendilerinden kaynaklanır ve  ilgili başkentlerin koridorlarında dolaştıktan sonra  kaybolup gitmişlerdir.

 

Bu defa da  tasfiye planından söz ediliyor. Ancak bu defaki çok ciddi.

 

Son aylarda önemli gelişmeler yaşandı.

 

Barzani ile ilişkiler düzeltildi. MGK bile Kuzey Irak’a yatırım ve ticaretin arttırılmasını önerdi. Ardından, iktidar TRT-6 ve Kürt Sorunu konusunda önemli adımlar attı. Üniversitelerde Kürt Enstitülerinin kurulması için düğmeye basıldı.  Bu arada PKK birden bire terör girişimlerini kesti –bunda kış mevsiminin etkisinin de olduğunu düşünebiliriz- ve Clinton’un Ankara’dan geçmesinden sonra, Cumhurbaşkanı Gül’ün Tahran’a giderken, 2009 yılında Kürt sorunu konusunda “iyi şeyler yaşanacağını söylemesi, tüm dikkatleri uzun yıllardır tartışılan “PKK’yı tasfiye” planını gündeme soktu.

 

Yazının Devamını Oku

Hillary ile 7 konuda büyük pazarlık

12 Mart 2009
Amerikan Dışişleri Bakanının kısa Ankara ziyareti yedi önemli konuda pazarlık süreci başlattı. Washington, nerede ödün istediğinin, buna karşılık nerede ödün verebileceğinin işaretlerini verdi. Bundan sonraki süreç, bu pazarlıklarla geçecek.

Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ankara ziyaretinde, aslında son derece önemli süreçler başlatıldı. Aşağıda sıralayacağım konularda belirli adımlar atıldı.  Sonuç alınması çok zaman alacaktır, artık büyük bir “alış-veriş” veya “pazarlık”  döneminin  açıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaman içinde  yeni gelişmeler  yaşanacak ve bu alış-verişe yeni “mallar”  eklenecektir mutlaka, ancak ben size şimdilik gözlediğimiz kadarını aktaracağım.

 

ERMENİSTAN:

 

Obama yönetimi, seçim sürecinde Ermenilere söz verdi. Soykırım iddialarını  destekleyeceğini söyledi. Şimdi bu vaatlerinden  geri dönebilmek için Ankara’dan bir  jest bekliyor. Örneğin, sınır  kapısının açılması durumunda, Erivan o kadar  memnun olacak ki, soykırım konusunun  ertelenmesı Obama’ya  prestij kaybı getirmeyecek.

 

Burada sorun, Türkiye’nin bu adımı atıp atmayacağıdır. Alış-veriş işte bu noktada düğümlenecektir.

 

Yazının Devamını Oku

Dolar yükseliyor ne yapmalıyım?

11 Mart 2009
Kenarda köşede birkaç kuruş parası bulunan veya zamanında dolar almış olanların sürekli yekilde sordukları soru bu. Ben de, sizler için uzmanlara sordum. Aslında her kafadan bir ses çıktı, ancak ortak noktaları topladım. Bakın, en çok sorulan iki sorunun yanıtı...

Şu günlerde en çok sorulan bir kaç soru var ki, ben de okurlarımı memnun edebilmek için, onlara yanıt aradım. Uzmanlarla konuştum. Farklı görüşlerin ortak noktalarını çıkardım.

 

-         “Dolarım var, ne yapmalıyım? Satayım mı, yoksa saklayayım mı?”

 

Bu soruya aldığım yanıtlar koşullara bağlı geliyor:

 

 

-        

Yazının Devamını Oku

ABD, Erdoğan’ı idare etmek istiyor…

10 Mart 2009
Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın hem ziyaretini izledim, hem de kendisiyle konuştum. Etrafındaki üst düzey ve Türkiye ile ilişkileri düzenleyenlerle de görüştüm. Bütün bunları bir araya getirince, Obama yönetiminin şu sıralardaki genel yaklaşımı ortaya çıkıyor. Önemli bir değişim ve oldukça çapraşık bir politika izlemeye hazırlanıyorlar. Amaç, Erdoğan’ı kızdırmadan, karşısına almadan, Türkiye’yi batı dünyasında tutmak.

Hillary Clinton, son derece dinamik, ne demek istediğini ,lafını uzatmadan ve oldukça net şekilde söyleyen bir politikacı. Söyleşiye giderken daha irice biriyle karşılaşacağımı sanıyordum, oysa karşımda küçük yapılı ancak konuştukça, etrafa yaydığı enerjisiyle büyüyen bir kadın buldum.     

Bizim açımızdan en önemli nokta, Hillary’nin Türkiyeyi tanıması ve Türkiye ile işbirliğine önem vermesi. Bu açıdan, hem basın toplantısındaki açıklamaları, ancak özellikle de benimle Kanal D Ana Haber ve CNN TÜRK için yaptığı söyleşideki yanıtları çok önemliydi. Yeni ABD yönetiminin Türkiye’ye nasıl baktığı, belirli oranlarda ortaya çıktı.           

Size ne demek istediğimi tam anlamıyla anlatabilmem için, bir an için geriye gitmek ve son dönemlerde Türkiye’nin Batı cephesinde nasıl göründüğüne değinmek istiyorum.           

2008’in başından itibaren, özellikle AKP hükümetinin, Türban’ı Üniversitelerde serbest bırakmak için Anayasada değişiklik yapmaya başlamasından bugüne kadarki gelişmeler, genelde Türkiye’nin yavaş yavaş Batıdan uzaklaşma işaretleri verdiği şeklinde bir izlenimin doğmasına yol açmıştı.           

Washingtonda olsun, çeşitli Avrupa Başkentlerinde olsun, Başbakan Erdoğan eskisinden farklı değerlendiriliyor.           

Avrupa Birliğinden uzaklaştığı, reformları rafa kaldırdığı dikkatleri çekiyor...Kamu oyundaki Amerikan aleyhtarlığının giderek artışı ve İsrail aleyhtarlığı söylemin Davos sürtüşmesiyle birlikte, özellikle Başbakan tarafından yaygınlaştırılması, eleştirileri körüklüyor ...Ve tabii en çok üzerinde durulan, Türk kamu oyunda İslami değerlerin giderek yoğunlaşması...           

Tam anlamıyla elle tutulamasa dahi, Türkiye giderek, sanki eski sıkı sıkıya bağlı olduğu batı limanından ayrılıyormuş gibi bir havaya girdiği yazılıp çiziliyor.           

Bütün bu eleştirilerin ortasında da, ülkede popülaritesi giderek artan Başbakan Erdoğan var. Kafası kızdığı anda, hiç sağına soluna bakmadan sert tepki gösteren, medya ile kavga eden, muhalefeti yerden yere vuran, tek başına iktidar olan bir lider.           

Yazının Devamını Oku

Artık yetti: Andıç için kimse özür dlemeyecek mi?

7 Mart 2009
Açıkça söylemem gerekirse, ben bu Andıç olayından artık bıktım. Aslında umurumda bile değil, ancak tartışmalar öyle noktalara gider oldu ki, kimse olayın özüyle ilgilenmiyor. Kim kime emir vermiş veya vermemiş... Kim kime destek vermiş veya vermemiş...Oysa dikkat ediyorum, olaya şu veya bu şekilde karışmış olan askerlerden hiçbiri “Hata ettik, özür dileriz” demiyor. Üstünden 10 yıl geçmesine rağmen, bugüne kadar hiçbir Genelkurmay Başkanının aklına basit bir özür dileme cümlesi dahi gelmedi. Artık zamanı gelmedi mi?

Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın, Milliyet yazarı Taha Akyol’a yazdığı mektup olmasa, büyük olasılıkla bu yazıyı yazmayacaktım. Ancak, doğrusu artık çok ağırıma gittiği için, içimden haykırmak geliyor:

           

“Ayıptır. Yaptıklarınız yetmiyormuş gibi, şimdi de üç maymunu oynuyorsunuz...”

           

Özellikle Karadayı’ya hiç yakıştıramadım.

           

Bugüne kadar ANDIÇ olayını hiçbir zaman kullanmadım. Fazla da düşünmedim. Zira ben geçmişte yaşamam. Daima ileriye bakarım. Hayatımın en güç günlerini yaşamış olmama rağmen, Çevik Bir’e dahi düşmanlık duymadım. Bugün herhalde geri dönüp yaptıklarına bakınca, mutlaka pişman oluyor ve “saçma sapan hareket etmişim”diyordur.

           

Yazının Devamını Oku