Komplo teorileri üretmeyi seven bir bölüm tüketici ve uzmana göre, şirketler, fiyatları çok fazla indirmeden bu havadan kar elde etmenin peşine düşeceklerdi. Otomobilde ortaya çıkan, ‘istediğimiz arabayı bulamıyoruz’ sorunu da bu düşünceyi desteklemişti.
Ancak, otomobilden beyaz eşyaya, çok sayıda şirketlerin tahminlerinin üzerinde satış gerçekleştirmesi, böyle düşünenleri haksız çıkardı. Şirketler, önemli ölçüde indirimi fiyatlara yansıttılar.
Mayıs ve haziran aylarına dikkat!
Merkez Bankası’nın uzmanlarından Ercan Türkan’ın yaptığı bir araştırma, geç de olsa bu gerçeği ortaya koyuyor. Türkan, ‘Şirketler, vergi indirimlerini tüketiciye ne ölçüde yansıttılar?’ sorusunun yanıtını verdiği araştırmasında, ilginç sonuçlara da ulaşıyor. Araştırmanın mesajlarını şöyle özetlemek mümkün:
1. Vergi indirimleri, mart ve nisan aylarında büyük ölçüde tüketicilere yansıtıldı.
2. Yansıma her sektörde aynı olmadı. Otomobil, beyaz eşya, mobilya ve bilişimde birebir, hatta üzerinde fiyatlara yansıdı.
3. Televizyonun içinde bulunduğu görsel işitsel mal grubunda ise fiyat düşüşleri sınırlı kaldı.
Türkiye’de aynı özelliğe bir ölçüde Migros sahiptir. Bu dev şirketi yönetenler, tüketicilerin nabzını tutar, ekonomideki canlanma konusunda ‘öncü işaretleri’ alırlar. İçinde bulunduğmuz dönemde Migros’un önemi daha da artıyor.
Hafta başında yaptığım görüşmede Migros’un genç genel müdürü Özgür Tort’a, bu yönde sorular da yönelttim. 61 ilde, 1280 mağaza ile tüm Türkiye’nin nabzını tutan Özgür Tort, önemli değerlendirmelerde bulundu… Perakendeci cephesinden göründüğü kadarıyla ‘kriz bitti, döndük’ demek için erken… Ama iyi işaretleri de göz ardı etmememiz gerektiği de açık:
Canlanma var ama!
-2008’in son çeyreğinde sepet ortalama yüzde 6 küçüldü. Ancak, burada ilginç olan tonajda küçülme olmamasıydı. Bunu da fiyat düşüşüyle açıklıyoruz.
-2009 yılının ilk çeyreğinde müşteri sayısı yüzde 15 arttı. Ancak, sepet, geçen ilk 3 ayı ile aynı düzeyde kaldı.
-Gıda perakendeciliğinin iyi tarafı, sektörde ne olacağını bilmemizdir. İyi dönemlerde, ekonominin ortalamasının üstünde büyürüz. Küçülmede ise nereye kadar ineceğimizi biliriz. Hiçbir zaman diğer sektörler kadar daralma yaşamayız.
Beklentiyi abartıyoruz mu?
-İndirim mağazacılığı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda popüler… Ortalamanın üstünde büyüyor. Bizde 2009 yılının ilk çeyreğinde Şok mağazalarında yüzde 30 büyüme sağladık. Müşteri sayısı yüzde 30’dan fazla arttı. Ancak, bunu krizle açıklamak yanlış olur. Bizim stratejimizin de büyümede payı büyük.
Krize rağmen malına talep var, satışlarında öyle ciddi düşüşler yok. Bayilere ve müşterilere eskisi gibi mal veriyor, karşılığında çek ve senet alıyorsunuz…
Karşınızda yıllardır iş yaptığınız insanlar var. Malı verirken aklınızdan, ‘Ya çeki karşılıksız çıkarsa’ diye geçirmiyorsunuz…
Fakat krizle birlikte her şey değişiyor. ‘Ödeme döngüsü’ adete duruyor, hiç sorun yaşamadığımız müşteriler ve bayilerden kötü sinyaller geliyor. Senetler ödenmiyor, çeklerde ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Ödeme tam anlamıyla duruyor.
Bunun karşılığında mal aldığınız şirketler, iş yaptırdığınız kurumlar, kredi aldığınız bankalar boş durmuyor… Haklı olarak ödeme istiyorlar. Bir yanda SSK, bir yanda vergiler ve ücretler, diğer yanda ödemeler…
Ödeme döngüsü durunca
Borca karşılık kesilen çeklerin arkası yazılmaya başlıyor… Bu da KOBİ sahibini tam bir açmaza sokuyor. Mesaj aldığım çok sayıda KOBİ sahibinden birinin mesajı, tabloyu daha açık ortaya koyuyor:
’13 yıldır gübre imalat ve ithalatı ile uğraşıyorum. Kısa süre öncesine kadar bir tane dahi arkası yazılmış çekim yoktu. Ancak, ekonominin gidişi, bizi tahsilat yapamaz hale getirdi. Tahsilat olmayınca, biz de ödeme yapamıyoruz. Biz alacaklı firmalara ceza davası açtık, borçlu olduklarımız da bize dava açtılar. Çeklerdeki hapis cezaları nedeniyle psikolojimiz bozuldu, büyük stres altındayız. İşimize bakamaz hale geldik.
Bir yıl önce devlete 177 bin TL vergi ödedim, onlarca ziraat mühendisine, çalışana iş verdim.Arabalarım, evlerim ne varsa haraç mezat satış borçlarımı ödedim. Ancak artık son noktaya geldim.’
Doğal olarak otomobil satışları düşüyor, beyaz ve elektronik eşyada müthiş gerileme var. İmalat sanayi ile perakendenin bazı alanlarında da krizin etkileri açıkça kendini gösteriyor.
Ancak, Türkiye’ye yön veren büyüklerin neredeyse tamamı krize ‘likit’ girdiler. Döviz borçlarının yanında hepsinin ciddi nakiti de var. Zaten bunu başta enerji olmak üzere perakende gibi alanlara yapılan büyük yatırımlardan da görüyoruz.
Bu görüşümü, aynı tablonun içinde değerlendirdiğim Ezacıbaşı Holding’in CEO’su Erdal Karamercan’a da sordum. Son yılları büyük bir dönüşüm ve atakla geçiren, krizi de yatırımla geçiren Ezacıbaşı’nın CEO’su, görüşlerime aynen katıldığını söyledi. Ardından da ilginç bulduğum birkaç saptama yaptı:
1. Yaşadığımız bir kriz değil ki! Kriz dediğin aniden gelir, tıpkı kalp krizi gibi. Bu öyle olmadı.
2. Bunun geleceğinin her türlü işareti vardı. Neredeyse ‘geliyorum’ diye telegraf çekmişti. Bazıları, ‘Ekimde birden bire ortaya çıktı’ şeklinde konuşuyor. Oysa, ondan evvelki 1.5 yıl neredeyse her yer cayır cayır yanıyordu.
Bankaların düşük oranlarda topladıkları fonları, KOBİ’lere yüksek faizlerle kullandırdıklarını ortaya koyuyordu.
Hisarcıklıoğlu’nun hesabına göre, bankalar ‘yüksek kaliteli’ şirketlere yüzde 16-18, KOBİ’lere de yüzde 25-30 aralığında kredi veriyorlar. Böylece içinde bulunduğumuz koşullara göre bile yüksek kazanç elde ediyorlar.
Peki tablo gerçekten böyle mi? Durum bankalar açısından nasıl görünüyor. Hisarcıklıoğlu’nun hesabını ve bankaların şirket tiplerine göre kredi değerlendirmesini, bankacılara sordum. Ortaya şöyle bir tablo çıkıyor:
1. Türkiye’de 2.2 milyona yakın işletme var. Şirket sayısı da 530 bin civarında. Ama bunların hepsi kredi müşterisi değil.
2. ‘Kurumsal’ müşteri kapsamına 50 milyon euro üstünde cirosu olanlar giriyor. Bunların sayısı da 700 civarında…
3. 2,5-50 milyon dolar cirosu olanların sayısının da 35 bin olduğu tahmin ediliyor. Burada da büyük bir rekabet var.
4. 2,5 milyon euro altındaki şirket sayısı da 500 bine yakın… Bunların bir miktarının faal olmadığını, bazılarının ise kredi kullanmadığını düşünmek gerekiyor. Özellikle 1-2,5 milyon euro arası ciroya sahip olanlar, bankaların yeni hedef kitlesi olarak öne çıkıyorlar.
Aslında rakamlara bakarsanız, hiç de haksız değiller. Innovest adlı araştırma kuruluşu, 2009 yılında 96 milyar dolarlık sorunlu kredi olacağını tahmin ediyor. Bu, 1 trilyon dolara yakın kredi kartı alacağı olan ABD için hakikaten büyük bir oran.
Benzer bir sorun Türkiye’de de var. Geçen hafta büyük bir bankanın genel müdüründen dinledim. ‘En büyük sorunumuz kredi kartı alacakları’ diyor. Kredi kartında ‘batık oranının’ yüzde 8’leri geçtiğini, bunun uzun süredir görülmeyen bir düzey olduğunun altını çiziyor.
4 önemi gelişmeye dikkat
Adını açıklamak istemediğim genel müdür özetle şu konulara dikkat çekti:
1. Kredi kartında batık oranı yüzde 8’leri çoktan geçti. Bu hiç görmeye alışık olmadığımız bir oran… Gerçekten bizi ürkütüyor.
2. Batık oranında, yüzde 5-6 gibi oranlar kabul edilebilir düzeylerdir. Ancak, yüzde 8 ve üstü asla kabul edilemez.
3. Ne yazık ki tablo, batık düzeyinin yüzde 10’lara doğru gittiğini gösteriyor.
Merkez Bankası’nın 3-4 bin şirketle yaptığı ‘Sektörler Bilançosu’ araştırması var. O da biraz gecikmeli de olsa reel sektörün performansını, ciro, ihracat ve kar rakamlarını ortaya koyabiliyor. Ancak, bunun için daha beklemek gerekiyor.
Krizin ilk etkilerini ölçebileceğimiz tek adres var; o da İMKB… Hafta sonu 12 aylık bilançoların açıklanması tamamlandı. Ekim 2008’de başlayan büyük krizin ilk etkilerini içeren bilançolar da ortaya çıkmış oldu.
İşsizliğin arkasındaki etken
Aslında biz reel sektörden 2009 yılının ilk çeyrek ‘sonuçlarını’ alıyoruz. Ocak ayı işsizlik rakamları da açıklandı. Tam bir felaket… 1 ayda 376 bin 1 yılda 1 milyon 59 bin kişi arttı. Bu ocak ayı idi. Şubat ayının da iyi olmadığı kesin…
Hükümet başta olmak üzere bazı politikacılar işsizlik konusunda şirketleri suçluyorlar. ‘Biraz dişinizi sıkın’ ya da ‘geçmişteki kazandıklarınızdan kullanın’ diyenlerin sayısı az değil.
Ben yakından izliyorum. Gerçekten dişini sıkanlar sıkabiliyor. Çok sayıda şirket sahibi, işçi çıkarmaya giderken, bin türlü yolu denedi. Ama örneğin otomotiv sektöründe gelirler yüzde 60 oranında düşünce, yan sanayinin neredeyse canı çıktı. Önünü göremeyen, işleri yavaşlatıp, işçilerini, ‘yeniden geri almak üzere’ çıkardı.
Az hasarlı yılın bilançosu
Hükümetin aldığı kararla birlikte sektör hareketlendi, showroom’lar dolmaya, satışlar artmaya başladı.
Ancak, son 20 gündür yaşanan bu canlılık dönemi, bazı soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Aradığı otomobili bulamayanlar oldu. Bulanların bazıları ‘yüksek fiyatla’ karşılaştılar.
Bunların önemli bölümü sektörü tanımamaktan, yanlış değerlendirmelerden kaynaklanıyor. O nedenle otomobildeki yeni dönemi anlamak için, kafalardaki soru işaretlerini, sektörün yöneticilerinden aldığım bilgilerle yanıtlamak istiyorum.
Satışlar 5.5 kat arttı