Biz 3 Temmuz Cuma 18.45 uçağı için yola koyulduk. Alana varınca, ilk işim bilgi ekranı oldu. Yeni uçuş saati 19.10 idi. ‘Buna da şükür’ dedik. 19.00 gibi uçağa girdik, yaklaşık 5 dakika sonra anons geldi: ‘20.05 gibi kalkacağız.’ Kalkışımız ise 20.10’u buldu.
Uçak neredeyse tamamen dolu… Çok sayıda bebek var. Onları susturmak mümkün değil. Herkes öfkeli… Bu manzarayı görünce, dönüşte bu rötar işini incelemeye bakmaya karar verdim.
Hava trafiği azalıyor!
Avrupa’da hava trafiği istatistikleri Eurocontrol yayınlıyor. Eurocontrol’ün verilerinden edindiğim bilgileri, kafanızı fazla karıştırmamak için ana hatlarıyla özetlemek istiyorum:
-Avrupa’da hava trafiği 2008’de kriz nedeniyle daralıyor. Nisan 2009 itibariyle, bir önceki yılın aynı dönemine göre daralma yüzde 9’u bulmuş.
-Hava trafiğindeki düşüş iç hatlarda yüzde 10.7, dış hatlarda ise yüzde 7.9 olarak gerçekleşmiş.
-Türkiye, Yunanistan, Letonya, Kıbrıs Rum Kesimi, Romanya ve Malta, trafiğin arttığı 6 ülke olarak öne çıkıyor. En büyük düşüş ise İngiltere, Almanya ve İspanya’da…
Uçak yolculuğu zorlaşıyor mu?
Gazeteciliğe ilk başladığımız yıllarda Türkiye’nin büyük holdingleri vardı ve ilk 10’da hep onlar yer alırdı. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Şişe Cam (İş Bankası Grubu), Yaşar, Dinçkök ve diğerleri şeklinde sıralanıp giderdi. Arada bir bunlara “saman alevi’ gibi parlayan holdingler eklenirdi. Fakat ilk 10, küçük farklarla pek fazla değişmezdi. Bazen Koç, bazen de Sabancı ilk sırada yer alırdı. Yaşar Holding’in ataklarını gördüğümüz olurdu.
Yeni büyük şirketler yaratmak lazım
Ekonomi haber ve araştırmalarında da temel kaynak bu nedenle büyük holdingler, onların patron ve yöneticileri idi. Uzun yıllar yeni ve güçlü holding ile patronlarını göremez olduk.
Oysa, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin hızlı büyümeleri ve işsizlerinin sayısını azaltması için, yeni “büyük” şirketlere ihtiyacı var. Her 5 ya da 10 yıllık döngülerde, Türkcell, TAV gibi yeni şirketler yaratmak gerekiyor.
Rakamlara bakarsanız, Türkiye’de girişimcilik son 15 yılda ivme kazandı. Bir zamanlar yılda 5-8 bin arası yeni şirket kurulurken, iyi yıllarda bu sayı 60 binlere kadar ulaştı. Bunun sonucunda da yeni büyük şirketler, onların bağlı olduğu büyük holdingler/gruplar oluştu.
Tabloda 2008 yılı rakamlarına göre Türkiye’nin en büyük 20 holdingini görüyorsunuz… Ciro esas alınarak yapılan sıralamada, ilk 3 Koç, Sabancı ve Yıldız (Ülker Grubu) yer alıyor.
Son 10 yılın hızlıları
Türkiye’de 4 milyona yakın resmi, birkaç milyona yakın da gizli işsiz var. İşgücüne her yıl 500 bine yakın insan katılıyor. İşsiz sayısını düşürmek için 500 bine iş bulup, birikmiş işsizlere de yeni olanaklar yaratmamız lazım. Bunun yolu da büyük yatırımlardan, girişimlerden geçiyor.
2001’deki krizden Türkiye imalat sanayi ile değil, başını perakende ve finansın çektiği sektörlerdeki büyüme ile çıkmıştı. Şimdi bu alanlarda sınırlı bir büyüme olacak. Ancak, kaybettiğimiz refahı ve istihdamı yakalamak için, diğer sektörlerin de ayağa kalkmasını sağlamalıyız. Bunun yolu da ‘ekonomik çarpanı’(Economic multipliers) yüksek sektörleri harekete geçirmekten geçiyor.
Hangi sektörlere odaklanmalı?
Bu sorunun yanıtı bir ölçüde ülkeden ülkeye göre değişir. Ancak, bazı sektörlerde ‘çarpan etkileri’ yüksektir, bazılarında ise her ekonomide ‘çok düşüktür.’
Sektörlerin etkisine geçmeden ‘çarpan etkisini’ açmakta yarar var. Örneğin beyaz eşya sektörünün çarpan etkisini 2.3 olarak kabul edelim. Bunu şöyle anlamak gerekiyor. Bu sektöre yatırdığınız her 1 dolar, ekonomiye (diğer sektörler aracılığı ile) 1.3 dolarlık etki yapıyor.
Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) yaptığı bir analiz, bu konuda bir fikir veriyor. Araştırmaya göre, çarpan etkisi en yüksek sektör, 2.87 ile otomobil ve taşıt üretim alt sektörü… Burada yapılan 2.87 dolarlık yatırım, 1.87 dolar ekonomiye olumlu katkıda bulunuyor.
Türkiye’nin yeni dönemine dikkat
2001 krizinden farklı olarak bu kez iş dünyasını bir konuda, özellikle ‘işsizlik’ konusunda çok duyarlı görüyorum. Önemli bölümü, ‘Sosyal dokuyu bozma olasılığı’ nedeniyle, işsizlik sayısındaki artış konusunda bir hayli endişeliler… üstelik, bir önceki krizden farklı olarak bu kez hızlı şekilde iş yaratılamayacağına da dikkat çekiyorlar. Onlara göre, sosyal dokunun bozulması, ciro artışı ve para kazanmaktan çok daha hayati önem taşıyor.
Aslına bakarsanız endişelerinde haksız sayılmazlar… Dün açıklanan işsizlik rakamları, mart ayında küçük bir iyileşme olsa bile, tablonun parlak olmadığını ortaya koyuyor.
Geçmişten gelen dersler
Şubatta yüzde 16.1 olan resmi işsizlik, martta yüzde 15.9’a geriledi. Ancak, son 1 yılda işsiz sayısı 1 milyon 244 artmış. Böylece işsiz nüfusu da 3.8 milyon sınırına dayandı.
Mevsim nedeniyle oran önümüzdeki birkaç ayda az da olsa düşecek, sınırlı iyileşmeler görülecek. Ancak, bırakın gerçek işsizliği, resmi işsizliği kriz öncesine getirmek uzun yıllar alacak.
Türkiye’nin çok genç bir nüfusu var. Bu nedenle her yıl işgücüne yeni bir ‘ordu’ katılıyor. Kesin rakamlar yok ancak yıllık işgücüne katılım miktarının 500 bin olduğu düşünülüyor. Yani ekonomi, 3.8 milyon mevcut işsizin yanı sıra, 500 bin kişiye de iş üretmek zorunda…
Yüzde 6 ve üstüne ulaştığında Türkiye’nin yeni iş olanağı yaratma gücü fena değil. Yılda 500 bin kişiye iş olanağı sunduğu geçmişte oldu. Ancak, bu kez durum farklı… Sadece son 1 yılda 1 milyon 244 bin kişi işsizler arasına katılmış. Bir de bunun üstüne yeni mezun ve yaşı gelmişler eklenince, sayı daha da artacak.
Bu büyümeyle bir yere kadar!
Bu arada herkesin ilgisini, yeni perakende işine, yani Marks&Spencer’a (M&S) genel müdür atama öyküsü çekti. Hüsnü Özyeğin, 10 yıl öncesindeki bu gelişmeyi şöyle aktardı:
‘Bir gün Oya Şener’i odama çağırdım. O zaman Finansbank’ın merkez şube müdürü idi. ‘Seni M&S’a genel müdür yapacağım’ dedim. Benim yüzüme öyle bir baktı ki, sanki onu bankadan kovuyorum. Teklifimden memnun olmadığı belliydi.
O zaman Oya’ya, ‘Sen burada şube müdürüsün. Orada genel müdür olacaksın, işi büyüteceğiz. Büyümeyi sen yöneteceksin’ dedim. İkna ettim, genel müdürlüğü kabul etti.’
Hayat değiştiren teklif
Bu teklifi kabul etmesiyle Oya Şener’in hayatı değişti. Önce genel müdür oldu, ardından Fiba Perakende Grup Başkanlığı’nı üstlendi. Bunun yanı sıra Rusya ve Ukrayna’da 66 mağazadan oluşan mağazalar zincirini yönetiyor.’
Oya Şener’den boşalan genel müdürlüğe de yine bir genç yöneticiyi Hüsnü Özyeğin atadı. Gap’in genel müdürü de bünyeden çıktı. Tıpkı Rusya, Ukrayna ve Romanya’daki operasyonları yönetenler gibi…
Bunları niye yazıyorum? Hüsnü Özyeğin’i hep başarılı ve girişimci ruha sahip bir işadamı olarak tanıdık. Ancak, son söyleşimizde ve açılış konuşmasında anlattıklarından şuna da ikna oldum: ‘Hüsnü Özyeğin, Türkiye’nin en iyi lider yetiştiren işadamlarından biridir.’
30 bin kişiye iş
Birkaç ay önce bir kurumun rakamları basına yansımıştı. 2003-2007 yılları arasında, yıl bazında konut satışının 1.2 milyonun üzerinde olduğu bilgisi yer alıyordu. 2007 yılındaki satışlar ise 1.4 milyona yakın idi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yeni bir veri açıklamaya başladı. ‘Geç kalan TÜİK’i, bu çalışması nedeniyle kutlamak gerekiyor. Çok önemli bir sektörü, verisizlik ve önünü görmezlikten kurtarmış oldu.
Çünkü, TÜİK’in verileri çok önemli mesajlar içeriyor. Benim dikkatimi şu başlıklar çekti:
- 2008 yılının ilk yarısını durgun geçiren sektör, 3 ve 4’üncü çeyreklerde daralma eğilimine girdi.
- Rakamlar, 2008 yılı genelinde Türkiye’de satılan konut sayısının, öyle tahmin edildiği gibi 1 milyonların üstünde olmadığını ortaya koyuyor. Toplam satış 427 bin 111’e ulaşmış.
Hemen ardından da bankacılık başta olmak üzere her taraftan değerlendirmeler geldi. Eleştirenler de vardı, hak verenler de… Ancak ne karşı çıkanlar ne de destek verenler bu görüşlerinin arkasındaki gerekçeleri pek ortaya koyamadılar… Gerçekten Türkiye’de az banka mı var? Yoksa 46 banka Türkiye gibi bir ülke için yeter, artar mıydı?
Daha önce Türkiye’de kurulan bankalar ve ortadan yok olanlarla ilgili verileri incelemiştim. Bankalar Birliği’nin verilerine göre son 50 yılda Türkiye’de 172 banka kurulmuş, bunlardan 126’sı kapanmış, 46’sı ise hayatta. Ortalama ömür 13,5 düzeyinde… Yani Türkiye tarihinde de o kadar da çok banka kurulmamış, bir banka enflasyonu olmamış… Bizim yaşadığımız, kontrolsüzlük, bazı banka sahiplerinin halkın mevduatını kendi parası olarak kabul etmesi idi. O nedenle 200’lerdeki büyük krizi yaşadık. BBDK ve yasal düzenlemelerle birlikte bu sorun aşıldı…
Peki banka çok mu?
Banka sayısının fazlalığını değerlendirmek için iki veri var. Birincisi, sadece rakama bakıp karar vermek… ikincisi ise bir banka başına düşen nüfus oranını hesaplamak…
Bu açıdan bakıldığında dünyada en çok banka ABD’De bulunuyor. 1980’lerde 17 bin banka bulunan ABD’de şimdi 8 bin 500 banka faaliyet gösteriyor. Bir bankaya düşen nüfus ise 35 bin düzeyinde…
Avrupa Birliği’ndeki ülkelere bakıldığında daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor. En çok banka 2 bin 227 ile Almanya’da faaliyet gösteriyor. Ardından Rusya ve Avusturya geliyor. Avrupa’daki ilk 18 ülkede banka sayısı 100’ün üstünde…
Denizli Sanayi Odası’nın katkılarıyla yaptığımız konferansın ana konuşmacısı Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen idi.
Önce Denizli için birkaç konuya dikkat çekeyim. En son krizin derinleştiği dönemde gitmiştik. Başkan Müjdat Keçeci’yi ve işadamlarını biraz daha moralli buldum.
Ergun Özen, yaptığı konuşmayla, Denizli’deki işadamlarının kafalarındaki sorulara açıklık getirmeye çalıştı. Başbakan’ın eleştirilerinden IMF’ye, büyümeden ABD ekonomisine kadar çok sayıda soru geldi.
Ergun Özen, büyük bir açıklıkla yanıt verdi ve krizin geldiği düzeyi ortaya koydu, gelecekle ilgili değerlendirmeler yaptı. Bu değerlendirmelerin herkes için önemli olduğunu düşündüğüm için bazı başlıkları sizlerle de paylaşmak istiyorum:
Önce krizi anlamak lazım
-‘1929’dan sonraki en büyük krizi yaşıyoruz’ deniliyor. Bu tanım, krizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. 14 trilyon dolarlık ABD ekonomisinin yüzde 6 küçülmesi çok önemli bir olaydır.
-Bu kriz, bankacılar, siyasetçiler ile düzenleyicilerin yaptığı yanlışlardan kaynaklandı. Bankacılar, 1 liralık sermaye ile 50-60 liralık iş yaptılar. Ancak maliyetini hep beraber gördük, balon patladı.
-Uzun süredir bankacılıkta aklı selimin yerini ‘matematik’ almıştı. Matematiğin öne çıktığı, risklerinin ölçülmediği bir dönemden geçtik. Negatif faiz ortamı herkesi cesaretlendirdi. O cesaretten oluşan balon her şeyin fiyatını şişirdi.