Vardır. Anayasa’da “Din ve vicdan hürriyeti” başlığında açıkça yazar: “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir...”
Mutabık olduğumuz uluslararası metinler vesaire de böyle der.
Peki pratikte durum nasıldır?
Bu soruya “Neye inandığınıza göre değişir” şeklinde cevap vermek durumundayım.
Nüfusunun yüzde 98’i Müslüman olan ülkemizde Sünni Müslümanların dışında kalanların yaşadıkları “neredeyse” sistematik zorluklar, bazı “makjaj uygulamaları” dışında olduğu gibi duruyor.
Hafızalar 6-7 Eylül, Varlık Vergisi gibi kitlesel dramlar konusunda filmler, kitaplar aracılığıyla “hislenmeli bir pişmanlık” yaşıyor ara sıra.
Dedikoducu ağızlarda “Şunun başdanışmanı şunun başdanışmanı için onu demiş; beriki durur mu o da bunu demiş” diye gezse inanmakta güçlük çekersiniz...
Ama akıl almaz iddialar-suçlamalar köşe yazılarında, sosyal medya platformlarında, televizyon programlarında giderek “+18” uyarısı gerektirecek şekilde adıyla, sanıyla, unvanıyla filan yazılıyor, konuşuluyor.
MEDYA MEYDAN SAVAŞI
13 Mayıs 2014’te, Soma’daki faciada (veya katliamda) 301 maden işçisi can verdi ki; “bu alanda” daha büyük bir acı yaşamışlığımız yoktur, umarım bir daha da yaşamayız...
En yumuşak hafızalı olanımız bile o günlerde toplumun yaşadığı üzüntüyü, sarsıntıyı, isyan duygusunu hatırlayacaktır.
Herhalde bu faciayı hatırlayınca “tekme” de gözünüzün önüne gelmiştir.
Yine de hatırlatayım.
O dönemde Başbakan olan Sayın Erdoğan Soma’yı ziyaret etmiş, bu ziyaret sırasında birtakım protestolar yaşanmıştı.
Başka memleketlerden, yüz küsur yıl öncesinden kaza örnekleri verilerek facianın “madencinin kaderi”ne bağlanması vesaire tepkilerin protestoya dönüşmesini tetiklemişti.
Bu ortamda yanından geçen resmi araç konvoyuna tekme savuran Erdal Kocabıyık yemişti “tekme”yi.
Fitaş Sineması’nın arka sokağında küçücük bir dükkânda, her iyi köfteci gibi sadece köfte ve piyaz satıyordu.
Ama ne köfte! Kâğıt üzerinde gelen o mükemmel köfteden bugüne kadar kaç porsiyon yemişimdir hesaplamam mümkün değil!
Aradan geçen yıllar içinde sağlam karakterli, eşine günümüzde az rastlanır bir esnaf dürüstlüğüne sahip Hüseyin Bey’i kaybettik.
Ne mutlu ki oğlu da babasının yüzünü kara çıkarmayacak şekilde devam etti mesleğe.
Yıllar içinde tek değişiklik, aynı sokakta, eski dükkânın tam karşısına taşınması oldu sadece.
GEÇ KALAN DÜŞÜNSÜN
Açık denizde hayalet gemi gibi gezen bir kadro var karşımızda.
Umutsuzlukları, yaşadıkları özgüven erozyonu vesaire ayan beyan ortada.
Birbirlerine pas değil odun fırlatıyorlar adeta, ne topu ne rakibi kovalayabiliyorlar ve işin en acıklı yanı bunu dert eder gibi bir halleri de yok.
Umutsuzluğun yanına umursamazlığı da ekleyince, ruhu çekilmiş bu takımdan “üstün performans” beklemek de mümkün olamıyor haliyle.
Kayyum tarafından yönetilen Bugün gazetesinin 9 Ocak tarihli nüshasının sürmanşetinde yer alan haberin üst başlığını okurken yüzüm kızardı: “‘Hristiyan mısınız?’ sorusuna cevap veremedi.”
Haberi okudum.
SABIR TESTİ YAPIYORUM
Sabrınızı test etmiş gibi olacağım ama bu ibret vesikasını biraz kısaltarak aktarmak isterim:
“CHP’de şimdi Selin Sayek Böke’nin dini kimliği konuşulmaya başlandı. Ankara bu iddiayı konuşurken muhabirimiz İzmir Milletvekili Böke’yi telefonla arayıp ‘Hristiyan mısınız?’ diye sordu. Bu soruya ne evet ne de hayır diyen CHP sözcüsü “Genel Merkez’e sorun” demekle yetindi. İngiliz The Economist dergisi 6 Haziran 2015 tarihli sayısında yaptığı değerlendirmede ‘CHP Ermeni kökenli bir avukat olan Selina Doğan ile Arap Hristiyan ve saygın bir iktisatçı olan Selin Sayek Böke’yi aday gösterdi’ diye yazmıştı. Böke’nin Hristiyan olduğu iddiaları, dini kimliği CHP’de ciddi rahatsızlık yarattı.
“153 sayfa tutanak, 4 bant, 5 sayfa stenograf notu, açık oylamaya ilişkin 24 sayfalık oy tablosu...”
1 Mart 2003 Cumartesi günü Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın yönettiği oturum saat 14.00’te başlamıştı.
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesine, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının altı ay süreyle Türkiye’de bulunmasına...” diye başlayan tezkere 62 bin yabancı askerin, 255 uçağın ve 65 helikopterin Türkiye’ye girmesine, ABD’nin (ve bizim) Irak’a müdahalesine stepne olmamıza kapı aralayacaktı.
NE CEPHEYMİŞ!
İzzet Abi’nin “çok acayip” derken yüzünde beliren mutlu ifadeden ve sesinden çevresine yayılan heyecan dalgalarından belliydi şahane bir haber vereceği.
Devam etti: “Cem Karaca ve Moğollar. 1973. Canlı kayıt, yardırıyor babalar...”
Cep telefonu marifetiyle kapak fotoğrafını gösterdi; saykodelik havalı bir çerçeve içinde ekibin siyah-beyaz bir fotoğrafı. Çok güzel...
Detayları anlatırken heyecandan ağzımın suyu aktı diyebilirim. Aradan kaç ay geçti saymadım ama beklemek uzun geldi emin olabilirsiniz.