Bir Suriye’ye, biri Irak’a, biri de artık Afganistan, Libya, Yemen, Pakistan, Somali’ye düşmüştür herhalde.
2016’da, “Savaşları durduracağım” diyerek gelen Obama henüz koltuğundayken 7 ülkeye toplam 26 bin 171 adet bomba attığını duyuran bir rapor ortaya çıktı geçen hafta.
Hesaplamalara göre günde 72 bomba atmış ABD ordusu; her saat 3 bomba...
Devlerin Kuzey Kore üzerinden efelenme evresinin civcivli günlerinde tehdit edilen Guam Adası’nı hatırlıyor musunuz?
Kıbrıs’ın 20’de biri büyüklükteki bu Pasifik adasına bir hamlede 816 bin 393 adet bomba, mermi vesaire yollamıştı.
Bu ekstra cephane, adadaki mermi, bomba sayısının yüzde 10’una denk geliyordu!..
Silah, cephane yarışında bayrak ülke ABD ama asıl bizim de içinde bulunduğumuz coğrafya dünyanın en büyük cephaneliği.
Sadece Suudi Arabistan ve Katar’ın silah harcamalarının son beş yılda yüzde 200 arttığını duyuran raporu hatırlarsınız belki...
Eroğlu kuraklık alameti baş gösterdiğinde, barajlar suyunu çektiğinde, tarlalarda yeşillenme titrekleştiğinde “İstanbul’da sular kesilirse ben de bıyıklarımı keserim” demesiyle meşhurdur.
Veysel Bey için önce iyi bir haberim var. İstanbul’da barajların doluluk oranı yüzde 65, yani bıyıklar rahatlıkla kurtulur.
Fakat Ankara’da yüzde 20, İzmir’de yüzde 34 doluluk oranları. Elazığ, Malatya, Tunceli, Bingöl... Doğu illerinde tarımsal kuraklık kapıyı çalıyor. Keban’ın yüzde 30’u dolu...
Dün Habertürk’ten Caner Aktan’ın yaşanan kuraklık ile ilgili haberi Veysel Eroğlu’nun bir ay önceki sözlerini de hatırlatıyordu:
“Son 44 yılın kuraklık rekorunu yaşıyoruz...”
BU REKOR ÜZDÜ
Bu elbette “Oley be!” diye karşılanacak türden, göğüs kabartan bir rekor değil.
İklim değişikliği sayesinde ocak ayında baharlıklarla gezmenin ötesinde hoş yanı yok kuraklığın.
Dün Cumhuriyet’te bu başlıkla ve Gamze Bal imzasıyla yayınlanan haber, tarım ürünleri ithalatındaki artışa dikkat çekiyordu.
2016’da tarım ürünlerini ithal etmek için 15 milyar dolar harcarken, 2017’de bu rakam 17 milyar dolara dayanmış.
“Bereketli topraklar üzerinde” hemen her tarım ürününü yetiştirme potansiyeline sahipken, 30 yılda Belçika kadar tarım arazisini kaybetmiş bir ülke elbette bayılır parayı, nohudunu, mercimeğini komşudan, börülcesini Peru’dan getirir...
“Sürdürülebilir tarım” hadisesini tamamen yanlış bir yerden anlamış, “süründürülebilir tarımcılık” yaklaşımını benimsemiş bir memleketiz çok şükür!
MİLLİ İTHALAT REJİMİ
‘Milli Tarım’ planı açıklanıyor ama bir yandan da hububattan bakliyata gümrük vergileri ya sıfırlandı ya da sıfıra yakın bir noktaya çekiliyor.
Hayvancılık keza... Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Fakıbaba başta olmak üzere herkes koro halinde “Kırmızı et, canlı hayvan ithalatına karşıyız” diyor ama aynı gün binlerce ton için izin çıkıyor işte...
“30 yılda Belçika kadar tarım alanı yok oldu”
Cem Yılmaz’ın cuma günü gösterime girecek yeni filmi ‘Arif v 216’da bu repliğin geçtiği sahnede “Bana nostalji bastı moruk, ben kalıyorum” dediğimi fark ettim içimden.
Yılmaz’ın canlandırdığı karakter Arif’e böyle söyleten ortam, eski Türk filmlerinden aşina olduğumuz bir ortamdı.
Dar gelirli, umutları olan, mucizelere inanan, yardımlaşma/dayanışma duygularıyla zorluklara direnen, farklılıklarına rağmen bir çatı altında yaşamaya devam eden insanlarla çevriliydi etrafı Arif’in...
“İnsan olmak, eski Türk filmlerindeki gibi saf bir aşk yaşamak isteyen” Robot 216 (pek şahane Ozan Güven) için 1960’ların İstanbul’una gelmişlerdi...
Cem Yılmaz, Çınar Oskay’a verdiği röportajda derdinin “kuru bir nostalji yapmak olmadığını” söylüyordu.
İYİ İNSANLARIN İZİNDE
İçinden 1960’lar ve 1990’lar gibi iki büyük nehir akan filmi sadece bir “nostalji atağı” olarak değerlendirmek haksızlık olur.
Elbette özlem rüzgârlarıyla şişiyor yelkenler dönemin dekorunu, yıldızlarını, objelerini izlerken...
Emniyet güçlerinin şüpheli gördüğü şahıslara yönelik uygulamaları kapsamında çeşitli çap ve ebatta yüzlerce yılbaşı süsü, maytap, havai fişek, dillidüdük ve kaynanazırıltısı ele geçirildi.
Hareketlerinden şüphelenilen 40 kişinin kırmızı don giymek suretiyle Taksim, Beşiktaş ve Şişli’ye sızmaya çalıştıkları tespit edildi.
Yapılan GBT incelemeleri ve sosyal medya hesabı taramalarında daha önce düğün ve benzeri organize hadiselerde “halay başı” oldukları anlaşılan bazı şahıslar etkisiz hale getirildi.
KOKİNA TUZAĞI
Kendine “tebliğci” süsü vermiş bir Noel Baba’ya yapılan üst aramasında, kuşağa zulalanmış “tavşanmemesi” veya “kokina” olarak da bilinen yılbaşı çiçekleri bulundu.
Bu yazdıklarım elbette “mübalağa sanatından” örnekler...
Abartı yani, gerçekle pek alakası yok.
Konya’da Ayşe-Kemal İnanç Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak görev yapan Ercan Harmancı adlı şahıs sosyal medya hesabında sapıkça bir “samimiyet krizi” geçirmesinin bedelini artan kamuoyu baskısı sayesinde böyle ödedi.
Öğretmenlikten men edilmedi, “kapalıya” alınmadı, açığa alındı...
Beden dersindeki öğrencilere bakıp kendince şöyle bir felsefe geliştirmişti bu şahıs...
“Ya benim çok sapık duygularım var ya da şeytan onlara uğramıyor... Bir genç kızın vücut hatlarını gördükten sonra şeytan size üflemiyorsa ya erkekliğinizi ya da imanınızı kaybetmişsiniz demektir...”
“Kız öğrencilerin giydiği eşofman onları çıplak yapar... Beden dersinde eşofman giyen kız öğrenci zina yapmıştır... Beden eğitimi değil, bedeni şeytana hazırlama eğitimi...”
“Bir beden eğitimi öğretmeninin karşısında vücut kıvrılıyorsa ne kadar olması önemli değil onun adı zinadır... Bugün beden eğitimi adıyla adet görmüş kızlara zorla ve müfredat gerekçeli zina yaptırılıyor...”
SEN SEVME MUSTAFA KEMAL’İ
Bu zihniyetin mütemmim cüzü olarak
Asgari ücret üzerinde “görüşmeler” böyle sürüp gidiyor işte...
2017’de asgari ücretle çalışanların eline net 1404 TL veriliyor bir aylık emeğinin karşılığında...
Hükümet, çift haneli enflasyona uygun olarak 1600 TL gibi bir rakam hesaplıyor.
İşçiler adına masaya oturan Türk-İş 1809 TL’ye razı ama işverenleri temsil eden TİSK bu ücrete “Türkiye gerçeklerine uygun değil” diye karşı çıkıyor.
DİSK’in 2 bin 500 TL, ana muhalefetin ise 2 bin TL’yi telaffuz ettiğini de biliyoruz...
AÇLIK SINIRI NE YANDA?
Yaklaşık 7 milyon işçi bekliyor, “görüşmeler sürüyor”, sürüyor, sürüyor, sürüyor...
TİSK
Göztepe, 4 galibiyetlik seriyle gelerek çıktığı bu duygusal kaostan etkilenmeyerek, sakin kalarak, oyun disiplininden kopmayarak maça başladı; erken bulduğu penaltı golüyle de özgüvenini ikiye katladı.
Sakatlanarak çıkana kadar müthiş oynayan Rodrigues tarafından çabuk sağlanan beraberlik ve mesela Gomis’in kaçırdığı mutlak gol ibreyi Galatasaray’a çevirdi.
GAZDAN ÇEKMEDİ!
İlk yarıda perde böyle kapanırken, ikinci yarı bambaşka bir başlangıç yaptı İstanbul’un sarı kırmızılıları...
Defans ve orta sahadan başlayarak bir kademe ileri çıkan, Belhanda’yı ve Feghouli’yi böylece daha işlevsel hale getiren Galatasaray baskıyı kurdu ve sonuçlarını da hemen görmeye başladı.
Yasin’in harikulade kafa golüyle öne geçtikten sonra da ayağını gazdan çekmedi, rakibini sahasına hapsetti ve skoru geliştirmek için elinden geleni ardına koymadı. Bu baskıya savunma dayanmayacağı belliydi. Üçüncü gol serbest vuruştan geldi. Maicon, “Benim!” diyen frikik ustalarının şapka çıkartacağı türden bir vuruşla ağlarda dip köşe temizliği yaptı...
KALDIĞI YERDEN...
Fatih Hoca, maç öncesinde de belirttiği üzere var olan sisteme sadece bazı küçük müdahalelerde bulunmuştu ki; zaten ötesini yapacak zamanı yoktu.