Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi (ÖABT) sonuçlarından hareketle ÖSYM tarafından hazırlanan raporu, arkadaşımız Gamze Kolcu bu başlıkla duyurdu...
Yaklaşık 308 bin kişi başvurdu, 261 bin kişinin sınavı geçerli sayıldı.
Netice?
Yeni mezun öğretmen adaylarının büyük bölümü “kendi branşına dair” soruların yarısını bile doğru cevaplayamadı.
En feci tablo “fen bilimleri, teknoloji, kimya, fizik ve matematik” alanlarında beliriyor. Pozitif bilimler nanay diye özetleyeyim...
50 soru üzerinden yapılan değerlendirmeye göre fen bilimleri ve teknoloji mezunlarının başarı ortalaması 11.82, kimya öğretmenlerinin 14.14, fizik öğretmenlerinin 16.25, matematik öğretmenlerininse 11.97 oldu.
50 sorunun 34’üne doğru cevap veren psikolojik rehberlik ve danışma öğretmenleri en başarılı olanlar.
Türkçe ve din kültürü de 29 doğru cevap ortalamasıyla takipte...
Peh, peh, peh!
AKP İzmir Milletvekili, eski futbolcu Alpay Özalan bu “tüvit”i altına Necip Fazıl Kısakürek imzasını çakarak salmış sosyal deryalara...
“Ölürümde”deki “de” ayrı yazılacak elbette ancak bu “isyankâr romantik hallenme” dizeleri daha büyük bir hata barındırıyor: Necip Fazıl böyle bir şiir veya herhangi başka bir metin yazmış değil...
Alpay Özalan, bu mesajı HDP Milletvekili Ahmet Şık’ın kürsüde üstüne yürümeye çalıştığı ve diğer vekillerce tutulduğu fotoğrafıyla birlikte paylaşmıştı.
Necip Fazıl’ın fikirlerine, hayatındaki dalgalanmalara vesaire katılmayabilirsiniz, ama yazdıklarını biraz okuduysanız böyle “kamyon arkası yazısından hallice” bir ifade şekli olmayacağını bilirsiniz.
Odatv, dün Necip Fazıl’ın kurucusu olduğu Büyük Doğu’nun yayın sorumlusu Suat Ak’a sormuş durumu:
“Nereden bulduğunu sormak lazım... İfade ve üslup üstada ait değil. Üstat adına açılmış sayfalardan yayılıyor bunlar. İyi niyetle düşülen hatalar olabilir fakat kaynak gösterilmesi gerekir. Bizim bilmediğimiz kaynaklarda geçiyorsa bizimle paylaşabilirler, biz de yayımlarız.”
Necip Fazıl’
Çok katmanlı ve layıkıyla yapılırsa tadından yenmeyecek bir entelektüel tartışma için memlekette uygun bir atmosfer yok ne yazık ki.
Konuyu slogana kuvvet yaklaşımlar, komplo teorileri ve akıllara seza “Aman siyasi kampım beni alkışlasın” niyetiyle şişirilmiş analizler eşliğinde takip ediyoruz.
Komplo teorisiyle başlayalım...
“İşin ucu benim siyasetime dokunur” refleksiyle hemen karanlık güçlere, muhalefete, FETÖ tipi örgütlere bağlayarak provokasyon simidine tutunmak ilk akla gelen oluyor.
Özünde olmasa da genel bir tespit olarak “S.İ.”nin provoke edildiğine katılabiliriz...
Muhtardan okul müdürüne, vekilden talebeye Atatürk’e hakaret edip yakayı kurtarmışların provokasyonuna gelmiş olabilir S.İ.
Nutuklarda, “tüvitlerde”, gazete sütunlarında, sosyal medya ıssızlarında hakaret ettikçe yükselenlerin provokasyonu da kuvvetlisinden bir ihtimaldir ey vatandaş!..
Devletin resmi televizyon kanalında
Herif biri 9, diğeri 11 yaşındaki iki çocuğunu yıllarca istismar etmiş...
“Söylerseniz annenizi öldürürüm” diye tehdit savurmuş, göz korkutmuş, sindirmiş...
Kızlardan birinin pijamasında “babasına” ait “meni lekesi” tespit edilmiş... Buna rağmen indirim gelmiş cezasına, bravo vallahi!
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya “İyi hal indirimi kaldırılıyor” diye demeç vere vere görev süresini tamamladı, tık yok desek yeridir bu hususta...
Kamuoyu her iyi hal indiriminde homurdanıyor kimsenin umurunda olmuyor...
İki kızını istismar eden bu alçağın tek örnek olmadığını hepimiz biliyoruz...
Diyarbakır’da imam hatip lisesinde bir öğretmen, öğrencisi kızı taciz etti, kızın babası olayı mahkemeye taşıdı.
Tacizci öğretmen suçu kabul etti, mahkemeyi beğenmedi
Geçen yılın son günlerinde New York Times’ta yayınlanan ve Venezuela’da her yıl 4’e 5’e katlanarak artan çocuk ölümlerini konu alan haber bu iç acıtıcı cümleyle başlıyordu.
17 aylık Kenyerber, çöken sistemin masum kurbanlarından yalnızca biri.
Annesinin Zika virüsü nedeniyle emziremediği bebek, ailesi mama alacak para bulamadığı için yeteri derecede beslenememişti.
Bebek maması Venezuela’da bulması çok zor, asgari ücretle çalışanların hayal bile edemeyeceği kadar pahalı.
Davanın başlaması için 11 ay beklemek gerekti. Mahkeme ilk kez Nisan 2015’te toplandı.
O tarihten bu yana 20’nin üzerinde duruşma yapıldı ve bir türlü karara varılamadı.
Son olarak haziran ayında “seçim sonrasına” ötelenen karar duruşmasının dün yapılması bekleniyordu.
Dün de heyette görevli bir hâkimin ani gelişen rahatsızlığından dolayı duruşma yarına, 11 Temmuz tarihine ertelendi.
Öncelikle rahatsızlanan hâkime içten geçmiş olsun dileklerimi yolluyorum; umarım ciddi bir vaziyet yoktur ve tez elden şifa bulur.
Sayın hâkimin dava yüzünden rahatsız olduğuna dair bir bilgi paylaşılmadı, ben de pek ihtimal vermiyorum.
Ancak bu bağıra bağıra gelen, kazadan çok bir katliamı andıran davanın her aşamasından büyük rahatsızlık duyanlar arasındayım ve yalnız olduğumu da düşünmüyorum.
Soma’da hayatını kaybeden işçiler arkalarında 423 (yazıyla dört yüz yirmi üç) yetim bıraktı; onlar için rahatsızım...
Acılarınızı, dertlerinizi, ‘hayatın anlamıyla ilgili’ soru işaretlerinizi, coşkunuzu, müzik aşkınızı, ilkel veya çok medeni dürtülerinizi, kalbinizi ve ruhunuzu, şaşkınlığınızı, hayranlık hislerinizi ve saymaya üşendiğim diğer tüm ‘şeyleri’ toplayın, Nick Cave’e gidiyoruz.
Aslında çok şanslıyız, çünkü o bize geliyor...
10 Temmuz Salı akşamı, İstanbul KüçükÇiftlik Park’ta toplanacak şanslı kalabalık, Nick Cave And The Bad Seeds’in bir canlı müzik performansından çok ‘duygusal/ruhani/cinai/şehevi’ ayini çağrıştıran gösterisine tanıklık edecek.
Henüz gerçekleşmemiş bir konser için böyle büyük laflar etmek fazla bağlayıcı, elbette durumun farkındayım. Ancak konser sonunda gelin konuşalım, haklı çıkacağıma eminim.
Çünkü bildiğim bazı şeyler var... Bildiklerimi anlatayım o zaman...
16 Kasım 2017’de, Atina’nın antikçağlarda liman vazifesi gören Faliro semtinde 2004 Olimpiyat Oyunları için inşa edilmiş kapalı spor salonunda, Nick Cave ve ‘Kötü Tohumlar’ sahneye çıktığında oradaydım.
İlk kez seyretmiyordum Nick Cave’i. 2001’deki İstanbul konserine ve 2009’da Glastonbury Festival’daki destansı performansına da şahitlik etmiştim.
Bu yazı sizin için, bütün kayıp çocuklar için...
24 Haziran itibariyle tarihe karışmış olan başbakanlık makamına bağlı “Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı”, bundan tam 10 yıl önce, Temmuz 2008’de bir “Kayıp Çocuklar Raporu” yayınlamıştı.
Giriş bölümünde “medyada yer alan kayıp çocuk haberleri üzerine 17 Aralık 2007’de harekete geçildiği”, “İçişleri Bakanlığı marifetiyle konunun soruşturulduğu”, “İl İnsan Hakları Kurulu başkanlıklarından STK’larla iletişime geçerek çalışma yapmalarının istendiği” ve 6 aylık çalışma neticesinde söz konusu raporun hazırlandığı belirtiliyordu.
Rapora yeniden döneriz, ancak sorunları kendince tespit eden ve istatistiklerin yanı sıra çözüm önerileri de sunan bu çalışmanın ardından neler olduğuna bir bakmak ister misiniz?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre raporun yayınlandığı 2008 ile 2016 yılları arasında 104 bin 531 kayıp çocuk vakası yaşandı ki; bunun 16 ülkenin nüfusundan fazla olduğu vurgulanıyordu bazı haberlerde.
TÜİK’in adli istatistiklerine göre...
2008 yılında
4 bin 517...