İlk olarak politik açıdan kendisine taban tabana zıt politikacı modelinin tüm özelliklerini ve daha fazlasını bünyesinde barındıran Trump’a “verdiği ayar” ile dikkatimi çekmişti.
Vietnam’da düzenlenen Doğu Asya temalı zirvenin gala yemeğinde yaşanmıştı hadise. Trump yanındakilere Ardern’i işaret ederek “Bu hanım memleketinde oldukça hayal kırıklığı yarattı” demişti.
Jacinda Ardern de “Herhalde yüzde 40’ta filan” dedikten sonra gülerek cevabı 90’a yollamıştı: “En azından ben seçildikten sonra kimse sokağa çıkıp protesto yürüyüşü yapmadı!”
Ülkesinde yaşanan ve ibadet esnasında 50 masumun hayatını kaybetmesine yol açan terör saldırılarının ardından baş sağlığı için arayan ve “Neye ihtiyacınız var? Nasıl yardımcı olabilirim?” diye soran Trump’a “Müslüman topluluklara sempati ve sevgi” cevabını vererek ikinci ayarını da çekmiş oldu.
Ülkesinde yaşanan ve tüm dünyada şok etkisi yaratan saldırıların ardından takındığı tavırla, liderliğiyle, konuşmalarıyla, jestleriyle tüm dünyada yıldızlaşan Ardern’e duyulan ilginin, gösterilen sevginin ardında bir umut ışığı yatıyor.
38 yaşında olan ve 9 yıllık Ulusal Parti iktidarını koalisyonla aşmayı başaran İşçi Partili bu genç kadının Nobel’e aday gösterilmesi için imza toplanıyor, “Dünya başkanlıkla yönetilsin, başkan da bu kadın olsun, oyum ona” diyenler sadece memleketinden çıkmıyor.
İçtenliğiyle, bir öfke seline dönebilecek büyük acıyı doğru davranışlarla, barışçıl mesajlara aşarak başta Müslüman dünyası olmak üzere herkese güven veren Ardern’in sosyal medya hesapları teşekkür mesajlarıyla dolup taşıyor.
“Allah seni kötü insanlardan ve şeytanlardan korusun, bayan Jacinda Ardern! Türkiye’den sevgiler, saygılar...”
Çoğunuz güvenilir, ödüllü, yaptığı haberlerle toplum adına somut fayda sağlayabilen, taş gibi bir gazeteci olarak tanıyordunuz Gülden’i büyük ihtimalle. Öyleydi...
“Beşinci Kat”ın has bir üyesiydi Gülden.
1995’in son günlerinde, askerden gelip Hürriyet’in yazıişlerinde ustam Ayhan Atakol’un yanına editör olarak döndüğümde gazetenin bir numaralı konusu bu “Beşinci Kat”tı...
Neyyire Özkan, çoğunluğu kadın, genç, güçlü, cesur, modern has gazeteciler ve has gazeteci adaylarından bir ekiple “Beşinci Kat”taki küçücük bir odadan gazeteyi sallıyordu.
Türkiye’nin, medyanın, medyanın üretim aygıtlarının çılgınca bir hızla değiştiği çağda “Eski Babıâli” ekolü de etki alanını hızla kaybediyordu.
Erkek egemen, mesleki manada çok muhafazakâr bu yapının üstten bakmaya çalışmasını vesaire, kısa süre içinde çatır çatır gazetecilik yaparak komik hale çevirdiler.
O güne kadar genellikle “ana gazeteye girmeyen çerçöpün, bol fotoğraflı gezi yazılarının, ilandan dolayı sığmayacak röportajların” yığıldığı hafta sonu eklerini bağımsız gazetelere çevirdiler.
Sadece orada kalmadılar, dünyanın her yerinden gazeteye manşet, ödüllü haber taşıdılar.
Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor.
Böyleyken, bilincin ve kuşkunun yükü altında
Eylemsizlik içinde kocuyor...”
1980’lerde perde kapanırken, 1990’lara girerken, Moda’daki öğrenci evimizin duvarında kahramanlarımızın fotoğraflarının yanında bu dizelerle başlayan bir şiir asılıydı.
Henüz 27 yaşını doldurmadan bir düelloda hayatını kaybeden Mihail Yuryeviç Lermontov’un (1814-1841) “Düşünce” şiiri, 12 Eylül’ün baskıcı ortamında yeşermeye çalışan “bizim kuşağı” anlatırmış gibi gelirdi:
“Zenginiz biz, ta beşikten beri
Babalarımızın yanlışlıkları ve akılsızlıklarıyla!
Yaşam üzüyor bizi; dümdüz, amaçsız bir yol gibi,
Mesela ABD’nin Vermont eyaletine bağlı Fair Haven kentinde geçtiğimiz günlerde düzenlenen seçimde zorlu ve dişli rakiplerinin arasından sıyrılan “Lincoln Bey” başkanlık koltuğuna oturdu.
Lincoln Bey’in aslında sadece adı var. “Bey” diye hitap etmem makamına ve demokrasiye saygımdan, daha da önemlisi keçileri çok sevmemden kaynaklanıyor.
“Keçi mi? Ne alaka?” demeyin, Lincoln 3 yaşında dünya sevimlisi bir Afrika süt keçisi.
“İnsan mı kalmamış 2 bin 500 nüfuslu yerde?” diye celallenmeyin, Keçi Lincoln Bey’i seçenler zaten insan...
Olayın, bu durumda Lincoln Bey’in yerel seçim zaferinin perde arkasına bakalım; manzaramız netleşsin.
Hikâye, Fair Haven’daki bir okulun oyun parkının yenilenmesi, düzenlenmesi için fon yaratmak amacıyla başlıyor.
Vatandaşlar bir belediye başkanı seçmek yerine, iradelerini temsil edecek 60 kişilik halk meclisi oluşturuyor, bir de “müdür” bulunuyor, konu kapanıyor.
Bu yıl,
Vahdettin Engin’in 2001 yılında yayınlanan kitabı “Sultan Abdülhamid ve İstanbul’u”*, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden derlenen belgeleri aktarır.
İstanbul’un o yıllarda yaşadığı sıkıntıları görmeye de yardımcı olan bu belgeler, padişahın “hususi iradeleri”, yani bir yerde kararnameleri, emirleridir...
Neler yok ki Abdülhamid’in bizzat yetişmesi gereken?
Kimi zaman 1893 yılında kolera salgını gelecek korkusuyla yaşayan şehre “bozuk ve çürük yaş incir, şeftali, hıyar ve muşmula”nın satılmaması gerektiğini, “halka dehşet vermemek için” haberin sansürlenmesini bizzat buyurmak zorunda kalır.
Kimi zaman zaten hepsi sıkı kontrol altındaki gazetelere sağlanan ödeneklerle ilgili emir çıkarır, kimi zaman “Osmanlı Devleti menfaatini korumaya yönelik haberler” yapan İngiliz muhabir Mösyö Norman’ın 50 liralık maaşına 30 TL zam yapılmasını onaylar.
Heybeliada’da “açık saçık, şurada burada, gazino ve otel bahçelerinde gezen, oturan” veya “Yeşilköy’de Ponti’nin Yeri’nde içki âlemi yapan” hanımları uyarmak 1904 yılında onun işidir...
Tıpkı imaretlerde pişirilen çorbalara koyulan pirinç miktarının azlığı konusunda 1893’te hususi irade yayınlamak ve “Doğru düzgün pirinç koyun çorbalara” diye kızmak gibi...
Bu
Olaylar şöyle gelişiyor...
Yarışa katılacak erkekler 10 dakika önce “start alıyor”, kadınlar da 10 dakika bekledikten sonra yola çıkıyor.
Ancak başta İsviçreli Nicole Hanselmann olmak üzere bazı kadın bisikletçiler, “umulandan hızlı” ilerliyor ve erkeklerin konvoyunu yakalayıveriyor farka rağmen.
Bulunan çözüm ne oluyor peki?
Güvenlik gerekçesiyle kadın bisikletçiler durduruluyor, farkın 7-8 dakika daha açılması bekleniyor.
Özetle kadının ilerlemesi, önündeki yavaş erkekleri yakalayınca durduruluyor, bekletiliyor, öteleniyor, yoluna “gerçekten” barikat kuruluyor.
İçinde bulunduğumuz günlerde, “8 Mart Haftası”nda birbiri ardına yayınlanan raporlar, bildiriler, istatistikler ancak bu kadar güzel özetlenirdi. Bravo ve hatta “pıravo!” Belçika...
IMF Direktörü
“Kalan süre ve bu takımın performansı önde hızla koşan rakibe yetişmeye ve geçmeye yetecek gibi değil” hissini büyüten türden ağır bir kayıp.
ÖNÜNDE koşanın sendelemesini beklerken hata yapmadan koşusunu sürdürmesi gerekiyor G.Saray’ın. Eksi 5 derecede, taş gibi zeminde de olsa kazanacaksın bu durumda ama nasıl? Galatasaray yine kayıp bir ilk 45 dakika yaşadı, yaşattı. Uzun süre rakibi, şartları çözemedi. Bu süreçte Emrah Başsan’ın vurduğu, Muslera’nın çeldiği pozisyon gelişti, başkaca bir heyecan yaşanmadı! 13’üncü dakikada Erzurum savunmasının ilk kez dengesini bozduğu atağı Feghouli’nin kaleyi bulmayan ama heyecan yaratan şutuyla tamamladı Galatasaray. Bu dakikadan sonra aradığı anahtarı bulmasa da doğru yolda ilerlediğini fark etti ve rakibi sıkıştırmaya başladı. Bu baskı sürekli değişmek zorunda kalan G.Saray savunmasının kırılganlığını ortaya koyabilirdi ki; nitekim öle de oldu. G.Saray sürekli ava gittiği sol kanattan avlandı, Marcao çıktığı topa müdahale edemeyince gol yolunu açtı ve Rashad 18’inci dakikada Muslera’yı geçti.
İkinci yarıya Semih’in yerine “acil durum halinde cam kırılarak” Linnes girdi. O meşhur “asist öncesi asist” olarak da tanıdığımız “hazırlık pası” aşamasına dahi gelemeyen bir Galatasaray vardı sahada. Ancak maçın 62’nci dakikasında güneş sistemindeki gezegenlerin sıraya dizilmesi gibi nadir bir hadise yaşandı! Selçuk şık bir pasla Onyekuru’yu, Onyekuru ceza sahasındaki Mitroglou’nu, Mitroglou geriden gelen Belhanda’yı, Belhanda da kaleyi buldu, gol oldu!
Beraberlik sonrasında G.Saray zaman zaman maçı kendi istediği şekle dökmeye çalışsa da bunda süreklilik sağlayamadı. Neticede zor bir deplasman maçından telafisi zor iki puan bırakarak dönmek durumunda kaldı sarı kırmızılılar. “Kalan süre ve bu takımın performansı önde hızla koşan rakibe yetişmeye ve geçmeye yetecek gibi değil” hissini büyüten türden ağır bir kayıp.
EMRE’YE ARA KARNE
EMRE Taşdemir Bursaspor’da yıldızı parlayan bir sol bek olarak adını duyurdu. Bursaspor, Boluspor’dan o mevkide bir başka parlayan yıldız olan Umut Meraş’ı alınca Emre Taşdemir’e de Galatasaray yolu açılmış oldu. Nagatomo’nun yokluğunda formayı kaptı. Hücumda bazen etkili, savunmada bazen etkisiz. Bu denklemi kendi lehine çevirmeye odaklanması lazım.
YiNE Mi ‘ESKi NUMARA’ iLLETi?
ERZURUM, Rashad ile öne geçtiğinde 18’inci dakika oynanıyordu maçta. O dakika itibariyle Erzurum oyuncularına bir hassaslık, bir kırılganlık. Düşen kalkmıyor. Hatta faulü kendisi yapıyor, rakibi kalkıyor, o memleketten acı haber almış gibi bağıra bağıra yerlerde yuvarlanıyor. Yine mi bu “eski numara”?! Bu arada bu “eski numara” dün geceye özgü değil yeri geldiğinde her takım yapıyor istisnasız. Ama onun da bir yolu, yordamı var. Daha oynanacak 80 dakika vardı golü bulduklarında kaba hesapla. Karşındaki Galatasaray tel tel dökülüyor. Biraz oynamaya odaklansalar ilk 45 dakikada 3 puanı yakalayacak imkanı bulacaksın. Neyse ki Belhanda’nın golü biraz canlandırdı Erzurumsporlu oyuncuları. Kalan sürede yatmak yerine koştuklarında neler yapabileceklerini gördüler üstelik. Pişman olmuşlardır herhalde. Rahat kazanabilirlerdi.
Bu sefer uzak yoldan gelmiş, 2250 yılından arada bir çıkıp gelirler; okuyoruz, izliyoruz haberlerde.
Daha yakın geçmişte biri 2118 yılından geldiğini söyleyerek ortaya çıktı, 2045’ten gelen vardı, bir de 2030’a bakıp gelen.
Hatta bu 2030’dan gelen genç adam, yalan makinesinden de alnının akıyla geçti haberlere yansıdığı kadarıyla...
En uzaktan ve en taze gelen ne diyor gelecek için? Özetleyerek bakalım:
“Zaman yolcusuna göre 2050 itibarıyla dünyada gıda kıtlığı patlak verecek; tetikleyici artan küresel nüfus olacak. 2098 itibarıyla deniz suyu seviyesinin yükselmesi dev göç dalgalarına kapı açacak. 2150’de, günümüzde var olan tüm meslekler tarihe karışacak. 2168’de Satürn’ün uydusu Titan’da yapılan keşiflerle evrende yalnız olmadığımız kanıtlanacak. Uzaylılarla iletişim kuramama sebebimiz ortaya çıkacak. Sebep gelişmiş uzaylı medeniyetlerin kendilerini sürekli olarak yok etmesi olacak. Zaman yolcusuna göre benzer bir kader insanlık için de geçerli...”
Dinlediğim zaman yolcuları arasında en mantıklı konuşanlardan biri bu arkadaş oldu ama o kadar zaman yolculuğuna vesaire gerek yokmuş... Aklı başında insanlar yıllardır uyarıyor, kâbus gibi gelecek senaryoları çiziyor...
Mesela, Fransız düşünce insanı Jacques Attali, “Geleceğin Kısa Tarihi” adlı kitabını 2006’da yayınlamıştı.
Kısa bir süre içinde Türkçe olarak da yayınlanan