*
HENÜZ 16 yaşındayken 8 Temmuz 2018’de Çorlu’daki tren faciasında hayatını kaybeden Sena Köse, pırıl pırıl sesiyle söylüyordu bu Nazan Öncel şarkısını...
25 canımızı kaybettik, 328 kişi yaralandı o gün...
Evladını, eşini, kardeşini, arkadaşını bir ihmaller zinciri neticesinde kaybedenlere büyük acılarının üstüne bir de adaletsizlik duygusu vermeyi uygun gördü sırtı sağlam olanın suçundan, günahından kurtulduğu bu memleket.
Kaza sonrasında verilen “Sorumlular cezalandırılacaktır” demeçlerini yutmayacak kadar uzun süredir buralardayız ama saf bir yanımız da var işte, biliyorsunuz...
“Raporlar ortada, yanlı yazılmış raporlar bile ortada... İhmaller çığlık atmış ‘Felaket olduk geliyoruz!’ diye, belki bu kez hakiki sorumlular bedel öder...” diyen iyimser yanımızı hâlâ yaşatmaya çalışıyoruz.
Yine en alt seviyede sorumlu 4 kişi günah keçisi ilan edildi, diğer tüm üst düzey sorumlular “takipsizlik” kararı ile aklandı, paklandı...
Dün ilk duruşma vardı.
“Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğümüzün Çelik Boru Alımı İhalesi’ni canlı olarak izleyebilirsiniz. Şeffaf belediyecilik anlayışımız doğrultusunda çalışmaya devam edeceğiz...”
Sizce çelik boru alımı ihalesi ne kadar seyirci çekmiş olabilir?
Söyleyeyim...
Dün yazıyı hazırladığım sırada yaklaşık 358 bin kişi seyretmişti bu ihaleyi.
Millet ASKİ hayranı mıdır?
Çelik boru ihalesi aksiyon filmi kadar heyecanlı bir hadise midir?
Çoğu televizyon programının, sinema filminin hayalinde bile göremeyeceği sayıda seyirci niçin bir salon dolusu kravatlı insanın boru muhabbetini izlemek istemiş olabilir?
Cevap elbette çok açık: Şeffaflık hasreti...
Kazanan net şekilde belli, kaybeden tartışılıyor şimdi.
Bu sıcak tartışma sürerken işaret edilen hatalara, parmakla veya aba altından gösterilen isimlere bakıp “Doğru” dememek için hiçbir neden yok.
“Pontus” benzetmesinden, dile getirenlerin bile inanmadığı “Çaldılar” iddiasına uzanan listeyi tekrarlamanın da bir anlamı yok.
Sandık başarısı için yüklenilen propaganda aygıtlarının yağ damlattığını, siyasi güç toplamak için abanılan ayrıştırıcı söylemin, tehdit dilinin iflas ettiğini gören çıkar mı, o konuda da şüphem büyük.
Yakılan fitil, atılan mitil seçimin ardından her cepheden gelen “olgun tavır” mesajları eşliğinde hızlı değişen gündemden çekilecek ama elbette iz bırakacak.
Olaylara uzaklaşarak bakmak, sonuçlardan sağlıklı çıkarımlar yapmak milli sporlarımız arasında yer almıyor pek.
Aceleyle yapılan tahlilleri veri kabul etmek gibi çocukluk hastalıklarıyla mücadelesi bitmeyen bir toplumuz, bu kaybeden için de kazanan için de geçerlidir çoğunlukla.
Enerjisini nesil mühendisliği, siyasi faydacılık, güç devşirmek ve korumak için kullanan, memleketi sarmış can alıcı sorunlar yerine topluma tartışması için çabuk alev alacak suni tartışmalar atan siyaset kurumu halkın önünde gittiğini sansa da geriden gelmekte.
Yakın geçmişte kurcalandıkça bozulan eğitim sisteminden en fazla darbeyi yemiş, en fazla kafası karışmış ve dürüst davranalım iyi eğitilememiş kuşak, sınava giren 2.5 milyon kişinin büyük bölümünü oluşturuyordu.
Eğitim raporlarında Türkiye’nin yerini aşağılarda görünce bozuluyoruz ama bu sorunla gerçek manada bir yüzleşme yaşadığımızı söylemek güç...
Dünyanın bugünkü hızına ve geleceğe hazır kuşaklar yetiştirdiğimizi söylemek neredeyse imkânsız ama olsun, biz yine de yarıştıralım gençlerimizi!
Neredeyse periyodik olarak yayınlanan “Yakın gelecekte yok olacak meslekler” haberlerinde sıralanan meslekler için çoğu tabela üniversitesi olan kerameti kendinden menkul kurumlara yerleştirelim gençlerimizi!
Dört yıl kadar yoksullukla, yoksunlukla, gerilimle ve olmazsa olmaz kontenjanından gelen saçma sapan derslerle, sınavlarla eyleyelim gençlerimizi!
Bütün bu sürecin sonunda yaşama sevinci ve gelecek umudu kalan olursa, mezun da edelim gençlerimizi!
Nasıl bir dünyaya?
Tesadüf bu ya, sınavın ertesi günü TÜİK son işsizlik verilerini açıkladı:
23 Nisan 2018’de, Van’ın Karşıyaka Mahallesi’nde inşaatta çalışan 15 yaşındaki Kadir Kara, demirin elektrik tellerine değmesiyle hayatını kaybetti. Aynı kazada oğlunu kurtarmaya çalışan baba Hasan Kara da ne yazık ki kurtarılamadı.
“O haftanın kurbanı meğer Hasan’mış” türü acılı, zehirli cümleleri işaret ediyor istatistikler.
2013’te 59 çocuk, 2014’te 54 çocuk, 2015’te 63 çocuk, 2016’da 56 çocuk, 2017’de 60 çocuk, 2018’de 67 çocuk hayatını kaybetti. Her hafta en az bir çocuğumuzu tarlada, inşaatta, atölyede kurban verdik, kaşımız bile titremedi.
“Peki bu yıl vaziyet ne?” diye soran çıkarsa... 2019’un ilk beş ayında en az 26 çocuk işçi öldü. 9’u henüz 14 yaşını bile görmemişti...
Ölen işçi çocukların hesabını soran bile çıkmıyor çoğu zaman... Hatta aileleri bile...
Ahmet Yıldız’ı kim hatırlıyor şimdi?
Adana’da, kafasını pres makinesine, daha hızlı çalışsın diye otomatik durdurucu sistemi iptal edilmiş pres makinesine kaptırarak öldüğünde 13 yaşındaydı.
2013 yılında yaşanan bu cinayette işyerinin ruhsatı yoktu, elbette
Keflavik Havaalanı’nda kafilemize reva görülen davranışlar en sakin değerlendirmeyle bile su götürmeyecek şekilde “kasıtlı, kaba, saygısız, küstahça ve ayıp” idi; neticede Türkiye Dışişleri Bakanı seviyesinde sert bir demeç yayınladı, nota verdi.
Kamuoyunun (veya bu burumda sosyal medyanın) yaşananlara “İçinden S-400 veya F-35 geçen” krizden daha fazla ilgi göstermesinde Emre Belözoğlu’na fırça uzatılması kuşkusuz çok etkili oldu.
Yazıyı hazırladığım saatlerde kim olduğu, orada ne aradığı, derdi, sıkıntısı tam olarak bilinmeyen genç bir adamın gazetecilerin mikrofonlarının arasına uzattığı fırça tetikledi infiali.
Fırçalı tipin bu işi neden yaptığını bilmiyoruz. Salağın teki midir, trol familyasından bir zevzek midir, ırkçı mıdır, provokatör müdür veya hepsi midir?..
Ama planlayarak yaptığına eminim; yoksa kim gezer arada sırada kendi kendine de konuştuğu bir fırçayla?
Fırçalı tip elbette bir sosyal medya ayaklanmasını tetikledi.
Hedef gösterilen bazı gazeteciler vb “Ben değilim, tanımıyorum” diye açıklama yaptılar, açıklamalarının altı Türkiye’den gelen kimi komik, kimi kaba ve tehdit içeren yüzlerce, binlerce mesajla doldu.
İzlanda tarafından (en azından şu ana kadar) bir açıklama gelmedi ama 350 bin nüfuslu adanın tüm yetkililerinin sosyal medya hesaplarında olağanüstü bir hareketlenme yaşandı.
Peki o zaman Uber’in taksi hizmetini kullanan ve sayılarının 4 bine ulaştığı söylenen taksicilere ne diyeceğiz?
Filmi biraz başa saralım, hafızaları tazeleyelim...
Uber’in İstanbul’da sunmaya başladığı hizmetler kısa süre içinde yolcuların yoğun ilgisine mazhar olmuştu.
“Kısa mesafeye götürdün/götürmedin” tartışması yapmadan, “Para üstü verdin/vermedin, yolu uzatıp kazık attın/atmadın” stresine girmeden, konforlu ve temiz araçlarda seyahat etmek İstanbullular için ummadıkları güzellikte bir fırsat olarak değerlendirilmişti.
Ancak bu mutluluk elbette uzun sürmedi.
Taksiciler şehre yeni gelen fiyakalı çocuğun yıllardır hizmet kalitesine bir gıdım yatırım yapmadan hapur hupur yedikleri pastalarına ortak olmasına isyan ettiler.
İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Eyüp Aksu, işi “Avrupa ülkelerinde taksicilerin eylem yapıp sağı solu yakıp yıktığı gibi biz de burada böyle bir eylem yapmak istemiyoruz. Eğer meclisimiz bu konuda gerekli çalışmayı yapmazsa, eğer adalet farklı bir karar verirse taksici esnafının sabrı taşar, taksici esnafı ekmeği için, emeği için her şeyi yapar” diyerek aba altından sopa sallamaya kadar götürdü.
Konjonktüre uyumlu
“Seri köz getir abime” çağının simgesi nargile kahvelerinde paçaları kısalan düdük pantolonlar, sosyal medyada örneklerini gördüğümüz ama Osmanlı’nın hiçbir devrinde kullanılmamış tebrik şekillerini vs şaşkınlıkla, zor tutulan kahkahalar eşliğinde ve elbette ibretle izliyoruz.
Tarihi gerçekleri yamultarak günümüze mesaj ileten televizyon dizilerinden ezberlenen davranış kalıplarıyla, Osmanlı’nın hiçbir devrinde işitilmemiş konuşma şekilleriyle karşılaşan biraz olsun tarihle ilgilenmiş olanlara bu vesileyle bir kez daha sabır dilerim.
Tedavisi mümkün müdür bilemem ama başta Yeni Osmanlıcılar olmak üzere toplumun her kesimine bayram hediyesi olarak “Osmanlı’da nezaket kuralları” derlemesi vermek isterim.
Bayram günleri için yazı hazırlarken karıştırmayı sevdiğim bir kitap, Abdülaziz Bey’in “Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri”* adlı eseri rehberimiz olsun.
Osmanlı bürokrasisine kuşaklarca hizmet etmiş bir ailenin mensubu olan, kendisi de bürokrasinin çeşitli kademelerinde görev yapmış olan Abdülaziz ibn Cemaleddin (1850-1918) büyük bölümü bayram ziyaretlerinde “işe yarayacak” “nezaket, edep, terbiye ve iyi ilişkilere aykırı davranışları” da aktarır eserinde.
Kabalığın, anlayışsızlığın çağında kafaya fes takıp gezene kadar Abdülaziz Bey’in nasihatlerine kulak vermek “ataya saygı” noktasında daha faydalı olabilir. En azından bayram ziyaretlerinde...
Abdülaziz Bey’e göre “Sokakta ellerini arkaya bağlayıp yürümek, yolda gördüğü birine bağırarak seslenmek, kadınlara dik dik bakarak söylenmek veya büyüğüne ‘Nereye böyle?’ yollu soru sormak” çok ayıp işler.
Ya misafirlikte?