Son olarak Onyekuru’nun sözleşme engeline takılıp düşmesiyle elinde ‘santrforumsu’ oyuncu bile kalmadı desek yeridir. Zirveden kopan, sıralamadaki yeri için mücadele eder hale gelen Galatasaray’ın, kaybettiği hayalin peşinde koşan bir rakip vardı dün akşam. Ağır yaralı rakibini erken devirmek niyetinde olduğunu maça başlar başlamaz gösterdi Trabzon ekibi.
GOL KAÇIRMA YARIŞI
Bordo mavililer 7’nci dakikada Ekuban’la ilk net fırsatı yakaladı ancak Galatasaray da toparlandı, 10 ve 11’inci dakikalarda Feghouli Belhanda ile gol kaçırma konusunda rakibine nazire yaptı. Feghouli’nin akıl tutulması ve dengeye oturmuş izlenimi veren maçı kendi takımının aleyhine çevirdiği pozisyon geldi sonra... 32’nci dakikada sersemce bir şekilde oyundan ihraç edildi Feghouli… Da Costa sana faulü yapmış, hem de net şekilde sarı kartlık bir faul bu ve hakem de gösterdi kartı zaten...
İHANET Mİ, AKILSIZLIK MI?
Peki, rakip savunmayı diken üstünde oynatmak varken takımını 10 kişi bırakmasına ne diyeceğiz? Sorumsuzluk? Öke kontrolü problemi? İhanet? Akılsızlık? Umursamazlık? Bencillik?.. Bu ‘yetenekli ama rehabilite edilip kazanılması gerektirecek düzeyde dengesiz’ futbolcu modelinden gına gelmedi mi artık size de?.. Peki sonra?.. 10 kişi kalan, Emre Akbaba ve Donk gibi isimlerin özverisi dışında gösterecek bir hikayeyi olmayan bir Galatasaray.
SEZON SONU BEKLENİYOR
Donk-Sörloth pozisyonuna VAR incelemesi neticesinde çıkan penaltı ve perde! Ardı arkası kesilmeyen kötü haberler, sürekli ve hızlı şekilde eksilen bir kadro ile sezon sonunu sabırsızlıkla bekler hale geldi Galatasaray camiası... Kalan haftalarda Avrupa kupaları menziline erişip erişemeyeceğini izleyeceğiz sadece.
Şu sıralar, birkaç hafta önce bir kitap mezatı sayesinde elime geçen 90 yaşında bir ciltle aşk yaşadığım için sinema aşkım coşmuş vaziyette.
“Vakıt” gazetesinin, Harf İnkılabı’nın devreye yeni girdiği bir dönemde, 1930’da vermeye başladığı ve ağırlık noktası “sinema-varyete” olan haftalık aktüalite ilavesini merakla, sevgiyle, heyecanla okuduğum günler...
“Sesli filmlerin” devreye girdiği, “Vakıt”ın iddiasına göre “her sene memleketimizde sinemaya gidenlerin adedinin bütün Türkiye nüfusuna müsavi (eşit) olduğu” günlerden gelip elime ulaştı bu cilt...
Ocak 1930’da yayınlanan “Bizde sinema” başlıklı makaleye göre İstanbul’da 31, İzmir’de 11, Ankara, Eskişehir ve Adana’da 3 sinema salonu var.
Samsun, Edirne, Antalya, Urfa, Giresun gibi toplamda 13 şehirde 2’şer salon faaliyette. Tek sinema salonu olan şehir sayısı da epeyce fazla, yılda 12 milyondan fazla bilet kesiliyor...
Sinema aşkının dünyaya paralel olarak hızla büyüdüğü ve mesela Majik Sineması’nda “büyük bir itina ile vaz’ı sahne edilen ve Yili Friç, Lilyan Harver, Varvik Vard gibi 3 büyük yıldız tarafından temsil edilen, en müşkülpesentleri bile memnun edecek Benli Kadın” filminin gösterildiği günler
Filme ilaveten “Dansing Jim’in Varyete Siyah Kuşlar” adlı trupu da Levis Duglas’ın merdiven dansını hakiki ve mahirane bir şekilde sergiliyor; dikkatlerden kaçmasın...
Böylesi bir nostalji rüzgârına tutulmuşken sinema salonlarının yeniden açılış haberlerini ne yazık ki
Büyük Britanyalı grubun halen devam eden kariyeri boyunca Nixon’dan Ford’a, Carter’dan Reagan’a, baba ve oğul Bush’tan Obama’ya tam 11 isim başkanlık yaptı ki; buna elbette sırma saçlı Trump da dahil...
Kuşaklar boyu sevilen grup güncel siyaseti kurcalamasıyla meşhur değildir, bu işi layıkıyla yapan başka isimler saymak mümkün.
Ancak rock müzik doğası gereği statükoyla çatışan, özgürlük alanlarını genişletmek için mücadele veren, devrimci, devinen bir müziktir ve The Rolling Stones da bu yola epeyce taş döşemiş sayılır...
Şampiyonluk ihtimali zayıflayınca sahneden çekilmek yerine en küçük şans kırıntısını kovalamanın, vazgeçmemenin ödülünü daha önce almış bir kulübün aksi şekilde düşünmesi mümkün değildi elbette; ancak bu iddianın içini doldurmak gerekir.
Trabzonspor’un sendelediği süreçte kırılmış, dökülmüş, santrforsuz kalmış, stoperlerini orta sahadan devşirmiş Gaklatasaray’ı devirerek zirvede yalnız kalmayı amaçlayan Başakşehir hırsla, baskıyla başladı maça. 13’üncü dakika itibariyle Başakşehir’in rakip ceza sahasında topla buluşma sayısı 12, Galatasaray’ın ise 2 idi. Ancak Galatasaray ilk şoku savuşturduktan sonra topu da oyun üstünlüğünü de ele geçirdi ve mesela az önce verdiğim istatistiği 16’ya 13’e getirmeyi başardı. Seri’nin fedakârca oyunuyla cisimleşen bu direnç ve kararlılık Galatasaray’ın oyunu dengelemesinde ve lehine çevirmesinde kuşkusuz en önemli unsurdu.
YARALI-BERELİ
Golsüz kapanan ilk perdenin ardından ikinci yarıya Demba Ba takviyesiyle başlayan Başakşehir yine ilk yarıda olduğu gibi baskıyı artırdı ve bu kez golü buldu. Zayıf bir umut ışığını yaralı-bereli şekilde kovalamaya çabalayan sarı kırmızılıların bu golden sonra dağılması şaşırtıcı değil normal kabul edilebilirdi sadece. Ancak Galatasaraylı oyuncular Fatih Terim’in maç öncesi beyanının içini hakkıyla dolduracak bir karakter gösterdi, düştüğü yerden kalktı ve maça yeniden ortak olmayı başardı. Emre Akbaba ile golü bulduktan sonra rakibi kendi sahasına kapattı, çok da zorladı ancak galibiyeti kopartmak mümkün olmadı.
HER TÜRLÜ TAKDİRE DEĞER
Önümüzdeki sezon Avrupa uçak biletinin uçuş sınıfını yükseltmek için kazanılan bu 1 puanın etkisi olur mu şu anda net bir cevap vermek güç. Ancak dosta düşmana karşı sergilenen bu güçlü karakter her türlü takdiri hak edecek değerdedir. Beraberliğe sevinecek bir kulüp değildir Galatasaray; tarihi, geleneği buna izin vermez. Fakat bu zor şartlar içinde değerlendirildiğinde bir teselli değil, gurur kaynağıdır verdiği mücadele taraftarı için...
Bu sözler müvekkili Ragıp Canan’ı savunmak için Kanal D’de yayınlanan “Neler Oluyor Hayatta” programına bağlanan avukat Yaşar Altürk’e ait.
Müvekkilinin “ani bir sinirle sebep olduğu ama sevgi ve barışla aşılabilecek” suçunu hatırlamak ister misiniz?
Kocası Ragıp Canan’ın 5 el ateş ettiği saldırıdan sonra yaralı vaziyette ölüme terk edilen Nurtaç Canan, arkadaşımız Fulya Soybaş’a anlatmıştı yaşananları, bizzat o hatırlatsın:
“Olaydan 3 gün önce üzerime çaydanlık fırlatmıştı. Kollarım, sırtım yandı. O gün kaçmayı kafama koydum. Şehirlerarası seyahat kısıtlamasının kalkmasıyla otobüs bileti aldım. Eve gidip eşyalarımı topladığım sırada geldi, ‘Gitme’ diye yalvardı. Karşı koyunca silahını çıkarıp 5 el ateş etti, kaçtı. O an öleceğimi düşündüm. Bacaklarımı hissetmiyordum. Son bir güç çantama doğru sürükledim kendimi, telefonu alıp yardım isteyecektim ama yapamadım; nefesim kesildi, gözüm karardı. O an yaptığı yanına kalmasın istedim. Bacağımdan akan kanla yere ‘Annem babam hakkınızı helal edin. Üzülmeyin. Beni Ragıp vurdu. Kurtuldum’ yazdım...”
Kaçan ve hızlı bir şekilde yakalanan kocanın sinirinin “ani” olma ihtimalini de elindeki koltuk değneğini ağlayarak sallarken “Ben şuna muhtacım” diyen Nurtaç Canan’dan dinleyelim:
“23 yıl boyunca her gün acı çektim. Ne dayak bitti ne aşağılama ne de işkence. Kumar oynar para kaybeder, içki içer eve gelir döverdi. Defalarca aldattı. Kaç kez kaçıp kurtulmak istedim ama hep bir yolunu buldu. Aileleri, tanıdıkları araya sokar, tehdit eder, bir şekilde eve dönerdi...”
Avukat Yaşar Altürk “Evliliği kurtaralım, yangına körükle gitmeye gerek yok. Seviyor, ondan yaptı” diyor, demeye getiriyor...
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, sadece Mayıs 2020’de 21 kadının öldürüldüğünü, 18 kadının ölümünün ise şüpheli bulunduğunu duyurdu.
Sadece son bir ayda bu soruyla direkt veya dolaylı ilgisi bulunan pek çok rapor, araştırma yayınlandı.
Bir çırpıda sayınca... SODEV’in 19 Mayıs’ta yayınladığı Gençlik Araştırması Raporu, London School of Economics’in raporu, Gezici Araştırma Merkezi’nin “Z Kuşağı Raporu”, OECD’nin gençlik ve pandemi süreci konulu raporu vb.
Geçen hafta AK Parti Tanıtım ve Medya Başkanı Mahir Ünal, “Dijital Dönüşüm” stratejisini partisinin MYK’sına sundu. Bu sunumu haberleştirirken kullanılan “Z kuşağı olarak tabir edilen nesilden 7 milyona yakın seçmen 2023’te ilk kez oy kullanacaktır...” ifadesi yazının girişindeki soruyu bir daha gündeme itti: “Z kuşağı kime oy verir?”
Z kuşağı, kimilerine göre 1997’den, kimilerine göre 2000’den sonra doğanlardan oluşan nesle verilen ad.
Ardılı olan Alfa kuşağı (ki onlar da 2010’dan sonra doğanlar) gibi teknolojinin içine doğan, algıları ve değer yargıları önceki kuşaklara göre farklı ve neyse ki daha parlak olan bu kuşak artık seçmen olarak ciddiye alınması gereken bir güç.
Önümüzdeki seçimde Z kuşağı kendisini 7 milyon oyla temsil etmek imkânına sahip.
Siyasete mesafeli, siyasetçilerin dilinden/tonundan/üslubundan hoşlanmayan, tartışılan konuları suni ve hatta komik bulan bu 7 milyonluk yeni seçmen kitlesinin sandığa gitmeye ne kadar ilgi duyacağını kestirmek şimdiden mümkün değil.
2018’deki seçimlerde üçüncü parti HDP 5.8 milyon, MHP 5.5 milyon, İYİ Parti 4.9 milyon oy almıştı; 7 milyon seçmenin önemini buradan da çıkarmak mümkün olur.
Galatasaray, meşhur Cazcı Kardeşler filmindeki meşhur otomobil gibi başına her türlü iş gelmesine, vurulmadık/kırılmadık yeri kalmamasına rağmen henüz ayakta! Hücum hattı çalışıyor, gol bulmak için iştahlı ve yer yer yaratıcı, gerektiği kadar yırtıcı... Falcao-Feghouli-Belhanda-Onyekuru hattında işler bazen saçma gol vuruşu seçimleriyle saç baş yoldurtsa da bazen de dün örneklerini gördüğümüz üzere futbol hasretine ilaç olacak türden güzelliklere dönüşebiliyor. Geriye düşmesine rağmen maça asılıp öne geçmeyi başarması, 10 kişi kaldıktan sonra gol bulması sarı kırmızılılar için son iyi haberlerimiz olabilir... Kötü haberlerin başında öncelikle hızla, hem de feci bir hızla eksilmesi geliyor Galatasaray’ın.
AĞIR FATURA
Dün akşamki maçın faturası da ağır oldu. Stoper yokluğu içindeyken Ahmet kart cezalısı durumuna düştü, Mariano sarararak cezalı vaziyete geçiş yaptı, Falcao sakatlanarak oyundan çıktı mesela... Eksildikçe eksilen Galatasaray önümüzdeki hafta yarışta en ufak bir şansı kalıp kalmayacağını belirleyecek maça nasıl bir kadro ile çıkacak meçhul... Oyun olarak geride olmasının bahanesi çok ve bu bahaneler inandırıcı türden. Yine de yenilen ilk golde leblebi gibi kafa golü atan Djilobodji’yi savunmaya Belhanda’nın gitmesi ve elbette helva gibi dağılması gibi izaha muhtaç yanlışlar var. Son olarak bir kötü haber daha... Galatasaray ikinci yarısının büyük bölümünü 10 kişi oynadığı, bir dönem 9 kişi kaldığı ve son dakikaları gerilim filmi gibi geçen ve son saniye penaltısıyla korku filmine dönüşen maçta beraberlikle yetinmek durumunda kaldı... Daha ne olsun?!
Bir istikrar abidesi olarak forma giydiği dönemde efsaneye dönüşmeyi başaran, futboluyla olduğu kadar sağlam karakteriyle de nam salan, şan kazanan oyunculardan Muslera. Büyük futbolcuların bile çok azına nasip olan ‘rakip oyuncular ve taraftarlarca da sevilen’ bir kahramana dönüşmenin kolay olmadığını biraz futbol seyretmiş herkes bilir...
Galatasaray’da profesyonel futbolcu olarak görev yaparken pek çok kupa kaldırdı, ‘daha kârlı transferler’ peşinde menajer koşturmadı, gücünün hep maksimumuyla oynamaya çalıştı ve çoğunlukla oynadı... Formasını hep yüceltti... Şimdi, “Ne o yahu? Muslera futbolu bırakmış gibi anlatıyorsun” diyebilirsiniz haklı olarak. Muslera’nın iyi dileklerle, dualarla, Galatasaray taraftarı başta olmak üzere futbolseverlerin sevgisiyle bu ağır sakatlığı aşacağına ben de eminim. Ancak dün sakatlanmasıyla ambulansa taşınması arasında geçen süreçte acısı içime bu kadar işlemişken canım Muslera’dan başka bir şeyden bahsetmek istemedi.
O SAVUNMALARI MUSLERA'YA ANLATIN
Çizgi hakeminin gözünün önünde, burnunun dibinde, yanı başında iki kişinin birden ofsaytta olduğu bir pozisyonun neticesinde kırıldı Muslera’nın bacağı... “Uygulama böyle...”, “Kural şöyle...”, “Bekleyelim görelim diyoruz...” diye yapılacak savunmaları, kötü/yanlış hakemlik neticesinde kemiği kırılan Muslera’yı hastanede ziyaret ederseniz ona anlatın bence... Galatasaray Muslera’yı kaybettiği için yarışı bırakmayacak elbette; umut sürdükçe koşacaktır... “Dünkü sosyal mesafeyi biraz abartmış oyun yeterli olur mu?” veya “Takım Muslera ve Andone travmalarını atlatabilir mi?” gibi soruların cevaplarını önümüzdeki haftalarda bulacağız... Ama şu dakikadan sonra, Muslera’ya ve Andone’ye bu kadar üzülmüşken, bulunacak cevaplar umurumda olur mu? Samimi söylüyorum, olmaz... Geçmiş olsun Muslera; geçmiş olsun Andone...