İstatistik dediğimiz ben, sen, o, biz, siz, onlar; hepimiz işte, tüm memleket...
Her “rakamın” altında bir acı kayıp, yanan yürekler olduğunu akıldan çıkarmadan, evlerden ırak ama bir sonraki “rakamın” yakınımızdaki birini işaret edebileceğini hiç unutmadan okuyalım lütfen...
24 Ağustos’ta, geçen hafta pazartesi günü 18 vatandaşımızı kaybetmiştik “Türkiye günlük koronavirüs tablosu”na göre...
25 Ağustos’ta 24 kişi, 26 Ağustos’ta 20 kişi, 27’sinde 26, 28’inde 36, 29’unda 39, 30’unda ise 42 vatandaşımızı kaybettiğimiz duyuruldu...
Bir hafta içinde ikiye katlanmış günlük kaybımız...
29 Temmuz’da durumu ağır olan hasta sayısı 542 olarak açıklanırken, bir ay sonra, 29 Ağustos’ta 1000’e dayanmış vaziyetteyiz...
Pandemi nedeniyle evlerimize kapandığımız o korku dolu günlerden, bahar aylarından daha iyi durumda olmadığımız aşikâr; ancak virüs yok olmuş da bundan sadece kendisinin haberi yokmuş gibi hayatlarımıza devam ediyoruz.
Artık nisan ayındaki
“Bir simge daha veda etti” tonundaki haberi okurken, 1980’lerden beri sinema çıkışı çabuk tarafından bir şeyler atıştırmak veya hızlı geceler öncesinde mideyi sağlama almak için uğradığım mekânın kapanmasına elbette üzüldüm.
Kokoreci bana tarz olarak pek uymaz, “zümküfül” olarak nam salmış acı soslu ve patatesle gelen sosisliyi ise çok severdim.
Şampiyon 1962’de doğduğu muhite veda etse de yıllar içinde şube sistemiyle İstanbul’a, Ankara’ya ve başka illere yayıldığından, marka varlığını sürdürecek.
Yakın geçmişe kadar tabiri caizse para basan bir mekânın son yıllarda darbe üstüne darbe yemiş olan Beyoğlu’na vedasını, haberdeki “parçalı nostaljik” bir havayla karşılamak da “Ticari bir karar almış, koca şirket sayılır” diye karşılamak da mümkün...
Geçen ay, İstanbul’un restoran tarihinde “ilk vejetaryen lokanta” olarak önemli bir yere sahip olan Zencefil de 27 yıl sonra kapandığını duyurmuştu.
Yemek zevki konusunda zıt kutupları temsil eden vejetaryen bir lokanta ile meşhur bir kokoreççiyi çekilme kararına zorlayan sebepler elbette ekonomik.
Bitmeyen kaldırım çalışmalarından terör saldırılarına, eğlence hayatına sistematik müdahaleden turist kimliğinin eksen değiştirmesine uzanan pek çok zorluğu göğüslemiş olan Beyoğlu esnafı, pandeminin ardından tamamen çaresiz kaldı.
Bu
1858’deki Arazi Nizamnâmesi’nden bu yana 25 ayrı kanun çalışması yapılmış imarla ilgili...
25 girişim problemi çözmeye yetmemiş, kendi aralarındaki çelişkilerle rant kovalayanlara açık alanlar oluşturmuş sadece...
Faydası olacağı düşünülerek 2013’te bir girişim daha yapılmış ancak “yoğun gündem” filan feşmekan derken olmamış o iş de!
2019’da ısıtılmış, torbaya girmiş fakat aynı hızla kadük olmuş...
İmar afları vesaire derken bugün Giresun’da yaşadığımız acıyı yurdun her köşesinde yaşatabilecek binlerce, on binlerce hayalet adayı bina dikilmiş, dikilmeye de devam ediyor.
Akla, fikre, bilime aykırı şekilde, dere yatağına, su üstüne, heyelan bölgesine yayılırken binalar, farklı hesaplarla farklı rantların peşinde koşanlar kârı cebe indirmiş, olan dolaylı yoldan da direkt olarak da vatandaşa olmuş hep.
Bugünün sorunu değil bu sadece elbette. 162 yıldır yasa üstüne yasa çıkarılmış fakat uygulama, denetleme, cezalandırma kısımları hep es geçilmiş işte...
Uzmanlar 20 binden fazla nüfus barındıran Dereli’de de civarında da bu tarz problemlere gebe başka yerlerin göz göre göre felakete davetiye çıkardığını söylüyor.
“Bu ne biçim hatırlatma, bilmeyen mi var?” diyeceksiniz ve elbette haklı olacaksınız fakat akla sığmayacak bazı gelişmeler karşısında “Herhalde anlamadılar” diyorsunuz!
Bolu’da, Gölcük Tabiat Parkı’na Ankara’dan gelen bir çiftin pozitif çıkan testin sonucunu beklemeden tatile çıktıkları anlaşıldı.
Karantina kurallarına aykırı davrandıkları için para cezası kesilen çift, ekipler tarafından karantinaya yönlendirildi.
Bu umursamazlığı basiret bağlanması olarak gören de çıkacaktır, muhakeme eksikliği olarak gören de...
Peki Kırklareli’ndeki çiğköfteci M.A.’ya ne diyeceğiz?
Polis ve sağlık ekipleri COVID-19 tanısı konan ve karantinada olması gereken M.A.’yı gelen ihbar üzerine Balkan Caddesi üzerindeki dükkânında satış yaparken bulmuş...
Buna basiret bağlanması veya muhakeme eksikliği denmez herhalde! Vicdansızlıktan akılsızlığa uzanan pek çok seçenek var bu durum için ama neyse... Durum ortada...
Bu iki vaka elbette çok küçük örnekler.
Mahallenin çocukları şüphelenip takip ediyor, tecavüzü görüntülüyor, polise şikâyet ediliyor, gözaltına alınıyor, para cezasına çarptırılıp salıveriliyor.
Bu aşağılık herif 71 yaşında! Mahalleli, daha önce de bu tür hareketlerinden şüphelendiklerini veya bildiklerini söylüyor.
71 yaşındaki aşağılık herif Halil Y. ve benzerlerinin paçayı bu kadar kolay ve çabuk tarafından kurtarabiliyor olmalarının nedeni her nedense bir türlü çıkarılamayan Hayvan Hakları Yasası’nın “sağladığı kolaylıklar”...
El insaf yahu!
Savunmasız bir canlıyı darp eden, işkence uygulayan, tecavüz eden, hunharca, umursamazca canına kıyan bu pisliklerden kime ne fayda gelir?
Topluma mı, ailesine mi, komşularına mı?
Hasta tipleri, suça eğilim gösteren bu rezilleri niçin hâlâ yasal koruma altında tutuyoruz biri açıklayabilir mi?
Yaklaşık 1000 TL ceza ödemekten öte bir iş gelmeyecek başlarına, bunu biliyor uğursuzlar...
Örnek vererek açıklamak gerekirse “Belarus’ta demokratik bir seçim yapıldı” dediğimiz zaman katmerli tarafından bir “oksimoron” çıkar karşımıza.
“Belarus ve demokrasi” veya “Belarus ve seçim” dediğinizde ülkenin durumu hakkında az çok bilgisi olan bir dünyalı “Tabii canım, eminim öyledir” demekle yetinecektir.
“Doğu Bloku” dağılırken bağımsızlığını ilan eden ancak “SSCB modeliyle” bağını sürdüren tek memleket Belarus oldu.
Ordu kökenli, daha sonra “kolhoz” (bir nevi tarımsal kooperatif, köleliğin hallicesi) idareciliği yapmış olan Aleksandr Lukaşenko 1994’te yapılan ilk seçimleri kazandı ve o günden beri kazanmaya devam ediyor.
Lukaşenko’nun 26 yılı dolduran iktidarını başarılı ve vizyoner bir yönetici olmasına, ülkesine istikrar ve bereket sunmasına, saygı ve sevgiyle desteklenen liderliğine bağlayan çıkar mı bilemem...
Katıldığı seçimleri yüzde 80 ve üstü oy toplayarak kazanan Lukaşenko’nun bu başarısı daha çok baskıcı yönetimine bağlı...
Rakiplerine “Çok istiyorsan muhalefet yap ama sonuçlarına katlanırsın” tarzı yaklaşımıyla ünlenen, son seçimler öncesi potansiyel rakiplerin bir bölümünü kargatulumba içeri alan, iradesine karşı esecek rüzgârda sallanacak yaprakları bile kopartan biri Lukaşenko...
Muhaliflere açıkça hakaret etmekte sakınca görmeyen, onları sıkça dış mihrak uzantıları olarak gösteren, kendisini otokrat bir lider olarak tanımlamaktan gocunmayan biri
Haftanın belli bir günü Simurg’da toplanan eski tüfek entelektüellerin, “kitap muhibbân”ının merkeze sanatı ve kitabı alan, bol dedikodulu, içinden anılar akan bu sohbetlerini genç bir meraklı olarak çoğunlukla hiç sesimi çıkarmadan izlerdim.
Çoğu bugün hayatta olmayan bu kıymetli isimlerin ortak bir tanıdıkları önemli bir sanatçımızın ölümünün ardından mirasçıları kitaplarını, resimlerini apar topar satmışlardı, bu laf da yaşanan olay üzerine sarf edilmişti.
Sahaflar bu gibi konular açıldığında, bir koleksiyonerin birikimi parça parça satıldığı konusu açıldığında “Bu gözler neler gördü” derler ki, mütevazı bir koleksiyoner olarak ben bile neler gördüm neler...
Yıllar içinde sahaflardan topladığım kitaplar içinde heyecanlı bir okura samimiyetle imzalanmış olanların yanı sıra, meşhur isimlerin birbirlerine imzaladıkları da vardır.
Birlikte çalışma şansını yakaladığım rahmetli Orhan Duru’nun terekesinin, o bakmaya kıyamayacağınız harikulade Karagöz-Hacivat takımlarının vb satılması için birkaç ay ya beklenmişti ya beklenmemişti mesela...
Böyle durumlarda “sahafa düştü” ifadesinin kullanılmasını yadırgayan, hatta ayıplayanlardanım...
Çünkü sahaf, mesleğin usta isimlerinden Emin Nedret İşli’nin ifadesiyle “bir nevi kâğıt arkeoloğu”, bir “kültürel miras bekçisi” sayılır aynı zamanda.
Terk edilmiş veya mirasçılar tarafından korumak yerine para karşılığı kurtulmak gereken bir yük olarak algılanan kıymetli eserleri toplar, kollar, gözetir, gerekirse onarır/onartır ve kıymetini bilecek bir başka kişiye devredene kadar sahip çıkar neticede.
Sağlık Bakanı Koca’nın paylaştığı son manzara günde 18 can kaybettiğimiz, 987 kişide de koronavirüs tespit edildiğini gösteriyor...
Peki korkuyor muyuz? Asla!
Toplam 15 bin nüfuslu Avşa, Marmara ve Paşalimanı adalarında 150 bin kişi toplanmış...
Çeşme, Marmaris, Antalya, Bodrum gibi popüler tatil merkezlerindeki durum elbette daha feci...
İstanbul’daki Menekşe Plajı’ndan canlı yayın bağlantısına denk geldim, görüntüler içimi şişirdi...
Plajlarda sardalya kutusuna sıkıştırılmış gibi “tatillenenler”, kulüplerde güneş batırma/ay çıkartma partilerinde coşarak eriyenler gırla...
Maskeler artık çeneye indirilerek bile olsa takılmıyor, dirseğe paraşütçü inmiş gibi ekleştirilmiyor...
Bunlar işin görünen, medyaya yansıyan