“YASAK” haberini fena halde karışık hislerle okudum.
“Karışık his” derken hiç abartmıyorum; verdiği tüyoyla arkadaşının altılı kuponunu yatıran bir şahıs gibi üzüntü, pişmanlık, hayret içinde kalakaldım.
Son düzlükte iki boy öndeyken yarış kaybetmiş atın sahibi gibi kırılmış, küsmüş, perişan olmuş, çöp olmuş gibi hissettim.
TBMM’de çay ocaklarında televizyon seyredilmesi yasaklanmış, cihazlar da toplatılmış.
*
ÇOK meşhur bir ‘ev’deyim: Claude ‘Funky’ Nobs’un evinde...
Bob Marley şu köşeye kurulmuş parti sırasında...
Kanepenin üstünde zaten Micael Jackson’a ait olduğu yazılmış...
David Bowie’nin işte tam bu bronz heykelin yanında durup trompet çalarken verdiği pozu biliyorum.
Miles Davis içkisini küçük odadaki bardan almış; Mick Jagger ve B.B. King de, Ray Charles ve Ella Fitzgerald da...
Frank Zappa da bu masanın başında oturmuştur herhalde...
2013’te bir kayak kazası sonrasında hayatını kaybeden Claude Nobs’un, Montreux’ye ve Cenevre Gölü’ne (Leman) tepeden bakan ‘chalet’sinde, yani dağ evindeyim.
ÇİN, Doğu Türkistan’da her biri insan haklarına tamamen aykırı, farklı yöntemlerle sistematik bir zulüm uyguluyor.
İnanç özgürlüğüne saygı göstermiyor (oruç yasağı vb), zorunlu kürtaj, anadil kısıtlaması gibi uygulamaları kimseyi dinlemeden sürdürüyor ve hatta yargısız infaza kadar uzanan alçakça işlere imza atıyor.
Tepki göstermek, protesto etmek, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek şarttır, görevdir, vicdan sahibi herkesin önceliği olmalıdır.
Buraya kadar fikir ayrılığı yaşanacak bir durum yok, sonuna kadar mutabıkız.
Zaten devam eden tartışmanın nedeni protesto hakkı değil, bu hakkın (yanlış) kullanım şekli...
Çin’in su katılmamış ırkçı tavrını, uygulamalarını gündeme taşımak isterken yine ırkçı ifadelere, şovenizme, şiddete başvurunca olmuyor işte...
“Çinli zannedip Uygur dövmek” gibi vahim bir olaya espri gibi yaklaşmak ve gülmek filan ayrı dramlar da, işin o kısmını geçelim şimdi.
KOALİSYON mu dediniz?
Türkiye’de konuştuğumuz, tartıştığımız şekliyle çok alakasız gözükse de, özünde “dünyanın en büyük koalisyon dersi” olan Rolling Stones’a dönüp bir bakın isterim.
Geçen hafta Instagram hesabımda Rolling Stones’un gitaristi Keith Richards’la davulcusu Charlie Watts’ın bir fotoğrafını paylaştım.
Rolling Stones’un 15 farklı stadyumda sahneye çıkacağı yeni ABD turnesinde, Pittsburgh’da konser veriyorlardı.
Mick Jagger ve Keith Richards’ın 72, Charlie Watts’ın da 74 yaşında olduğu düşünülürse “en azından takdir etmek” gerekir.
*
AKP’nin tek parti iktidarına nokta koyan 7 Haziran seçimlerinin ardından düşük yoğunluklu olarak başlayan, son günlerde şiddeti artan bir çatışma ortamı...
Koalisyon hesaplarından, Suriye senaryolarından filan hiç etkilenmeyen bir karşılıklı suçlama idmanı...
Ziyadesiyle ibretlik bu kavganın konu başlığı özetle şöyle: “Sevemez kimse seni Erdoğan, benim sevdiğim kadar; reyizim sen olmasan aaarghh, iktidar neye yarar...”
Kariyer planlamasını ve gelişimini AKP’ye (daha doğrusu Erdoğan’a) kayıtsız şartsız destek vermek/biat etmek üstüne kuran medya figürleri arasında gelişiyor hadiseler.
Kabaca ikiye ayrılan gruplar birbirlerinin Erdoğan’a sevgisini, bağlılığını sorgulayarak saldırıyor.
Mesela biri “Erdoğan tabii ki iyi ama çevresinde onu pohpohlayanlar, ilan-ı aşk edenler, ezcümle çıkarları için dalkavukluk yapanlar kötü” mü diyor?
Hemen cevap geliyor: “Asıl sen böyle diyerek Erdoğan’ı eleştirmek isteyenlerin mevzilerine cephane taşıyorsun; hayın şey!”Mesela biri “Bu dava için mücadele etmeye başlarken ortada olmayan türedi yağdanlıklar yamulttu reyizin karar ayarlarını” mı diyor.
TÜRKİYE’nin Suriye için atacağı adımlar konusunda kafalar belli ki çok karışmış vaziyette.
Aklı başında kimsenin bu belalı bataklığa bulaşmaması gerektiği defalarca yazıldı, çizildi fakat “stratejik derinlik” filan derken geldiğimiz nokta ortada işte.
Türkiye’nin gönlüne göre bir komşu dizayn etme hayallerinin o stratejinin derinliklerinden “Battım ben abiler!” diye el salladığını görüyoruz.
Hem Esad’dan, hem IŞİD’den hem de PYD’den “kurtulmak” gibi imkânsızlığın da ötesinde bir hayalle avunurken askeri dürtmeye başladı hükümet.
Haberlere bakılırsa asker “tane tane” anlatmaya çalışıyor bu imkânsız durumu.
“Girmesine girelim, vazifemiz bu ama nasıl çıkarız iyi düşündünüz mü?” diyor.
“Sorumluluğu al, emri ver de bir endamını göreyim” diyor.
SESLERİ muktedire, güç sahibine, dönemin popüler şarkılarına/türkülerine/nutuklarına ayarlı olan İkbalspor santrforlarından bir ses çıkmıyor; zaten çıksa şaşardım.
Darbe ortamlarında ortalıkta hiç görünmeyen, “fıydıkları yerde” yeterince bekledikten sonra sular biraz durulunca en ağdalı mağduriyet edebiyatı yapanlardan bir ses çıkmıyor; zaten çıksa şaşardım.
Aileleriyle birlikte binlerce mağdur yaratan davalar sırasında “bavula binip gezenler” arasındayken doğru zamanlamayla kendilerini iktidar gemisinin filikalarına atıp “Kullanılmış aptaldım, ehe!” bayrağı çekenlerden bir ses çıkmıyor; zaten çıksa şaşardım.
Hukuk, demokrasi, insan hakları gibi kavramlara sadece avcı/oy toplayıcı zihniyetiyle yaklaşan nalıncı keseri dövmeli liberallerden, referandum paketi demokratlarından bir ses çıkmıyor; zaten çıksa şaşardım.
*
İstanbul Caz Festivali 22’nci kez başlıyor. Bu akşam Avusturya Kültür Ofisi’nde Emin Fındıkoğlu’nun Bora Uzer’le birlikte vereceği konserle başlıyoruz, 15 Temmuz’da Kiwanuka-The Crooker-Kayote ile perde kapatıyoruz.
İstanbul Caz Festivali, Türkiye’deki müzik festivalleri açısından bakıldığında ‘Gogol’un paltosu’dur. Malum, Dostoyevski “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” diyerek hem saygı duruşunda bulunmuş hem de hakkını vermiştir ustasının.
2015 Türkiye’sinde daha elektronik, daha sert, daha ‘artist’, daha eğlenceli, daha sallanmalı yuvarlanmalı, hatta daha ‘caz’lı festivaller mevcut belki ama gözlerimiz hep ilk göz ağrımızın programını, ayaklarımız hep bu konserlerin yapılacağı mekânların adreslerini arar.
Bir şehir festivali
Yıllar içinde daha fazla mekâna ve daha geniş bir müzik spektrumuna yayılarak dünyada da saygı duyulan gerçek manada bir şehir festivaline dönüştü İstanbul Caz Festivali.