İsmet Berkan

Parya sınıfı yaratmanın garantili yolu: Eğitim

9 Temmuz 2013
HANİ Cem Yılmaz’ın meşhur ettiği ‘Eğitim şart’ diye bir laf var ya.

Galiba o kadar da doğru değil.
Eşitsizliklerin kalıcı olduğu, sürekli sosyal sürtüşmeler yaşayacak, minik bir azınlık tarafından yönetilecek, en büyük kalabalığı neredeyse köle düzeyinde maaş ve ücreti ancak alabilenlerin oluşturduğu bir toplum yaratmanın garantili yolunu Türkiye bulmuş durumda.
Bizim eğitim sistemimiz, hiç durmadan bu toplumu yaratmak için çalışıyor. Ve her yıl da yeniden yaratıyor.

* * *

İstatistik, insanlığın hizmetinde bir analiz aracı. Olasılık kuramının da doğal bir uzantısı.
Doğada ve sosyal bilimlerde pek çok şey, istatistiki olarak incelendiğinde ‘normal dağılım’ adı verilen ve grafik olarak da meşhur ‘çan eğrisi’ndeki gibi dağılır.
Bu neden böyledir, her zaman çok iyi anlaşılamaz ama neredeyse bir doğa kuralı gibidir ‘normal dağılım.’

Yazının Devamını Oku

Saç kesildi, öne düştü: Milli Eğitim Bakanlığı ne kadar başarılı?

7 Temmuz 2013
Biz çocuklarımızı 13 yıl boyunca Milli Eğitim Bakanlığı’na emanet ediyoruz.

Biri anaokulunda, 12’si ise ilk okul, ortaokul ve lisede geçen bu sürenin sonunda çocuklarımız iki büyük sınava giriyor.
Bu sınavlarda elbette tek tek çocuklarımızın başarısı ölçülüyor ama Milli Eğitim Bakanlığı’nın 13 yıllık performansını da bu sınavda görme şansımız oluyor.
Önce, YGS sınavının sonuçlarını hatırlatayım:



Tablodaki ortalama doğru cevap sayılarına baktığınızda bile resim çok net: Eğer, bu ortalamayı tutturan tek bir kişi olsaydı, o kişi liseden mezun bile olamazdı, bırakın üniversiteye gitmeyi.
Standart sapma rakamını özellikle veriyorum; bu rakam öğrenci dağılımının ortalamaya ne kadar yakın veya uzak olduğunu anlamamıza yardımcı olan bir istatistiki araç. Rakam küçüldükçe sınava katılanların bu cevap ortalamasına ne kadar yakın olduğunu, rakam büyüdükçe de ortalamadan aslında ne kadar uzak olduğunu anlıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’de siyasal İslam Ortadoğu’da siyasal İslam...

6 Temmuz 2013
Msıır’daki askeri darbeye Müslüman Kardeşler’in barışçıl direniş dışında bir tepki verip vermeyeceğini henüz bilmiyoruz.

Ama bu darbenin etkilerinin sadece Mısır’la sınırlı kalmayacağını, daha darbenin oluş biçimiyle birlikte bütün İslam dünyasında farklı pozisyon almalara neden olduğunu açıkça görebiliyoruz.

***

Biz bu mahallede yaşayanlar çok farkında değiliz belki ama Türkiye’de bir süreden beri hararetli bir ‘Siyasal islam öldü mü’ tartışması devam ediyor; zaman zaman hararetlenerek...
Bu tartışma laiklerle İslamcılar arasında yaşanmıyor; hepsi de İslami gelenekten gelenler aralarında tartışıyor; gazetelerde dergilerde yazılar çıkıyor, belediyeler paneller düzenliyor, TV tartışmaları yapılıyor bu konuda.
Ortodoks İslamı gerekirse silahla getirmek anlamında ‘Selefilik’ Türkiye’de pek de yaygın olmayan, dolayısıyla ihmal edilebilir bir akım. O yüzden, benim anlayabildiğim kadarıyla tartışmanın odağını, ‘Çoğulcu ahlaka sahip (dolayısıyla demokratik) bir toplumda siyasal İslamın hedeflerinden hâlâ söz edilebilir mi?’ sorusuna verilen değişik cevaplar oluşturuyor.

Yazının Devamını Oku

Mısır’da zamanın oku geri çevrilebilir mi?

5 Temmuz 2013
Mısır, binlerce yıllık tarihinde ilk kez geçen yıl kendisini yönetecek kişiyi serbest seçimlerle seçmişti.

Bir yılın sonunda ordu darbe yaptı ve seçimle gelen o yönetici, Mursi, bugün tutuklu.
Tunus’ta Arap Baharı başladıktan sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir analiz yaptı, bunu hükümetle de, daha sonra genişçe bir grup gazeteciyle de paylaştı.
Kabaca özetlemek gerekirse, Davutoğlu geniş anlamda Ortadoğu’da 1. Dünya Savaşı’yla duran saatlerin yeniden çalışmaya başladığını, tarihi anlamda bir ‘normalleşme’nin yaşanmakta olduğunu ve kelimenin modernist anlamıyla bölgede zamanın okunun ileriyi, yani özgürlük, eşitlik ve kardeşliği gösterdiğini söylüyordu.
Bu analizi kendim de katılarak birkaç kez bu köşede yazdım. Ortadoğu ülkelerinde yaşanmakta olanlara daha geniş bir zaman perspektifinden bakmak gerektiğini söyledim. Bu geniş perspektif hem geçmişe doğru uzanmalıydı hem de orta-uzun vadeli geleceğe. Evet bugün yaşananlar önemliydi ama ‘tarihin genel ilerleme yolu’ açısından ancak.
Elbette tarih de, uygarlıklar da böylesi deterministik bir çizgide olmazlar. Git geller yaşanır; beklenmedik, umulmadık olaylar olur. O yüzden, toplumların bugünlerine, güncel yaşananlara da yakından bakmak gerekir.
Mısır’daki askeri darbeyi, Davutoğlu’nun  analizi açısından nereye koyacağız? Bir geri adım olduğuna, zamanın okunun kaçınılmaz bir biçimde gösterdiği ‘normalleşme’yi geciktirdiğine hiç kuşku yok.
Seçimle gelenin, hangi hataları yapmış olursa olsun, seçimle gitmesi gerektiği ilkesi, hem Mısır’ın geleceği için hem de Ortadoğu için çok önemli bir ilke olmalıydı. Ama askeri darbe, bu ilkeyi yerle bir etti.

Yazının Devamını Oku

Bir tane demokratikleşme perspektifimiz var, iki değil

2 Temmuz 2013
Bir an sakin olup etrafımıza bakalım.

Eğer hepimiz daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, insan haklarına yüzde 100 saygılı devlet ve hukuk düzeni istiyorsak, şu an itibarıyla elimizde bir tane imkan var; iki değil.
O imkân da, adıyla söyleyelim, ‘Çözüm süreci’ denen süreç.
Eğer Türkiye’ye barış gelecekse, bunun sadece Kürtlere değil hepimize daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlükler ve insan haklarına yüzde 100 saygılı bir devlet ve hukuk düzeninin yaratılması yoluyla geleceğini biliyoruz.
Ve eğer sahiden hepimiz; yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Evde tutmakta zorluk çekiyorum’ dediği yüzde 50 de, Gezi Parkı için eyleme çıkan da, Lice’de karakol inşaatının önünde can veren de, akşamları evinde tencere tava çalan da, bütün olup biteni sadece izlemekle yetinen de dahil hepimiz; daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, insan haklarına yüzde 100 saygılı devlet istiyorsak, ‘Çözüm süreci’nin başarısı için katkı vermeye çalışmalıyız.
Siyasi görüş ayrılıklarımızın, geçmişe, bugüne veya geleceğe ait hesaplaşmalarımızın, egolarımızın peşinden gitmeye bir süre ara verip, üzerinde hepimizin nefes alacağı, bütün farklılıklarımızla hepimizin üzerinde siyasi mücadelesini vereceği geleceğin demokratik Türkiye’sini şekillendirmek için elimizden geleni yapmalıyız.
‘Ama bu AK Parti kendisi demokrat değil ki ülkeye demokrasi getirsin’ diye düşünülüyorsa, ki böyle düşünenler var, o zaman demokrasi talep etme bayrağını siz alın elinize.
Tutarlı ve ısrarlı bir biçimde alın bu bayrağı ki, bugün sizin AK Parti’nin samimiyetini sorguladığınız gibi bir sorgulamaya yarın siz tabi tutulmayın.

Yazının Devamını Oku

Komplo teorisi değil bilimsel araştırma: Dünyayı yöneten 147 şirket

30 Haziran 2013
Sakla samanı gelir zamanı, demişler. Ben de taa 2011’in ekim ayında okumuş, sonra da bilgisayarımda bir kenara ayırmışım.

Gezi eylemleri sonrası ortalığı komplo teorileri sarınca, pazar eğlencesi kabilinden hatırlatayım istedim.
Pazar pazar fikir yürütmek isteyenlere biraz malzeme işte...

***

Yazı, The New Scientist dergisinin 24 Ekim 2011 tarihli 2835. sayısında çıkmış. Başlığı aynen şöyle: ‘Dünyayı yöneten kapitalist ağ ortaya çıkarıldı...’
Bu yazının çıktığı zamanlarda Amerika’da ‘Wall Street’i işgal’ eylemleri tam hız devam ediyordu. Ve eylemcilerin söylediği tam da bu yazıda anlatılan türden bir şeydi. Ama onlar ellerinde bir kanıt olmadan, hatta o kanıta da pek ihtiyaç duymadan söylediği için söylenenler ‘komplo teorisi’ gibi duruyordu.

Yazının Devamını Oku

İktidar ve Türkiye için dönüşü olmayan yol

29 Haziran 2013
Gezi olaylarına hükümetin cevap verme biçimi, pek çok bakımdan öğretici oldu.

Birincisi, dünyanın buna verdiği tepkiyi görme bakımından öğreticiydi. Türkiye eski Türkiye değil; o yüzden dünyanın Türkiye’deki demokrasi dışı uygulamalara tepkisi de eskiye göre çok farklı.
İkincisi, hükümetin verdiği tepkiyi meşrulaştırmak için yurt- içinde yaptığı propagandanın tutmuyor olması bakımından öğretici oldu. Başvurulan komplo teorileri, ‘Camide içki içildi’ benzeri karalamalar, ‘Kamu malına zarar verildi’ gibisinden eski Türkiye’nin argümanları da pek tutmadı açıkçası.
Başka hiç kimse görmediyse bile hükümetin şimdiye kadar çoktan görmüş olması lazım: Eğer sahiden ‘Yeni Türkiye’ isteniyorsa, buna geriye dönerek değil ancak ileriye giderek ulaşabiliriz.
Dolayısıyla, Gezi olayları sayesinde öğrendiğimiz en önemli ders bu olmalı: Türkiye, demokrasi ve özgürlükleri dünya standardına getirme, adıyla söyleyelim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin gereklerini yüzde 100 yerine getirme konusunda geri dönüşü olmayan bir yola çıkmış durumda.
Bugün demokrasi ve özgürlükler anlamında bulunduğumuz yerden geriye, 90’lara veya 80’lere dönmek diye bir şey söz konusu olamaz. Olamaz, çünkü bu millet buna izin vermez. Gidecek tek yön var: Daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi.
Böyle diyorum ama AK Parti iktidarı bu gidişi istediği gibi ağırdan almak için elinden geleni yapıyor.
Örneğin önceki gün ansızın ortaya çıkan TSK İç Hizmet Kanunu 35. madde değişikliği, yıllar önce konuşulmuş, muhalefet partileri tarafından defalarca önerilmiş ve AK Parti tarafından reddedilmiş bir öneriydi.

Yazının Devamını Oku

Peki Gezi’den demokrasi talebi çıkar mı?

28 Haziran 2013
Bence Türkiye’de iç politika yapımı bakımından çok ama çok ilginç bir dönemdeyiz.

Başta bu dönemin adı üstünde bir ‘dönem’ olduğunu düşünmüştüm ama tuhaf bir biçimde ‘dönem’ uzadıkça uzuyor.
Demek istediğim, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neredeyse 10 yıla varan yalnızlığı. Evet, ‘kurucu politika yapıcısı’ olarak tek başına bir parti AK Parti.
Geçen gün de yazmaya çalıştım, Gezi olayları sonrası muhalefet partilerinin sokakla olan ilişkisizliğinin iyice belirginleşmesiyle Ak Parti açısından siyaset alanı iyice boşaldı. Bu durum da partiye, geçmişe göre daha fazla tek başına hareket etme alanı açtı.
Tam da bu sebeple, ‘Memlekete demokrasi lazımsa onu da biz getiririz’ kıvamına geldi bu parti.
Bir yandan Gezi Parkı eylemlerini yapanların görece çok küçük bir kısmı İstanbul’un türlü çeşitli parklarında ‘forum’lar düzenleyerek buradan bir ‘siyaset’ çıkarmaya çalışadururken benim aklımı kurcalayan soru da şu oldu: Acaba Gezi eylemlerinin Türkiye’de demokrasiye, demokratikleşmeye bir katkısı oldu mu, olacak mı?
Baştan söyleyeyim, ‘sivil’ ve ‘birey’ olanların katılması sebebiyle Gezi olaylarının kendisinin zaten demokrasiye bir katkı olduğunu düşünüyorum. Bu katkının etkilerini gelecekte çok daha iyi hissedeceğiz. (Ama bu katkıyı illa bir siyasi partiye yönelim şeklinde görmek isteyenler hayal kırıklığına uğrayacak; esas katkı siyasetin dönüştürülmesinde olacak.)
Fakat öte yandan, Türkiye’nin önünde durmakta olan somut demokratikleşme projesine Gezi Parkı’ndan çok ama çok sınırlı bir katkı geldi.

Yazının Devamını Oku