Paylaş
Birincisi, dünyanın buna verdiği tepkiyi görme bakımından öğreticiydi. Türkiye eski Türkiye değil; o yüzden dünyanın Türkiye’deki demokrasi dışı uygulamalara tepkisi de eskiye göre çok farklı.
İkincisi, hükümetin verdiği tepkiyi meşrulaştırmak için yurt- içinde yaptığı propagandanın tutmuyor olması bakımından öğretici oldu. Başvurulan komplo teorileri, ‘Camide içki içildi’ benzeri karalamalar, ‘Kamu malına zarar verildi’ gibisinden eski Türkiye’nin argümanları da pek tutmadı açıkçası.
Başka hiç kimse görmediyse bile hükümetin şimdiye kadar çoktan görmüş olması lazım: Eğer sahiden ‘Yeni Türkiye’ isteniyorsa, buna geriye dönerek değil ancak ileriye giderek ulaşabiliriz.
Dolayısıyla, Gezi olayları sayesinde öğrendiğimiz en önemli ders bu olmalı: Türkiye, demokrasi ve özgürlükleri dünya standardına getirme, adıyla söyleyelim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin gereklerini yüzde 100 yerine getirme konusunda geri dönüşü olmayan bir yola çıkmış durumda.
Bugün demokrasi ve özgürlükler anlamında bulunduğumuz yerden geriye, 90’lara veya 80’lere dönmek diye bir şey söz konusu olamaz. Olamaz, çünkü bu millet buna izin vermez. Gidecek tek yön var: Daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi.
Böyle diyorum ama AK Parti iktidarı bu gidişi istediği gibi ağırdan almak için elinden geleni yapıyor.
Örneğin önceki gün ansızın ortaya çıkan TSK İç Hizmet Kanunu 35. madde değişikliği, yıllar önce konuşulmuş, muhalefet partileri tarafından defalarca önerilmiş ve AK Parti tarafından reddedilmiş bir öneriydi.
Askeri vesayetin ve askerin kendisini iç politikadan da sorumlu görmesinin yasal altyapısını oluşturan bu madde bundan yıllar önce değiştirilmiş olmalıydı aslında. Ama kimsenin sırrını çözemediği Ak Parti ‘zamanlaması’ bugüne denk geliyor anlaşılan, madde bugün değişiyor.
Burada, AK Parti’yi ve hükümeti kendilerine özgü zamanlamalarıyla değil Türkiye’nin arzu ettiği hızlı bir zamanlamayla demokratikleşmeyi gerçekleştirmeye zorlayacak bir itkiye ihtiyaç var.
Gerçekçi konuşmak gerekirse, şu an Gezi ve Kürt siyasi hareketi dışında bu yeni ivmelenmeyi sağlayabilecek başka bir kuvvet de gözükmüyor.
Evet, dediğim gibi Türkiye sonuç olarak geri dönüşü olmayan bir yolda ama o yolu çok yavaş geçmek var veya çok daha hızlı geçmek var.
Değişimin hızını hükümet kontrol etmek ve bizetepeden demokrasi ‘bahşetmek’ istiyor.
Ve karşısında daha fazlasını talep eden ciddiye alınabilir kimse olmadığı için de, her seferinde bizler onun bize ‘bahşettiği’ kadarıyla yetinmek zorunda kalıyoruz; hatta ona müteşekkir oluyoruz.
‘Çözüm süreci’ neden yavaşlatılıyor?
Daha önce bir spekülasyon olarak söylediğim şey, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Akil İnsanlar’ heyetiyle hafta içinde yaptığı toplantıdan sonra ‘kesin bilgi’ olarak kullanılabilir hale geldi. Hükümet, ‘çözüm süreci’ni ağırdan almak, daha fazla sindire sindire gitmek istiyor.
Peki ama neden?
Başbakan’a göre ‘PKK henüz çekilmeyi tamamlamadı’. Evet bu bir gerekçe olabilir ama bu durum kimi özgürleştirici adımların atılmasına engel oluşturmamalı.
En basiti şu: Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ kamuoyuna açıklanabilir mesela.
BDP’nin ‘yol temizliği’ olarak nitelediği bazı yasalar için harekete geçilebilir mesela.
Önemli olan, Ankara’da da ‘çözüm süreci’ bisikletinin tekerleklerinin döndüğünü göstermek.
Ankara, birkaç ay önceki heyecan seviyesine geri gelmeli çözüm konusunda.
Bu yaz önümüzü daha fazla görebilmeliyiz.
Paylaş