Paylaş
Bir yılın sonunda ordu darbe yaptı ve seçimle gelen o yönetici, Mursi, bugün tutuklu.
Tunus’ta Arap Baharı başladıktan sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir analiz yaptı, bunu hükümetle de, daha sonra genişçe bir grup gazeteciyle de paylaştı.
Kabaca özetlemek gerekirse, Davutoğlu geniş anlamda Ortadoğu’da 1. Dünya Savaşı’yla duran saatlerin yeniden çalışmaya başladığını, tarihi anlamda bir ‘normalleşme’nin yaşanmakta olduğunu ve kelimenin modernist anlamıyla bölgede zamanın okunun ileriyi, yani özgürlük, eşitlik ve kardeşliği gösterdiğini söylüyordu.
Bu analizi kendim de katılarak birkaç kez bu köşede yazdım. Ortadoğu ülkelerinde yaşanmakta olanlara daha geniş bir zaman perspektifinden bakmak gerektiğini söyledim. Bu geniş perspektif hem geçmişe doğru uzanmalıydı hem de orta-uzun vadeli geleceğe. Evet bugün yaşananlar önemliydi ama ‘tarihin genel ilerleme yolu’ açısından ancak.
Elbette tarih de, uygarlıklar da böylesi deterministik bir çizgide olmazlar. Git geller yaşanır; beklenmedik, umulmadık olaylar olur. O yüzden, toplumların bugünlerine, güncel yaşananlara da yakından bakmak gerekir.
Mısır’daki askeri darbeyi, Davutoğlu’nun analizi açısından nereye koyacağız? Bir geri adım olduğuna, zamanın okunun kaçınılmaz bir biçimde gösterdiği ‘normalleşme’yi geciktirdiğine hiç kuşku yok.
Seçimle gelenin, hangi hataları yapmış olursa olsun, seçimle gitmesi gerektiği ilkesi, hem Mısır’ın geleceği için hem de Ortadoğu için çok önemli bir ilke olmalıydı. Ama askeri darbe, bu ilkeyi yerle bir etti.
27 Mayıs darbesinin verdiği ketsirmeci yaklaşımın etkilerinden bizim hâlâ tam olarak çıkıp çıkmadığımızı konuşuyoruz. 60 yıldan fazla zaman geçti ilk darbemizin üzerinden.
Mısır da askeri darbeleri, kendi ‘halaskar zabitan’larını (Üstelik ‘Cemal’ ve ‘Enver’le) yaşamış bir ülke. Ama demokrasiyi daha ilk kez yaşayacaklardı.
Elbette bir sürü şey söylenebilir; hatta Oryantalizm yapıp ‘Demokrasi gelişmiş toplumlar içindir’ diyenler de çıkacaktır bu arada.
Bu aşamada Mısır’ın geleceğinden endişe edenler çoğunlukta. İçsavaş veya sonu gelmez bir iç çatışma ortamı öngörüsünde bulunan pek çok ‘uzman’ var.
Kısa dönemde bunların hepsi de olabilir, hiçbiri de olmayabilir. Müslüman Kardeşler’in darbe sonrası nasıl davranacağına bakmak gerekir.
Ama şunu biliyorum: Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik talebi ertelense bile yok edilemez artık. Mısır eninde sonunda başaracak.
İhvan morali, İhvan moralsizliği
İki yıldır gözlem yapıyorum; daha önce bilmediğim, yeterince dikkat etmediğim ve açıkçası cahili olduğum bir konuda kendimce bilgi biriktiriyorum.
Gördüğüm şu: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin entelektüel çekirdeği ile başta İhvanı Müslümin, yani Müslüman Kardeşler olmak üzere şiddetle ve Selefilikle arasında ciddi mesafe olan pek çok siyasal islam hareketi arasında bir ‘duygudaşlık’, bir ‘kardeşlik’ ve bir ‘dayanışma’ var.
O yüzden Türkiye’de AK Parti’nin başarılı iktidarı, demokrasi ile İslami değerleri bir arada yaşatma tecrübesi ve artan halk desteği dünyanın dört bir yanındaki İslamcı hareketleri heyecanlandırıyor, onlara ümit veriyor, hatta yol gösteriyor.
Ve yine o yüzden, Arap Baharı Türkiye’de AK Parti iktidarını heyecanlandırıyor, heveslendiriyor, moral veriyor.
Bu duygudaşlık, bu fikri akrabalık ve bütün farklılıklara rağmen bu kardeşlik duygusu, zaman zaman hatalara da sevk etti AK Parti’yi. Arap Baharı’nın başlangıcında bir çeşit ‘ağabey’ rolü akla geldi belki ama Mısır’da bu tepki gördü.
Öte yandan AK Parti çok doğru tavsiyeler de verdi, özellikle Mısır’a. Örneğin, belediyelerin kurulmasını önerdi Ankara. Mısır’da, özellikle de Kahire’de belediye hizmeti yok; bu hizmeti kimin sunduğu da belli değil. Mısır ekonomisiyle ilgili öneriler oldu. Ve hatta laiklikle ilgili öneriler oldu. Ama Mısırlı Müslüman Kardeşler bu önerileri kabul etmedi, uygulamadı.
Bundan iki yıl önce İhvan’la gelen moral, bugün Suriye, Gezi olayları ve Mısır’la birlikte moral bozukluğuna dönüşme eğiliminde galiba.
Paylaş