Az sonra kapıdan içeri Yalçın Bayer’le birlikte iki kişi daha girdi. Biri, Özdemir Bayraktar’dı, diğeri ise hepsi birbirinden parlak insanlar olan oğullarından biri. (Maalesef şu an Özdemir Bey’in hangi oğluyla tanıştığımı hatırlayamıyorum, sohbetle ilgili tuttuğum notları bulamadım, yazıyı biraz da hafızamdan yazıyorum.)
Özdemir Bayraktar’ın adını o gün odamdan içeri girene kadar hiç duymamıştım; hikâyesini ve yaptıklarını dinleyince çok etkilendim.
SELÇUK BAYRAKTAR’IN ÖNEMLİ BULUŞU
Özdemir Bey ve üç oğlu, Baykar isimli bir şirketin sahipleriydiler. En küçük kardeş, bugün Tayyip Erdoğan’a damat olduğu için ünlü de olan Selçuk Bayraktar henüz Amerika’da, meşhur MIT’de doktorasını yapmaktaydı.
Oysa ‘kış saati’ dediğimiz şey, ‘normal’ ve ‘doğal’a en yakın saat.
Anormal olan, biz gün ışığından daha fazla yararlanalım ve daha az elektrik harcayalım diye yapılan şey ‘yaz saati’.
Yani, 1972 yılından beri ekim ayının sonunda saatlerimizi 1 saat geri alarak ‘kış saati’ne geçmiyoruz aslında, sadece ‘yaz saati’ne son veriyor, ‘normal’ kabul edilen saatimize geri dönüyoruz.
O yüzden Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar ‘kış saati uygulamasına son’ vermiyor, sadece yaz saati uygulamasını kalıcılaştırıyor.
Ancak bu mücadelenin derinliği ve kapsamı daha ilk günden beri tartışılıyor. Kamuda toplu halde işten çıkarmalar, kapsamlı gözaltı ve tutuklamalar, taşınır ve taşınmaz mal varlıklarına el koymalar...
Türkiye, mevcut hâkim ve savcılarının yarısını işten çıkardı ama öte yandan darbe soruşturmaları nedeniyle yargının iş yükü geçmişe göre daha da arttı. Geçmişte iş yükünü kaldıramayan yargı bugün bundan daha büyük bir iş yükünü yarı yarıya (belki daha da az) işgücüyle kaldırmak zorunda.
Yargıç ve savcı sayısı azaldığı için, biz öyle istemesek de hak arama yolları kısıtlanmış olacak. Yargıya yaptığımız hak temelli itirazlar veya suç ihbarları geçmişe göre çok daha yavaş değerlendirilecek veya belki hiç değerlendirilemeyecek.
Önümüzdeki 10 yılda dünya nüfusuna 1 milyar yeni insanın eklenmesi bekleniyor. Ama bugünkü konumuz açısından daha önemlisi, bundan 10 yıl sonra 50 yaşını aşmış fazladan yarım milyar insanın daha olacağı.
Dünyanın yaşlanmasının bir önemli sonucu şu olacak: 2025’ten itibaren dünyadaki sağlık sistemleri, bütün ödemelerinin yüzde 70’ten fazlasını bu yaşlıların kronik hastalıkları için yapacak.
Kronik hastalıklar... Yani iyileşmeyen, onlarla beraber yaşanan hastalıklar.
Türkiye’yi düşünün. Bizim her vatandaşımıza sağladığımız bir sağlık sigortası sistemimiz var. SGK, vatandaş hastalandığında onun sağlık giderlerini karşılıyor.
Yüksek nitelik, ciddi bilgi ve uzmanlık gerektiren işlerde özel sektör bile kaliteli eleman bulmakta zorluk çekiyor, çoğu zaman ‘ehveni şer’ ile idare etmek zorunda kalıyor.
Devlette ise durum daha ciddi. Zaten en azından son 40 yıldır Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun olanlar artık devlette çalışmayı o kadar da tercih etmiyor. Devletin kendisinin burs verip yurtdışında lisansüstü ve doktora eğitimine gönderdiklerinin önemli bir bölümü ise bugün şüphe altında.
YARGININ YARISINI İŞTEN ATTIK
Şöyle düşünün: Bütün yargıç ve savcılarımızın yarıya yakınını işten çıkarmış durumdayız ve hâlâ daha hakkında soruşturma devam eden, yani meslekten atılmaları için işlemleri başlatılan iki bine yakın isim daha var.
TSK’ya bağlı zırhlı birlikler ve bazı özel kuvvet unsurları, Özgür Suriye Ordusu adı verilen Arap ve Türkmenlerden kurulu 4 bin kişilik bir kara birliğini destekleyerek Suriye topraklarına girdi.
Yerden topçu ve tank desteği, havadan da Türk ve (ilk gün) koalisyon uçaklarının desteğini alan birlikler Cerablus’u çatışmasız aldılar; sonra güneye ve batıya doğru ilerlemeye devam ettiler, son olarak Cerablus dışında 33 köy de ÖSO denetimine geçmiş durumdaydı.
Ancak birliklerin güneye ilerlemesi sırasında beklenmedik bir gelişme yaşandı. Daha önce Cerablus’un güneyindeki görece büyük yerleşim olan Menbiç’i IŞİD unsurlarıyla savaşarak kurtarmış olan ve kendilerine ‘Demokratik Suriye Güçleri’ adını verseler de esasen Rojavalı Kürtlerin PKK’ya bağlı olarak kurdukları YPG’li askeri birliklerden oluşan unsurlar, birden kuzeye doğru hareketlenip IŞİD tarafından da terk edildiği anlaşılan kimi köyleri ele geçirmeye başladı.
MENBİÇ SAVAŞI OLACAK MI?
Haber, Amerikalı bir girişimcinin beyne bilgisayar çipleri yerleştirerek ilk başta epilepsi, alzheimer ve parkinson gibi hastalıklardan mustarip insanlara yardım edecek bir şirket kurması hakkındaydı.
Aslında çocukluğumdan beri ama özellikle de son birkaç yıldır Türkiye’nin başka bir gezegen, dünyanın bazı ülkelerinin ise tamamen ayrı bir yıldız sistemindeki başka bir gezegen olduğu hissiyle yaşıyorum.
Türkiye’nin bir yerinde birileri beyin enerjilerini, nasıl daha fazla insanı en şaşırtıcı yöntemle öldürecekleri sorusunu cevaplamak için kullanıyor.
Yine ülkemizde bazıları, rüyasında peygamberle konuştuğunu iddia eden bir adamın verdiği emirlerle hepimize hayatı zehretmenin en yaratıcı yollarını bulmaya çalışıyor.
Barzani ile konuşulan konulardan biri de Irak Kürdistanı’ndaki FETÖ okullarının durumuydu.
Bu konu Barzani ile Ankara’daki siyasetçi ve bürokratlar arasında ilk kez konuşulmuyor; neredeyse iki yıllık geçmişi var FETÖ okullarının kapatılması meselesinin.
Barzani okulların kapanmasını değil el değiştirmesini ve FETÖ etkisinden çıkmasını istiyor. Bunu da haklı bir gerekçeye dayandırıyor; ülkesindeki en önemli ve kritik eğitim tesisleri bu okullar.
Türkiye’nin yapması gereken bu okullara öğretmen göndermek ve yönetimini üstlenmek ama hayır, defalarca bu konuda bakan ve başbakan seviyesinde toplantılar yapıldığı, sadece Kürdistan değil dünyanın pek çok bölgesindeki FETÖ okullarını devralmak için Meclis’ten bir Maarif Vakfı Kanunu adıyla bir kanun geçtiği halde, bu okullara öğretmen gönderemiyor, okulların yönetimini devralamıyoruz.