Avrupa hukukuyla bir yol ayrımına gelinmemeli

TÜRKİYE, darbeyle ve darbeye kalkışan FETÖ ile mücadele ediyor; edecek de.

Haberin Devamı

Ancak bu mücadelenin derinliği ve kapsamı daha ilk günden beri tartışılıyor. Kamuda toplu halde işten çıkarmalar, kapsamlı gözaltı ve tutuklamalar, taşınır ve taşınmaz mal varlıklarına el koymalar...


Türkiye, mevcut hâkim ve savcılarının yarısını işten çıkardı ama öte yandan darbe soruşturmaları nedeniyle yargının iş yükü geçmişe göre daha da arttı. Geçmişte iş yükünü kaldıramayan yargı bugün bundan daha büyük bir iş yükünü yarı yarıya (belki daha da az) işgücüyle kaldırmak zorunda.


Yargıç ve savcı sayısı azaldığı için, biz öyle istemesek de hak arama yolları kısıtlanmış olacak. Yargıya yaptığımız hak temelli itirazlar veya suç ihbarları geçmişe göre çok daha yavaş değerlendirilecek veya belki hiç değerlendirilemeyecek.


Tek başına bu durum bile ileride Türkiye’nin başını çok ağrıtacak ve belki de ülkemizi bir yol ayrımına getirip koyacak.


O yol ayrımını da söyleyeyim: Türkiye bir gün gelip Batı sistemi ve hukuku içinde ilerleyip ilerlememe konusunda bir seçime zorlanabilir. Ne yapıp edip bu yol ayrımına düşmekten kendimizi kurtarmalıyız. Bunu da bugünden başlayarak bu bilinçle hareket ederek yapabiliriz ancak.


FETÖ’nün kendi işleme tarzı ve uyguladığı derin gizlilik taktikleri yüzünden bugün her ihbarın ciddiye alınması gerektiğini, her taşın altına dikkatle bakılması gerektiğini ben de kabul ediyorum. Kimsenin kimseye kefil olamayacağı günlerden geçiyoruz.


Tamam bu böyle ama bir yandan da ‘Kurunun yanında yaşları yakmamak’ gibi bir sorumluluğumuz da var.


Birisi birisini ihbar ediyor. Polis geliyor ihbar edilenin evinde veya işyerinde Fetullah Gülen’in bir kitabını buluyor. İhbar edilen gözaltına alınıyor, günler sonra da mahkemeye sevk ediliyor, derken devletteki memuriyetinden atılıyor, bu arada mahkemede tutuklanıyor.


O kişi kendini savunmaya çalışıyor, kitabı okumadığını, örgütle bağı olmadığını, zaten kendisinin tamamen farklı siyasi görüşlere sahip olduğunu vs anlatmaya çalışıyor ama malum iş yoğunluğu ve hata yapma riskini alamama yüzünden hapse atılıyor. Tutukluluğa itiraz edilecek ama yargıç bu itiraza ne zaman bakabilecek, bakabilecek mi?


Suçsuz birini hapis tutmakla Adil Öksüz gibi başta masum gibi gözüken ama sonra suçlu olma şüphesi çok artan birini serbest bırakmak seçeneklerinden hangisi kararı verecek yargıcı daha fazla riske sokar?


Halen FETÖ’den tutuklu veya soruşturma altında pek çok isim var şahsen de tanıdığım; hiçbirinin darbe teşebbüsünde rol aldığını düşünmüyorum, olsa olsa en fazla Fetullah Gülen’e (belki bugün dahil) sempati duymuşlardır. Şimdi bazıları hapiste, bazıları işten atıldı.


Sanıyor muyuz ki bu böyle kalacak. Somut suç delilleriyle mahkûm edilemeyen veya ‘Pardon’ denip ileride salıverilecekler haklarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil her yerde arayacaklar ve bugün yaptığımız haksızlıklar o gün bizi Avrupa ile karşı karşıya bırakacak.


İşte yol ayrımına da o zaman geleceğiz.


MÜLKİYET HAKKININ İHLALİ ÇOK CİDDİ
ÇEVRE ve Şehircilik Bakanı bilmem kaç milyar liralık mal varlığının (tapulu arazi diye okuyun) FETÖ’den kurtarıldığını söylüyor. Şirketlere kayyum atamakla yetinmiyor onlara el koyuyoruz, okulların lisansını iptalle yetinmiyor binalarına el koyuyoruz.


Oysa bunların hepsinin kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla ve son derece kısıtlı şartlar altında yapılabiliyor olması lazım.


O şartlar, o hukuk ülkemiz için geçerli değil sanıyoruz ama geçerli olduğunu çok değil birkaç yıl içinde göreceğiz. Umarım o zaman kendimizi savunabilecek konumda oluruz.


Tapu iptali, mal varlığına, şirkete el koyma, şirket varlıklarını satmak... Bunlar İnsan Hakları Sözleşmesi’nin en az yaşam hakkı kadar kıymet verip koruduğu şeyler. Ülkemizi darbelerden, darbecilerden korumak istiyor, böyle şeyler başımıza bir daha gelmesin diye uğraşıyoruz ama geleceğimizi hukuku belirsiz, darbe kadar karanlık bir dönemde geçirmek de istemiyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları