İsmet Berkan

Ya 1957'de Suriye'ye, 58'de Musul'a girmiş olsaydık?

18 Ekim 2016
BAŞBAKAN Adnan Menderes ve bakanları, Bakanlar Kurulu toplantısına devam ediyordu ki salonun kapısı açıldı.

İçeri Amerikan Büyükelçisi Fletcher Warren girdi.

Beklenmedik, hatta şok yaratan bir şeydi. Başbakan Menderes ayağa kalktı, büyükelçiyi yandaki odaya aldı ve görüşmeye başladılar.

Büyükelçi, Başbakan Menderes’e, “Askerlerinizi sınırın ötesinde görmek istemiyoruz, bu bir rica değil” dedi. Büyükelçiyi dinleyen Menderes, “Amerikan hükümetine bölgemizde barışı koruma konusunda gösterdiği çabalardan minnettarız ve teşekkür ediyoruz” cevabını verdi. “Bu konuyu yarım saat içinde Cumhurbaşkanımızla konuşacağım ve Amerikan hükümetinin tavsiyelerini adım adım takip edeceğiz, konuyu kamuoyumuza nasıl aktaracağımızı da size bildireceğim.”

Tarih 27 Nisan 1957’ydi. Konu, Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahale hazırlıklarıydı ve Amerika, Türk ordusunun Suriye’ye girmesini istemiyordu.

Yazının Devamını Oku

İslamcı aydınların üniversite için söyleyeceği hiçbir şey yok mu?

14 Ekim 2016
GEÇEN hafta bu köşede, eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün yeni çıkan ‘Medrese v. Üniversite’ kitabı vesilesiyle sordum: “Bizim medresemiz neden üniversite olamadı?”

Yazıda bir de hata yaptım, İmam Gazali ile Harun Reşid’i aynı zamanda yaşattım. Hata tamamen benim dikkatsizliğim ve aceleciliğim yüzündendi.

Özellikle İslamcı aydın çevrelerden bazıları yazıdaki bu hata yüzünden haklı olarak beni eleştirdi ama yazının ana konusuna nedense ilgi gösteren olmadı aynı çevrede.


NEDEN GERİDE KALDIK?
Oysa soru belli: Medrese de üniversite de dini eğitim kurumları; ama medrese neredeyse sadece üretilmiş bilgiyi nakille yetinip yeni bilgi üretmezken, hele hele matematik ve felsefe dahil doğa bilimleriyle hemen hemen hiç ilgilenmezken üniversite bugünkü üniversiteye doğru yüzyıllar süren evrimine başlayabildi.

Yazının Devamını Oku

Darbeyi polisle mi önlersiniz, demokrasiyle mi?

13 Ekim 2016
TÜRKİYE 15 Temmuz gecesi bir büyük felaketin eşiğinden döndü. Bunu da, sokağa çıkan ve ülkesiyle demokratik rejimini savunan sıradan vatandaşları sayesinde başardık.

 

Sokağa çıkıp yolları, devlet kurumlarını ve havaalanlarını darbecilerin işgalinden kurtaran halkın birleştiği belki pek çok ortak nokta vardı ama bunlardan bir tanesi bence en önemlisiydi: İnsanlar, kendilerini yönetecek kişileri serbest seçimlerle belirleme hakkına sahip çıktı en önce.

 

Serbest seçim, demokrasilerin ayırt edici özelliğidir, hatta en temel özelliğidir ama yegâne özelliği değildir.

 

ÜÇ TEMEL İLKE

 

Bir kere adı üzerinde o seçimin

Yazının Devamını Oku

Eğitimde eşitsizliğin resmi

11 Ekim 2016
EĞİTİM eşitlikçi mi olsun, elitist mi?

Az sayıda da olsa iyi eğitimli insanlar yetiştirmeye mi öncelik verelim, geniş kitlelerin olabilecek en iyi eğitimi görmesi için mi uğraşalım?

Bu sorular gayet meşru sorular ve tartışması da sonsuza kadar sürebilir.

Ben, en azından lise bitene, yani zorunlu eğitim sona erene kadar eşitlikçi eğitimden yanayım.

Sebebini kısaca yazayım:

Yazının Devamını Oku

Bizim medresemiz neden üniversite olamadı?

7 Ekim 2016
BU soruyu çok önce, 13 Ağustos 2013’te yine bu köşede sormuştum.

Mesele şu: Hem İslam’ın eğitim kurumu olarak medrese hem de Hıristiyanlığın eğitim kurumu olarak üniversite, başlangıçta dini eğitim kurumları.

 

Ama zaman içinde medrese medrese olarak kalırken üniversite bugün bildiğimiz üniversiteye dönüşüyor.

 

Batı’nın üniversitesinin bilimsel düşünce devriminin yaşandığı, bugün bildiğimiz Batı uygarlığının ana kaynağı olmasının kök nedenleri ile medresenin İslam âlemi ve dünya için aynı değişimi geçirememesinin kökü hakkında düşünmek, özellikle biz Türkiye’de yaşayanlar için son derece güncel, son derece önemli bir konu.

 

Zamanında Erdal İnönü bu konudaki fikirlerini bir minik kitapta ifade etmişti. Onu Hürriyet yazarı Taha Akyol ‘Bilim ve Yanılgı’ adlı kitabıyla izledi. Türkiye’nin önde gelen bütün bilim tarihçileri bu konuda kalem oynattı.

 

Yazının Devamını Oku

Proje okullar: Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanlış projesi

6 Ekim 2016
TÜRKİYE’de eğitimin ana sorunu, eşitsizlik üretmesi, eşitsizliği kurumsallaştırması.

Eğitimle ilgili olarak aklınıza gelen bütün sorunlar, sistemin esas olarak eşitsizlik üretmesi nedeniyle türeyen ikincil sorunlar. (İdeolojiye, bakış açısına dayalı ‘sorunlar’ bu yazı kapsamında değil.)

 

Bu köşede uzun yıllardır eşitsizliğin giderilmesi için bir çare yolu öneriliyor; artık TEOG diye bir sınavımız olduğuna göre bunu uygulamak da çok kolay:

 

Milli Eğitim Bakanlığı her yıl TEOG’da en kötü sonuçları alan 1000 ortaokul ile YGS’de en kötü sonucu alan 1000 liseyi ‘proje’ okul ilan edebilir ve bu okulların en geç 4 yılın sonunda ‘En kötü 1000’ listesinden çıkacağını bize vaat edebilir.

 

Böyle böyle en kötü okullarımızı daha yukarıya taşıya taşıya 10-12 yıl gibi bir sürede okullarımız arasındaki kalite eşitsizliğini kabul edilebilir seviyeye getirebiliriz.

 

Yazının Devamını Oku

Eğitimde nihayet kaliteye ve öğretmene yatırım başlıyor

4 Ekim 2016
BAŞBAKAN Binali Yıldırım, espri olsun diye “Öğrenciye kötü haber, artık sabahçı-öğlenci yok, tüm gün okuldasınız” dedi ama aslında bu öğrenciye iyi haber.

Başbakan, 2019’a kadar okullarımızda ikili eğitimin sona ereceğini ve zorunlu eğitim süresinin anaokullarının da eklenmesiyle 13 yıla çıkarılacağını açıkladı. Bunlar ülkemiz ve eğitimimiz için son derece iyi haberler.

 

İkili eğitimin bitecek olması, nihayetinde eğitimin kalitesine eğilinmeye başlanacak olması anlamına gelir. Hem bir yandan öğrencilerin yıllık ders saati miktarı biraz olsun arttırılabilir hem de öğretmenlerin ders yükü biraz azaltılarak onların kendilerine yatırım yapmasının önü açılabilir.

 

SINIF MEVCUTLARI AZALDI,  ÖĞRETMEN SAYISI ARTTI

 

Türkiye yıllardır eğitimin fiziki kapasitesine yatırım yapıyor. AK Parti dönemlerinde yapılan bu yatırımların sonunda örneğin ortalama sınıf büyüklüğü 2005 yılından 2014 yılına tam 17 kişi azaldı. Hâlâ OECD ortalamasının üzerindeyiz ama bu çok büyük bir sorun değil. Ortada ciddi bir başarı var.

 

Yazının Devamını Oku

Teşekkürler Rosetta, senden çok şey öğrendik

1 Ekim 2016
İSTANBUL’da bilgisayarımın başında oturmuş, Almanya’nın Darmstaad kentindeki bir salondaki insanları seyrediyorum. Onlar da çeşitli ekranlara yüzlerini dönmüşler bakıyorlar.



Orası, Avrupa Uzay Ajansı ESA’nın görev kontrol merkezi. Kontrol ettikleri uzay aracının adı Rosetta.

 

Taa 90’lı yıllarda tasarımına ve bütçe çalışmalarına başlanan, teorik hesapları defalarca yapılan, sonra uzaya fırlatılan ve 10 yıldan fazla süren yolculuğunda son derece karmaşık bir rota ile buradan milyonlarca kilometre ötede, uzayın ortasında bir kuyrukluyıldız ile buluşan Rosetta.

 

2014’ün ağustosunda Rosetta, “67P/Churyumov-Gerasimenko” adlı kuyrukluyıldızı uzayın ortasında yakaladığında yaşadığım heyecanı hatırlıyorum. Sonra aynı yılın aralık ayında Rosetta’dan ayrılan Philae adlı aracın kuyrukluyıldızın üzerine inişini izledim yine bu bilgisayardan.

 

Yazının Devamını Oku