9 Ocak 2009
BÜTÜN hafta boyunca Galatasaray’ın Altay karşısında yedeklerle mücadele edeceği bas bas dile getirildi. Aslar nerede, kimler yok? Lincoln Brezilya’dan önceki gece döndü. Nonda Afrika’da uzakta diye izinli. Kewell ameliyat oldu, özel çalışma programı uyguluyor. Ama Skibbe’nin düşündüğü ekibin hepsi sahada. Şuraya bakın, Galatasaray’ın defansı milyar dolarlarla bezeli. Birde Altay takımın defansına bakın "Sudan ucuz bir ekip". Ama gelin görün ki, bir Meria var G.Saray’da, kırk yılda bir gelen Altay atağındaki rakibi Şehmus ile arasında "Bir masa iki sandelye farkı var." Şehmus topa vuruyor, Meria da adeta "Balerin" gibi havada dönüş yapıyor. Şehmus bir iki yan topda bile milyar dolarlık defans meydan yok.
Galatasaray’da bir Arda vardı, sol kanatta oynuyordu "Bana burada ekmek yok" deyip, önce orta alana daha sonra sağ kanata kendini salıverdi. Her atakta onun ayakları "raks" etti. Hücum arkadaşlarına "Buyurun size top, ne yaparsanız yapın" diyordu ama nerede... Zaten Galatasaray sezon başından bu yana defansında sancısı yaşıyor, aman Dr. Skibbe bir çare.
Önceleri durgun bir deniz halinde topla alış veriş yapan, Ayhan, Mehmet Topal ve Barış, kendilerine gelerek dalgalanmaya başlayınca, Galatasaray bütün hucum botları ile Altay kalesindeydi. Ancak başta Baros, Ümit Karan, Barış hepsi adeta gol kaçırmakta yarışa girdiler.
Yanlışı göremedi
Bazı futbolculara bir mesaj göndermek gerekiyor. Dışarıda "Ben buyum" şarkılarını fazla seslendireceklerine top oynamayı kafalarına koyup, bunu sahada göstermeliler. Asıl kendilerini gösterecekleri arena yeşil alan. Onun dışındakiler hayal mahsulü. Futbol gibi, bir yanı sanat olan bu mesleğin, dünü hiç bir zaman yoktur. Bugün sen varsan forma da var alkış da.
Onur’un Baros’u formasından çekmesi penaltıydı. Kalesini çok iyi koruyan Gökhan, Baros’un pealtısını kurtardı. Hakem doğru karar verdi, ama bir yanlışı göremedi. Hem Altaylı hemde, Galatasaraylı futbolcular Baros penaltıda topa vurmadan ceza alanını doldurmuşlardı. "Ben hazırım" diyen Yaser zoru başardı ve mükemmel bir kafa golü attı. Galatasaray’ın fizik gücü ortaya çıktı ve beş dakika da işi bitirdi.
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2008
ARDA Turan’ın öyle güzel, öyle şirin bir futbolu vardı ki... Hem kalesine kadar gelip top çıkarıyor, hem de hücumda fantastik hareketlerle Baros ve Nonda’yı gıdıklıyordu. Zaman zaman da Lincoln’le alışveriş yapıp, Brezilyalı’nın futbol oynama iştahını ateşliyordu. Beşiktaş’ta ise Tello, "yalnız adam" görüntüsündeydi. O da topu istediği bölgelere göndermeyi bildi. Galatasaray’ı sarstı... Tello’nun karşısında da bir başka "yalnız adam" vardı; Barış Özbek. Önünde hiçbir kurtarıcı hücumbot olmadığı için, tek tabanca savaşıp durdu. Ayhan ve Mehmet Topal Beşiktaş’ın orta alanda yapmak istediği işleri genelde baltalamayı başardı.
Maçın geneline bakacak olursanız; oyunun temposu harika, kazanma arzusu iki takımda da en üst seviyede.
Hafta içinde Beşiktaş yazarları sevgili Korkut Göze ve İsmail Er’le gazetemiz için yaptığımız derbi söyleşisinde, "Galatasaray’ın en arızalı yeri defansın göbeği" demiştik. Haklı çıktık. Servet ve Meira’nın, kademe ve markaj anlayışları değil, oyunu okuma yetenekleri de zayıftı.
Gelelim hakem Cüneyt Çakır’a... İzmirli Çakır Efe gibiydi. Sahanın her yerine koştu. Futbolculardan daha fazla efor sarfetti. Ha hatası yok muydu? Olmaz mı? Tabii ki var. Mesela ilk yarıda, Galatasaray Lincoln’le hücumdayken, Beşiktaş’ın defans oyuncusu Cisse, Brezilyalı ile girdiği mücadelede ayağını fazla kaldırdı. Faul verilmesi gerekirdi ama pas geçti. Pozisyonun devamında da Beşiktaş gol kazandı. Aradan bir dakika geçtikten sonra Arda, rakip ceza alanında düştü; karar penaltı. Bana göre penaltı değildi ama, az önce Cisse’ye vermediği faulden dolayı kafası karışmış olsa gerek ki, penaltıyı verdi. Bir de Delgado’nun amatörce kırmızı kart görmesi vardı, maçın kaderini etkileyen... Sarı kartı olmasına rağmen, Barış’ın kendisine yaptığı faulden sonra eliyle "sarı kart göster" işareti yapınca, ikinci sarıdan kırmızıyı gördü.
Bir de Skibbe’ye söyleyeceklerim var... Ya oyunu iyi oku ya da iyi çalış. Beşiktaş 10 kişi kalmış, buna rağmen geldikçe geliyor. Bunu görüyorsun ama bir şey yapmıyorsun. Oyuncu değiştirmek, ancak maçın bitimine 10 dakika kala aklına geliyor.
Cüneyt Çakır’ın son düdüğüyle sadece derbi maç değil, ligde ilk bölüm de bitti. Her şey bir kenara, izleyenleri buz gibi soğuktan alıp sıcak diyarlara götürdükleri için iki takımı da kutlamak boynumuzun borcu. Teşekkürler hepinize...
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2008
BİR filmi çekmeyi üstlenen, hem oyuncu hem yönetmen olursa ortaya bambaşka bir proje çıkar. Gençlerbirliği-Galatasaray maçı da böyle bir film gibiydi. Bazı sahneler kötü, bazı sahnelerse alkışlanacak cinstendi. Kimdi bu yönetmen ve oyuncu? Tabii ki Lincoln. Film başta kötüydü, sonra akışı mükemmele dönüştü. Lincoln, bütün hünerini kullanarak soğuk bir havada oynadığı oyunla herkesi ısıttı. Adam futbolcu. İstediği zaman istediği şekilde ritmi ayarlıyor, oyuna düşünce zenginliği katıyor, takım arkadaşlarını harekete geçiriyor.
Lincoln olmayacak yerlerde sahne aldı. Her golde kendi sanatını gösterdi. Kimine "Buyurun" dedi, kimine de "Siz bu rolü yapamazsınız" dedi ve kendi üstlenerek işi bitirdi. Uyuyan seyirciyi uyandırdı. Böyle zihni, futbol topu ile raks eden kişiler enerjisini herkese verir. Lincoln son dönemde bir de kaptanlık sorumluluğu üstlendi. Yükü ağır, ama daha da iyi işler yapmaya başladı.
Michael Skibbe, Galatasaray’ın orta alanda iki Mehmetçiğe (Mehmet Güven ve Mehmet Topal) görev verdi. Onlardan savaşmalarını, top kazanmalarını, rakip hücumları kesmelerini, alanı daraltmalarını istedi. İkisi de görevlerini ellerinden geldiğince yerine getirdi.
İlk yarıda iş bitti
Hücumda Baros ve Nonda’yı ve arkasına da Lincoln’ü serbest bırakıp, "Sen ne istersen yap" diyerek ekibini sahaya sürmüştü Skibbe. Kanatlar kötüydü, ama zaman zaman Arda, sağ kanadın devamlı çalışmamasından rahatsız olmuştu. Dakikalar ilerledikçe ve yenilen golün ardından harekete geçti. Galatasaray bu zayıf tarafını yok edince, oyunun hakimi oldu. G.Birliği öne geçtikten sonra oyunu üstün götürebilirdi. Ama unuttuğu biri vardı; Lincoln. Brezilyalı yıldız yine sahneye çıktı ve hem attı hem de gol atırırıp Ankara’nın köklü kulübünün hayallerini yıktı.
Galatasaray ilk 45 dakikada 3-1’lik skoru yakaladı ve tamam iş bitti dedi. Bu arada Gençlerbirliği sık sık Galatasaray kalesinde oldu, ama kaleci De Sanctis engelini aşamadı. Sahada fazla gözükmeyen Nonda’yı oyundan alan Skibbe, Aydın’ı sahaya sürdü. Biraz rahatladı.
Galatasaray ikinci Ankara seferini de hasarsız geçti. Bunda Başkent’e maçtan iki gün önce gelerek ortama alışmasının da katkısı olduğunu düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2008
BÖYLE oyna ciğerimi ye derler taraftarlar... Hakikaten dün Galatasaray, Süper Lig’de oynamadığı futbolun ağa babasını Berlin’de oynadı. Kazanma duygusu fazla mı fazlaydı. Herhalde Galatasaray, UEFA Kupası’nda azıyor. Dün de ne kadar azgınlaştığını gösterdi. Aktörlerin başında Lincoln vardı. Lincoln, Lincoln gibi oynadı. Yönetmendi... Oyunu tamamiyle o yönetti, istediği gibi yönlendirdi. Kusursuz bir futbol oynadı.
Lincoln, zaten böyle büyük maçlarda sahneye çıkacak ve büyüklüğünü gösterecekti. Ve gösterdi de... Orta alanda Mehmet Topal ve Barış Özbek, Hertha Berlin’in bütün oyun düzenini bozdu. Lincoln de rahatladı.
20 dakika Arda sol kanatta harikalar yarattı. İstediği bütün herşeyi yaptı. Sağ kanatta ise, Kewell durgundu.
Daha sonra roller değişti. Kewell sola geçti, o harikalar yarattı. Aslında her iki futbolcu da sol kanadın adamı. Ama teknik heyet bu şekilde düşünmüyorsa ben bilemem.
Hertha şaşırdı
Dün Galatasaray, Berlin’de yağan kar gibi damla damla Hertha’nın üstüne düştü. Karlar düştükçe de Hertha buza döndü. Ne yapacağını şaşırdı. Aslında Galatasaray, maçı ilk yarıda bitirebilirdi.
Bizimkiler Türk hakemlerine sallayıp dururken, İtalyan yardımcı hakem Saints Guiseppe, sanki bayrak sopası sağ eline yapışmış öylece duruyordu. Soğun etkisinden olsa gerek ki, hiç kaldırmadı. Berlinli oyuncuların ofsayt pozisyonlarını hiç süzemedi.
Galatasaray’ın arızları yok muydu? Vardı elbette. Sabri, hep golleri aradı ama Servet’le Meira gününde oldukları için rahat bir nefes aldılar.
Bazı kalecilerin günü vardır. Çok top geldikçe moral bulur. De Sanctis de dün hakikatten günündeydi. Kritik anlarda sahneye çıktı.
Bu futbolun Galatasaray’ı Avrupa’da sonuna kadar götüreceğinine inanıyorum. Neden derseniz. Galatasaray, Avrupa arenasındayken bütün oyuncular sahne sanatçısı gibi şahlanıyorlar, kendilerinden geçiyorlar.
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2008
OLMUYOR, olmuyor... Bu futbol G.Saray’a yakışmıyor. Bırakalım artık çift santrfor edebiyatını, G.Saray’da dönelim sol kanat tartışmasına; Arda ve Kewell’a. Avustralyalı sağda yapamıyor, genç Arda’ya da bu kanat iyi gelmiyor. Kewell’ın sol ayağı, Arda’nın sağ ayağı iyi. Ama Arda’nın direnç bulduğu yer sol kanat. Çünkü bu kanatta daha çabuk adam geçip, hedefe gitmesini biliyor.
Bu gidişle çok strese girerler
Kewell da bu kanattan oyun kurup, sol tarafta harikalar yaratıyor. Artık sayın Skibbe burada reçeteyi yazacak sensin. Bu futbolcuları isteyip, keşke bizde olsun diye yalvaran kulüpler var. Kewell’ı bırak sol kanatta oynasın, Arda’yı da orta alana koy bak nasıl meyvelerini yersin.
Hacettepe maçında bunu gördük. Kewell sola geçti, Arda ise hemen arkasından bu kanatta yer aldı. Hem de farkında olmadan. Sağ kanatta kimse olmayınca da bütün yük Sabri’ye bindi. Garibim bir ileri bir geri gitmekten yoruldu. Defansta ise yine aynı senaryo yaşandı. Hata üstüne hatalar yapıldı. Hacettepe ile oynuyorsun, rakibe pozisyon üstüne pozisyon veriyorsun. Karşında Kharkiv gibi takımlar olunca sonucun hüsran olduğunu perşembe günü gördük. Ama G.Saray’da hiçbir toparlanma yok. Bu gidişle G.Saray daha çok stresli günler ve maçlar geçirecek.
Galibiyetin mimarı Süleyman Abay
Hakem Süleyman Abay da öyle bir kırmızı kart gösterdi ki Tozo’ya, sanki adamın beynini okudu. Çocuk daha elini kaldırmadan bastı ikinci sarıyı ve ardından kırmızı kartı. Herhalde G.Saray’ın galibiyetinin en büyük mimarı hakem Abay oldu. O kırmızı olmasa G.Saraylıların canlanmaya niyeti pek yoktu.
Sarı kırmızılıların dünkü en büyük kazancı 3 puandan daha çok golcüsü Milan Baros’u yeniden kazanmak oldu. Çünkü attığı goller Baros’un öz güvenini geri getirdi. G.Saray, sancılı da olsa, zor da olsa 3 puanı cebine koydu, ama çarşamba günü bu futbolla G.Saray Berlin’den bir şey beklerse boşadır. Çünkü bu futbol Almanya’da ancak hüsran yaşatır. O yüzden artık kendinize gelin.
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2008
GALATASARAY, karşısında yedi bela bir takım buldu. Metalist Kharkiv, tempolu, hırslı, alan daraltan ve sahanın her tarafını kontrol eden bir takım. Galatasaray oyunun ilk bölümünde topa sahip olduğu vakit rahat nefes alıyordu. Olamayınca ayvayı yiyordu. Metalist Kharkivli oyuncular, Lincoln gibi topla haşır neşir olan futbolcuyu bile anında devre dışı bırakıyor, servis yapmasını engelliyorlardı. Lincoln ilk yarının son bölümlerinde çok iyi bir pozisyon yakaladı. Kalecinin darbesinde sendeledi, eğer düşmeyi tercih etse kesin penaltıydı. Ancak kendini bırakmayıp "golü atayım" dedi ama onu da başaramadı.
Meira orta sahada pas hataları yapınca, oyun Galatasaray adına daha tehlikeli hale geldi. İkinci bölümde teknik heyet herhalde ikazda bulundu ki, bütün toplar pas koordinesi halinde kullanıldı. Galatasaray takım oyunu oynayınca, Kharkiv’in dengesini bozar gibi oldu. Ancak dedik ya, rakip yedi bela.
Baros yalnız kaldı
Asla oyundan kopmadı, vazgeçmedi. Çapraz hücumlar yapıp, Galatasaray defansının dengesini bozdu. Başka takımlar gibi "deplasmandayım, geriye yaslanıp kontratağa çıkayım" düşüncesi hiç yoktu. Galatasaray bunu bekledi, ama rakip hiç öyle bir düşünceye kapılmadı. Adamların öyle bir fizik gücü var ki, bir tane bile hava topunu sektirmedi. Galatasaray bunu geç de olsa anladı ve yerden oynayıp verkaçlarla rakip kaleye akmaya çalıştı. Baros, ileride çok yalnız kaldı. Zaten rakibin üç tane çam ağacı gibi fizikli savunmacıları vardı. Baros birini geçse, diğerine takıldı. Hal böyle olunca da etkili olamadı, pozisyon bulmakta zorlandı. Skibbe, baktı ki, Baros defansı yaramayacak sahaya Ümit Karan’ı sürdü. Maç sonrasında Galatasaraylı futbolcular oynanan futbola ve rakibe ne derler merak ediyorum. Herhalde Kharkiv’i tebrik ederler. Ve sonunda Metalit Kharkiv maç sonu mücadele etmesinin karşılığını 78’de Servet’in hatası ile aldı. Servet Çetin’in hatasının faturasını hiç acımadan kestiler.
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2008
GALATASARAY’ın tek sorunu sanki Skibbe. Alman hocanın her hafta sonu bileti kesiliyor. Ama o bir sonraki maçta yine takımının başında sahaya çıkıyor.
Bu eleştiriler, bu gönderileceği yönündeki haberler Skibbe’nin hiç mi hiç umurunda değil. O, "Ben buradayım, görevimin başındayım" diyor. Çünkü, elinde kapı gibi sözleşmesi var. Bir yıllığına 1.5 milyon Euro’yu garantilemiş. O yüzden çok rahat. İpinin çekilmesi de onun umurunda değil. Çünkü o zaman diyecek ki, "1 milyon Euro daha verirsiniz, sözleşmemi feshedersiniz."
Skibbe, hocalığı boyunca bu oyunu oynamış. Borussia Dortmund’dan da, Bayer Leverkusen’den de sözleşmeleri devam ederken kovulmuş. Tazminatını da almış.
Önlerinde iki alternatif var
Galatasaray zaten mali krizin içinde. Skibbe ile ipleri koparsa, kasasından para çıkacak. Bu da şu anda kulüp için büyük külfet. Talip olduğu teknik adamların başında eski hocası Mircea Lucescu geliyor. Onun da istediği para 2.5 milyon Euro. Franck Rijkaard gündemde. Onun da talep ettiği ücret 5 milyon Euro.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2008
İKİSİ de lodosa tutulmuş vapur gibiydi. Bir oraya, bir buraya sallanıp duruyorlardı. Her an bir kazaya uğrayabilirlerdi. Zaten iki takımın da en büyük korkusu buydu. "Aman haa, bir gol yersek yanarız" diye tir tir titriyorlardı. Hal böyle olunca ortaya acayip derecede tatsız, tuzsuz ve savruk bir maç çıktı. Galatasaray’da Michael Skibbe yine sağlamcılığını göstermiş, artık herkesin ezberlediği isimleri sahaya sürmüştü. Lincoln’ün sakatlığı nedeniyle oynamayışı ve İstanbul’da, Aydın’ın da neredeyse tüm maç boyu kulübede bırakılması G.Saray’ın yaratıcılığını bitirmişti.
Sarı kırmızılılar Ankaraspor önünde defansif anlamda oldukça başarılıydı. Çok koştular, savaştılar ama "yaratıcı" oyuncu eksikliği yüzünden hücumda neredeyse hiçbir şey yapamadılar. Topu kazandıkları anlarda amatör futbolcuların bile yapmayacağı pas hataları yaptılar. Gol pozisyonu elbette ki buldular, ancak onların da kaynağı rakibin bireysel hatalarıydı.
Bir futbol takımında en önemli mevkii defans, burada oynayan futbolcular da oyunun "anahtar" isimleridir. Galatasaray savunmasındaki Servet ve Emre Aşık, gerek markajda ve gerekse ikili mücadelelerde gayet iyiydi. Ama top servisleri berbat mı berbattı.
Hiçbir şey oynamadı
Ümit Karan gol atmak için çok istekliydi. Ne var ki, istediği pasları alamadı. Geçen hafta yüreğimizi ağzımıza getiren Arda, dün kalbiyle oynadı.
Oyunun diğer "anahtar" ismi Skibbe, kötü giden maçı çevirmek için birtakım değişiklikler yaptı. Bir ara kanatlara eğildi; oyuncuların yerlerini değiştirdi, ama olmadı.
Dünkü maç şu acı gerçeği bir kez daha gösterdi. Tarihinin en pahalı kadrolarından birini kuran Galatasaray, hiçbir şey oynamıyor. Puan cetvelinin dibindeki takımlar karşısında bile zorlanıyor. Bu sene birazcık kıpırdayan Lincoln haricindeki diğer pahalı yabancıların hiçbiri kendilerinden bekleneni veremiyor. Hepsi bölük pörçük. Devamlılıkları yok. Ali Sami Yen Stadı’ndaki birkaç maçta taraftar gazıyla oynadılar, hepsi o kadar.
Son sözüm bu acayip renkteki formayı icat edip giydiren Galatasaraylı yöneticilere... Sarı mı, kırmızı mı, turuncu mu, ne olduğu belli olmayan tuhaf bir renk bu. Önceden Galatasaray takımı sahaya adımını attığı anda rakip takımlara korku salardı. Ama şimdi bu acayip renk yüzünden hiç mi hiç ürkütmüyor. Yöneticilere naçizane tavsiyem bu formayı artık futbolculara giydirmeyin. Bu renkten çok güzel tişört olur ama forma olmaz.
Yazının Devamını Oku