İlhan Söyler

Galatasaray'da neler oluyor!

19 Ocak 2012
Galatasaray'da alınan sonuçlar ve sergilenen futbol eskiye dönüşün sinyallerini veriyor.

Bu tablo, tüm Galatasaraylılar'ı mutlu ediyor.

Ancak son günlerde, "teknik direktör Fatih Terim ile Başkan Aysal arasında soğuk rüzgarlar estiği" iddiarı noktalanmadan şimdi de başka sesler ortaya  çıkmaya başladı.

"Yönetimde kriz..." Hoppala, durup dururken bu kıvılcım da nereden çıktı? Ünal Aysal ve Adnan Öztürk'ün operasyonları birlikte yürütmeleri sonrasında başta Ali Dürüst olmak üzere diğer yöneticiler, bu ikileden rahatsız olmuşlar, kendilerinin olup bitenlerden haberi olmadıklarını öne sürüyorlar.

Bu tip olaylar, geçtiğimiz 3 yıl içinde Adnan Polat'ın başkanlığında başladı. Polat, bir takım operasyonları yalnız Adnan Sezgin ile  yürüttüğünden  kırılmalar başladı. Başta  Mehmet Helvacı olmak üzere yönetim, yaprak gibi dökülmeye başladı. Sonunda kimse kazanamadı, kaybeden kendileri oldu.

Başkan Ünal Aysal, burada bir karar vermeli, dirsek temasını ya Ali Dürüst ile ya da Adnan Öztürk ile yürütmesi gerekiyor. Bu konuda gecikirse neler olur,  onu da zaman gösterir.

Ama bu sahneler, geçmişteki gibi  tekrar yaşanırsa, Galatasaray hedeflerinden kopar, bir daha toparlanamaz, rayına oturmuş bir takımı raydan çıkarmış olursunuz, sonra da birbiriniz hakkında ağıza geleni söylemeye başlarsanız. Kim zarar görür, tabii ki Galatasaray.
 

Yazının Devamını Oku

Yerden göğe kadar

17 Ocak 2012
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, göreve gelmeden önce kulübün diğer başkanları ile her zaman beraberdi.

Ama hiçbir zaman koltuk sevdası içinde olmadı. Galatasaray'ın sıkıntılarına "hayır" demiyor, gerektiğinde gizli olarak yardım yapıyor, birçok kişi de  "Kim bu Ünal Aysal?" diyordu. Kulübe başkan olacağı zaman, açık ve net bir şekilde kulübü nasıl  yöneteciğini herkese duyurdu. O kendi felsefesinde ilerliyordu.

Uzun zamandan bu yana hep dalgalı olan Galatasaray'ı iskeleye yanaştıran kişi oldu Ünal Aysal. Rakipleri kaos ortamıyla uğraşırken, duruşunu hiç bozmayarak takımının bu dalgalardan etkilenmesine mani oldu. Geçmişte Avrupa'da ismini altın harflerle yazdıran Galatasaray'ı yeniden şaşalı günlere taşımaktı amacı. Gittiği yolu biliyordu

Futboldan anlamadığı için bu işi saha içi patronu Fatih Terim'in ellerine bırakmıştı. Şunu çok açık ve net söyleyebilirim ki, eğer Fatih Terim halen görevinin başında istifa etmeden duruyorsa, bunun tek nedeni Ünal Aysal'dır.

Sezon başından beri Türk futbolunun bir kaos içinde çırpınması devam ediyor. Diğer kulüp başkanları önlerini göremezken, teknik adamların takım kuramama sıkıntıları varken, Ünal Aysal ise G.Saray hakkında çıkan yanlış bir haber sonrasında, bir başkandan beklenen üslupla kendine hayran bırakan mantıklı açıklamalar yaptı.

Başkan Ünal Aysal, bırakın kulüp başkanlarını, Fenerbahçe yöneticilerinin bile dile getirmeye cesaret edemeyeceği "Aziz Yıldırım'ın yerinde olsam bırakırdım" sözünü söyleyecek kadar net ifadeler kullandı.

Elbette her başkan gibi Ünal Aysal da, Galatasaray'ın çıkarlarını koruyacak, başkalarının ellerine teslim etmeyecek. Verdikleri ihtarmaneyle belki de Türk futbolunu 5 yıllık cezadan kurtaracak.

Ünal Aysal, Avrupa düzeyinde bir takım kurma planlarını yaparken Avrupa Kupalarından gelecek parayı da düşünerek hareket ediyor. Eğer UEFA'dan bir ceza gelirse, G.Saray'ın bütün planları bozulacak ve paralar sokağa atılmış olacak.

Yazının Devamını Oku

Uçağa binmeden dönen Lefter ağabey

16 Ocak 2012
İlkokulda okuduğum zaman, çıkışlarda Fenerbahçe'nin tahta tribünlü toprak sahalarında idmanları seyrederdim.

Lefter ağabeyin yaptığı tüm hareketleri kafama işlerdim. Lefter ağabeyin yanı sıra, Can Bartu, Naci Erdem, kaleci Şükrü Ersoy 'un idman sonrasında kan ter içinde soyunma odasına gittiklerini görürdüm. Formalar şimdiki gibi olmadığı, kumaştan yapıldığı için adeta terden kokarlardı.

Ben daha sonra büyüdüm futbola başladım 18 yaşında Can Bartu ile aynı idmana çıktım, bir kaç kez de Balkan Kupası’nda beraber oldum ama, Lefter ağabey  yoktu.

Daha sonra Gençlerbirliği forması giydiğimde, Altay ile yapacağım maç için İzmir'e gittim, kaldığımız otelde o zaman ikinci ligde oynayan Boluspor'da aynı oteldeydi. Takımın antrenörü ise Lefter Küçükandonyadis’di. Otelin salonunda otururken  kendisine yaklaştım, "Lefter ağabey seni kısa pantolonla idmanlarda izlediğim zaman bir heyecan, bir zevk  yaşardım, hayranlığım 20 yaşında da aynı" deyince. Lefter ağabey elini beyaz saçlarına götürdü ve "İlhan be futbolculuk iyi ama teknik adamlık benim işim değil, kendimde bulduğumu oyuncularımda bulamadığım zaman rahatsız oluyorum. Bolu'ya döndüğümde bu işi bırakacağım" dediğinde şaşırdım..

Yıllar yılları kovaladı futbolu bıraktım. Milliyet Gazetesi’nde göreve başladım. O zaman da Fenerbahçe'nin İtalya'da Fiorentina takımı ile maçı vardı. O yıllardaki ki müdürümüz Namık Şevik'ti. "İlhan Lefter ağabeyin  Fiorentina takımını özel davetlisi  İtalya'ya gideceksiniz kendisine iyi bak" dedi.

Ertesi  gün  gazeteden havaalanına giderken Lefter ağabey  kafasını kaldırıp  camdan hep  gökyüzüne  bakıyordu. Havaalanına yaklaşıyorduk, "İlhan be evladım bu uçaklar nasıl iner, nasıl kalkar hala aklım ermiyor" şeklinde konuştuğunda  ben de "Kalktığı gibi gider sonra iner ağabey" deyince sustu.

Araba  alana geldi "Hadi Lefter ağabey çantanı ver iniyoruz" dedim. Ama Lefter ağabeyin ineceği yoktu sonra durdu "İlhan evladım, ben aynı araba ile dönüyorum, uçağa binmeyeceğim içim kalkmaya başladı" diyerek  araba atlayıp uzaklaştı.

Bende telefon kulübesine gidip Namık Şevik müdürümü aradım "Müdürüm  ben İlhan" demeden önce "Kereta kaçtı, ben zaten bunu biliyordum, korktu değil mi" dedi.

Ben yine de şanslıyım, kendisini iki kere gördüm ama tam gördüm, Allah Rahmet eylesin Lefter ağabey ...

Yazının Devamını Oku

Gençlik ve Spor Bakanı'na çağrı

13 Ocak 2012
Gençlik ve Spor Bakanımız Suat Kılıç göreve geldiği zamandan bu yana futbolda şike, Kulüpler Birliği sorunları , Futbol Federasyonu'ndaki son durumlarından bıkan kafasında belki de yatan bazı konulardan uzak kaldı ve en sonunda herkese bir "SAĞDUYU ÇAĞRISI" yaptı. Bugüne kadar bazı büyük kulüpler genç yetenekleri  kazanıp ortaya atıyor, ancak yetersiz kalıyor. Ama  Avrupa kulüplerine bakılırsa aramızda, 5 masa, 6 sandalye var. Kulüplerde kimilerini düşme korkusu, kimilerinde ise  şampiyonluk yolunda birbirleriyle yarışma içine girince alt yapıda  yetenekli oyuncu varsa bile sahaya sürmekten korkuyorlar.
 
Genç, dinamik ileri görüşü engin olan bir Bakanımız var. Spor Bakanımız bu dertleri yakından takip eden biri. O zaman futbolu ve genç yetenekleri kazanmak için neler yapılmalı?
 
Devletin bir futbol akademisi kurması şart. Ülkemizde birçok kentlerimizde boş araziler var, her yerde böyle akademiler kurulabilir.

Devlet idaresinde yapılacak bu  tesislerde çalışacak bir çok futbol adamı var. İlkokullarda okuyup, hem de futbola yatkın geleceği olan gençler bu akademilerde ders görürse, fıkır fıkır fidanlar ortaya çıkacaktır. Amatör olan menajerler de devlete ait olarak görev almalılar.

Temmuz aylarında  kulüplerin  kapıları, anne ve babaların yanında getirdiği  çocuklardan medet umuyorlar. Futbol okuluna  girmeleri için hem ücret ödüyorlar, hem de sıra bekliyorlar. Anneler-babalar oğlumuz  hem okur hem de  futbol oynar diyorlar. Aile benim oğlumda belki  futbolcu olur, hayatımız düzene girer  heyacanını yaşıyor. Her kulübün  sezon başlarındaki gördüğümüz manzalar bunlar.
 
Devlet Akademi açılırsa, amatör menajerler  devlete ait  olup çalışıp buradan da yararlı olacak. Kulüplerdeki gibi burada  araya girme, başkalarını kullanma lüksü olmayacak.  Örneğin  "benim  oğlum çok iyi oynuyor  üstüne düşün" aracılarından sesleri çıkmayacak.  Kurulacak böyle bir akademide  çıkacak oyuncuların da sahibi devlet olacak, ödeneğini  hükümetten çıkartıp bir yenilik yaparsa  Türk futbolu kazanacak.

72 milyondan fazla nüfusa sahip olan ülkemizde  bir çoğunun  genç olmaları  ayrı bir güzellik . Ülkemizde birçok  futbolcu olmak için kendi yeteneklerini ortaya koymaya heyecan duyan  gençler mantar gibi.  Bakan Suat Kılıç böyle bir atağa kalkarsa, hem ülke hem de  devlet kazançlı çıkacak.

Sayın Bakan, bu projeyi  bir düşünün , böyle bir futbolcu fabrikası  kurarsanız  bir ilke damga vurmuş olursunuz.
Yazının Devamını Oku

Kaptan Alex, çımacı Baroni, piston Stoch

9 Ocak 2012
Teknik adamlar, maç önceleri haftanın son idmanında çift kale maç yaptırır.

Bir takımı sahaya süreceği oyunculardan kurarken, diğer takıma da idman yelekleri giydirir. Yelek giyenlere de "Fazla hücum etmeyeceksiniz, kaleye şut atmyacaksınız, yalnız rakibinize oyalama taktiği uygulayacaksınız" der.

Esas takım habire gelir, yelekliler ise o takımı takip eder dururlar.

İşte buna örnek olacak bir Fenerbahçe-Gaziantepspor maçı izledik.

Gaziantepspor, sanki Fenerbahçe forması giymişti. Fenerbahçe ise yelek giymiş gibi görüntü verdi.

Aykut Kocaman, herhalde idman manzaralarını silmek istememiş, "Sizler yelek giydiniz, oyunu bozmayın"  demiş. Ama yelekliler, habire kaleye gidiyorlar. Artık kızmaya başlamış olacaklar ki, bir pozisyonda "bunu atalım hiç olmazsa" diyerek golü attılar. Aykut'u hüzün kaplamıştı. "Bu takım dediğimi yapmıyor" diyerek beklemeye başladı.

Çünkü bir yandan defans açık veriyor, orta alanda Baroni, Mehmet Topuz ve Gökay'lı sitem, bir türlü çalıştırmıyor, ileride Semih yanlış yerlere koşup duruyor, kendisine top atacak arkadaşları nereye atacaklarını düşünüp dururken de mecburen yön değiştiriyordu.

İlk yarının sonunda Stoch'un arkadan bileğine basan Kerim Zengin, ikinci sarı kartla oyun dışında kaldı.

Soyunma odasına giden Kocaman, takımın yarısını değiştirecekti ama, değişiklik sınırı üçtü. O da seçmece yaptı, Gökay ve Semih'e "Siz soyunun, duşunuzu alın. Nerede oturursanız oraya oturun", Caner ve Bienvenu'ye ise "Yeleklerinizi çakartın, formanızı giyin, arena çıkın" dedi.

Yazının Devamını Oku

Önce kediydi, sonra Aslan oldu

7 Ocak 2012
"Rüzgarlara kapılmış kuru yaprak" gibiydi Galatasaray'ın sağ kanadı.

Uzun süredir oynamayan Sabri, ilk yarıda yenilen iki golde de hatalıydı. Samsunspor poyraz gibi gibi esince, çarpıldı, çarpılınca tüm takım nasibini aldı. Orta alan oyun kurmakta zorlandı, futbolcuların kafaları karıştı.

İlk yarıda Samsunspor kalesini bombalayan bir kişi vardı; Emre Çolak. Hepsi de iyi füzelerdi, ama yerini bulamadı.

İki golü kalesinde gören Fatih Terim'e, bu rüzgarı dindirmek için bir sağlam kalkan lazımdı. Servet'i stopere Ujfalusi'yi sağ kanada çeken Terim, takımı güçlendirmek için Engin'in yerine Riera'yı sol kanada aldı.

Galatasaray, ikinci yarıya bambaşka bir görüntüde başladı. Hücum adamlarının arkasına yerleşen Emre, oyunu iyi okuyup isabetli paslar attı. Zaten Samsunspor, ilk golden sonra yıkılmaya hazırdı. Goller 'geliyordum' diye bağırmasıan karşın karşılarındaki rakibin Galatasaray olduğunu bilmiyorlardı, bilyorlardı da belli ki unutmuşlardı.

Emre'nin Riera'nın kafasına attığı top, işin sonuna hazırladı. Samsunspor defansı ve orta alanı, "artık biz yokuz" diye bağırıyordu. Sonradan oyuna giren Sercan'a adeta "vur topa da rahatlayalım" diyorlardı. O da topa ayağının burnu ile vurdu, meşin yuvarlak ağlarla buluştu.

Gollerde Elmander-Baros ikilisinin yerine orta alan ve defans oyuncularının damgası olması ise dikkati çekti.

Galatasaray, Samsun'da "liderliği bırakmaya niyetim yok" mesajı verdi. Ancak Terim, değişime gitmeseydi ne olurdu? Hiçbir şey.

Şayet Terim, bu maçı kaybetseydi, suçlu ilan edilebilirdi. Her teknik adamın yapacağı değişimi yaptı  ve  hem kendisini diri tuttu hem de liderliğini.

Yazının Devamını Oku

İki günün renklileri renksizleri

6 Ocak 2012
11 gün dinlen, sonra haydi sahalara. Evet bu zamana kadar rastlamadığımız Süper Lig fırtınası ikinci yarısıyla devam ediyor.

Bazı takımlar aldıkları sonuçtan mutlu, alamayanlar ise mutsuz: Bu da spor yarışmalarının güzelliğini taşıyor.

 

Şimdi iki günde oynanan maçlarda renkliler ve renksizler kimlerdi?

 

Bir çok spor sevenin beklemediği bir kişi  ortalığı renklendirdi, Bu çocuktan bir şey olmaz diyenler, bir günde dönüş yaptılar. Üç bücür vardı bunların başını da çeken Tabii ki Emre Çolak’tı .

 

RENKLİLER:

 

Yazının Devamını Oku

Futbolda fizik değil beyin önemli

4 Ocak 2012
Tarih 6 Haziran 2008. Hürriyet Gazatesin'e bir genç geldi, 17 yaşındaydı. Ordulu olduğu için onun kendine güveni tamdı. Şimdiki gibi ele avuca sığmaz cılız mı cılız, ufacık tefecik biriydi. Konuşkan ve sevimliydi. Kendisini devamlı izlediğim için beni görmek istemişti. Geleceği açık olan bu futbolcu beni 16 yaşımda Karagümrük'te futbola başladığım yıllara döndürdü, genç EMRE ÇOLAK'tı...

Gazetemizin bahçesinde kendisiyle oturduk uzun uzun konuştuk açık yürekli ve cesurdu söyleşide hemen "Bir Emre gitti, bir Emre geliyor. İdolüm Arda ağabey, yetenek olarak Lincoln'den aşağı kalır yanım yok,  Arda abi ile de çekişirim artık A takıma çağırılmayı bekliyorum" diyordu.
 
Futbola 11 yaşında Atışalanında başlayan, hocası Emin Tetikli tarafından keşfedilen Emre, ardından Galatasaray alt yapısında Recep Yazıcı, Halim Fıçıcı  ve Ahmet Keskinkılıç'ın elinde yoğrulmuş hocaları ise "O bizim baştacımız gelecekte en önemli yıldızlardan olacak" diyordu.
 
1991 Ordu Mesudiye doğumlu olan Emre, Karadenizliliğin verdiği hırsla açık ve net konuşuyor: "Uluslararası tecrübem çok, yeter ki ağabeylerim gel oyna desinler, hiç korkum yok benim gibi gençlere güvensinler. Arda ağabey benim idolüm, kendisiyle çekişirim. Onunla sık sık konuşurum ve sabırlı ol bende senin geçtiğin yollardan geçtim sıra sana da gelecek. Bakırsanız benim Lincoln'den ne eksiğim var bana sorarsanız fazlam var eksiğim yok"
 
Emre Belezoğlu'na çok kızdım

Yazının Devamını Oku